Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Ocak '14

 
Kategori
Öykü
 

Yağmur

Yağmur
 

Nisan ayı tüm değişkenliği ile parka yerleşmişti. Az önce yağan yağmur çiçeklerin bütün parlak renklerini açığa çıkarmış insanların gözüne girmek istercesine pırıl pırıl parlıyordu. Yaşlı çınar ağacından ara sıra yerçekimi kuvvetine yenilen yağmur taneleri yere damlarken kendince bir ritim tutturmuştu.

Hafif kızıla çalan saçlarıyla bir kadın donuk bakışlarla parktan içeri girdi. Bankın önünde durup çantasından çıkardığı kâğıt mendille bankı sildi. Durağan bir hareketle banka adeta yığılırcasına kendini bıraktı. Çınar ağacında oturan birkaç kuş önce dikkatle baktılar sonra cıvıltıları başladı parkta. Parkın güzelliğini bozan sadece kadının umutsuzluğuydu. Üstelik omuzları düşmüş ve gözlerinden akan birkaç damla gözyaşı rimelini bozup yüzüne başka-başka anlamlar yüklemişti. Oturduğu yerden çantasını açtı, çıkardığı aynada kendine baktı bir süre. Sonra makyajını tazeledi. En son aynaya bakarken istemsiz bir gülüşle,

-Ya, işte gördün mü bunları da yaşamak varmış.

O sırada genç bir adam girdi parka. Güllerin önünde durdu. Güller renklerini adeta gözüne sokuyordu. Üstelik yağmur taneciklerinden kırılan güneş ışığının parlaklığı karşısında gördüğü o kareyi kaçırmak istemezmişçesine bakıyordu. Sonra cep telefonunu çıkarıp güllerin resimlerini çekmeye başladı. Resimleme işlemi bitecek gibi değildi. Güllerin çevresinden değişik yerlerden durmaksızın resim çekiyordu.

Banka tek başına oturan kadın bir ara fark etti onu. Ne yaptığına biraz baktı, sonra kaldığı yerden düşüncesinin içine tekrar girdi. Parkın ve çiçeklerin parlaklığına inat içindeki karanlığın kollarına bıraktı kendini. Bir ara silkindi. Çantasından önce bir su şişesi çıkardı hemen yanına koydu. Sonra kocaman bir ilaç kutusunun kapağını yavaşça açtı. İlaç şişesinden çıkardığı hapları avucuna boşalttı.

Adam o sırada aralarında kalan güllerin resimlerini çekmekle meşguldü. Tam resmi çekerken kadını fark etti. Dikkatle baktı kadına. Kadın o sırada elindeki bütün hapları ağzına aldı. Peşinden su şişesini alıp suyunu içti. Donakalmıştı kadının yaptıklarını görünce. Üstelik cep telefonu elinden çimenlere düşmüştü. Yerden telefonu alıp silkeledi sonra cebine koydu. Durduğu yerden kadına doğru yürümeye başladı. Yanına geldiğinde,

-İzniniz olursa yanınıza oturabilir miyim?

Kadın hiç ses vermedi. Bakışları karşıda duran çiçeklerden başka bir şey görmüyordu. Adam onun o halini görünce banka oturdu. Bir süre kadına baktı.

-Bir ambulans çağırmamı ister misiniz?

Kadın sadece başını sağa sola çevirmekle yetindi. Adam,

-Buna seyirci kalamam, lütfen; haydi beraber bir hastaneye gidelim olmaz mı?

Kadın ilk defa ona dönüp baktı. Başı hafifçe sallanmaya başlamıştı. Boğuk bir sesle,

-Beni yalnız bırakır mısınız?

Adam kadının bakışlarından korkup ürperdi. Cep telefonunu çıkarıp 112’yi aradı, yardım istedi. Kadın onun yaptıklarını görüyor ama başı dönüyor olsa gerek sadece belli belirsiz mırıldanıyordu. Az sonra adam koluna kadının başını aldı, göğsüne yasladı. Gözleri parkın kapısına kaydı. Ambulans hemen gelemezdi. Oysa bir şeyler yapması gerektiğini seziyordu. Kadının başını öne doğru eğip ağzını açmaya çalıştı. Kadın açmamakta direniyordu. Kadına bir tokat attı, o aradaki boşlukta parmağını kadının boğazına kadar soktu. Kadın biraz sonra bir böğürtüyle birazı yere birazı adamın üzerine kustu. Hapların bazıları yarı erimiş vaziyette yere ve üzerine boşalmıştı. O bunları yaparken ambulans parkın kapısında belirdi. Bir hemşire koşarak yanlarına geldi. Yerdeki ve adamın üzerindeki yarı erimiş hapları görünce durumu anladı.

-Tamam, siz az kenarda durun lütfen.

Başka bir hemşire ve sedyeyi çeken biri koşarak yanlarına kadar geldiler. Hemşire,

-Ne içtiğini gördünüz mü bu önemli?

Adam bankın üzerinde duran kadının çantasını gösterdi. Hemşire çantayı açtı, kutuyu gördü.

-Bu kutudakilerin hepsini mi içti, gördünüz mü?

-Yok, ben tam göremedim. Yardım etmek istedim ama yardım etmemi istemedi. Biraz kendinden geçmek üzereyken kusturmak için boğazına parmağımı soktum. Yani tam ne kadar yuttu bilemiyorum.

-Hadi hastaneye gidiyoruz, siz de bizimle gelin lütfen.

-Şey, peki ama başım belaya girmez değil mi?

-Bu konuda ben bir şey diyemem beyefendi. Bildiğim gelseniz sizin için çok iyi olur. Kaçarsanız Mobese kameralarından zaten kimliğiniz tespit edilir ve olmayacak suçlamalarla baş başa kalabilirsiniz.

-Peki dediğiniz gibi olsun.

Adam kadınla birlikte ambulansa bindi. İçindeki çelişkiler birbirini boğazlıyordu adeta. Neden karıştın bu olaya, başka işin yok mu senin, şimdi polisle uğraş dur, kabak diyorum kabak başında patlayacak. Diğer taraftan içindeki masum adam, iyi yaptın, zaten insan olmanın gereği buydu, yani polis ne yapacak şeyinden tavana mı asacak seni. Hastanenin acil kapısından içeri ambulans girerken kurtuldu düşüncelerinden. Kadını aceleyle aşağıya indirirken hemşire bir göz işaretiyle polise adamı gösterdi. Polis adamın koluna girip onu bir odaya soktu.

-Tam olarak ne oldu anlatır mısınız?

-Ben parkta fotoğraf çekiyordum. Sonra bu bayanı gördüm. Bankta otururken bir sürü hapı içti. Yardım etmek istedim ama yardımımı kabul etmedi. Sonra kendinden biraz geçerken onu kusturdum ve 112’yi arayıp yardım istedim. Yani, bu kadar işte. Başım belaya girmez değil mi memur bey?

-Yok, neden girsin onu da nereden çıkardınız? Kadını nereden tanıyorsunuz, adı ne?

-Dedim ya memur bey, onu ilk defa görüyorum adını nereden bileyim?

-Peki, peki anladım. Sizi biraz bekleteceğiz ne yazık ki. Kendine biraz gelsin sonra ifadenizi alıp bırakırız sizi. Tamam mı?

-Tamam, Memur Bey.

Hastanenin acil bölümü kendine has bir karmaşa ama düzün içinde yoğunluğunu birkaç saat boyunca sürdürdü. Adam bir yandan saatine bir yandan arada bir polis memuruna bakıyordu. Sonunda dayanamayıp,

-Memur bey, hastaya bir daha baksak belki düzelmiştir ne dersiniz?

-Beyefendi nüfus kâğıdınızı alayım, siz bir çıkın bakın. Sizden bir haber bekleyeceğim.

Adam acilde dolanırken ambulans hemşiresine denk geldi.

-Şey getirdiğimiz hanımdan bir haberiniz var mı acaba?

-Ah, evet; doktor kontrol için yanına girmişti. İsterseniz gelin beraber bakalım, hemen şurada zaten.

Sıra ile bölünmüş hasta yataklarının olduğu bölümden geçerken kadının yattığı yere gelip durdular. O sırada doktor muayenesini bitirmiş kadına isterse gidebileceğini söylüyordu. Tam o arada adam ve hemşire içeri girdiler. Doktor onları görünce,

-Beyefendi iyi ki size rastladım, konuşmamız lazım.

-Anlamadım Doktor Bey.

-Hastanın iyiliği için birkaç tavsiyem olacak. Reçetesini yazdım ama sanırım biraz da sizin desteğinize ihtiyacı var. Bu geçen sürede lütfen yanından pek ayrılmamaya özen gösterin. Ayrıca ilaçlarını düzenli almasına yardımcı olun. Atlatır, merak etmeyin.

- Doktor Bey ama ben,

Demeye kalmadı adam eline tutuşturulmuş reçete ile ortalıkta kalakaldı. Üstelik hemşire kadını ayağa kaldırmış, yanına kadar getirmiş ve kadının elini eline tutuşturmuştu bile. Ne yapacağını bilemez halde öylece kaldı bir süre. Sonra kadının elinden tutup polisin odasına getirdi.

-Memur Bey biz gidiyoruz, haberiniz olsun.

-Doktor çıkabilir dedi mi?

-Evet, götürebilirsiniz dedi.

-Tamam, geri kalan işlemleri ben yaparım, geçmiş olsun.

Hastanenin karşısındaki uzun çam ağaçlarının altındaki banklardan birine oturdular. Bir süre hiç ses etmeden etrafa bakındıktan sonra adam,

-Benim adım Tolga. Arada tanışma fırsatımız olmadı. Şimdi daha iyisiniz değil mi?

-Ben de Ceyda. Kötü bir tanışma oldu artık kusura bakmayın olmaz mı?

-Önemli değil. Sanırım büyük bir yıkıntı geçirmiş olmalısınız. Yoksa elbette böyle şeyler yapmazdınız. Ama artık benim gitmem gerekiyor. Umarım beni anlayışla karşılarsınız.

-Tabi size de zor bir gün yaşattım, özür dilerim.

Tolga ayağa kalktı, tam gidecekken geri dönüp,

-Lütfen kendinize daha iyi bakın hatta fazla umursamayın hayatı bence.

-Olur.

Tolga banktan uzaklaşıp tam karşıya geçmek için davranacakken aklına bir şey gelmiş gibi geri döndü. Ceyda ona bakıyordu.

-Şey, gidecek bir yeriniz var mı? Taksi çevireceğim, isterseniz önce sizi evinize bırakayım, ne dersiniz?

Ceyda, oturduğu yerden garip bir gülücükle ona baktı.

-Teşekkür ederim ama gidecek bir yerim yok.

-Nasıl yani bir eviniz, akrabalarınız falan yok mu?

-Hayır, yok; ben bu sabah eşimden boşandım. Artık o eve de gidemem anlayacağınız. Siz beni kafanıza takmayın. Bulurum ben kalacak bir yer.

Tolga ayakta Ceyda’ya bakakaldı. Ne diyeceğini bilmez halde iki arabanın arasında kalmış kedi gibi bocalamaya başladı. Şaşkındı, üstelik böyle bir tanışmanın ayrılığının sonunu da noktalamayı beceremiyordu. Kendi etrafında önce sağa sonra sola döndü. Çam ağaçlarının tepelerinde gezindi gözleri. Sonra baktı Ceyda’ya. Ceyda’nın gözlerinde hiçbir anlam yoktu. Karşıda bir noktaya çakılmıştı gözleri adeta. Sonunda dayanamadı,

-Gelin bu gece bende kalın. Sonra bir şeyler düşünürüz olur mu?

Ceyda hiçbir şey demedi. Sadece Tolganın elini gördü. Uzanan ele elini uzattı, birlikte yürümeye başladılar.

Dairenin kapısından içeri girdiklerinde Ceyda daha tam kendinde bile değildi. Tolga onu yatak odasına kadar götürdü.

-Bu gece burada yat olmaz mı? Sabah uyandığında salonda sehpanın üzerine bir mesaj bırakırım sana, oldu mu?

Ceyda kendini yatağa bırakmıştı bile çoktan.

Sabah yataktan uyanan Ceyda önce etrafına baktı. Hiç kimse yoktu odada. Sonra salona baktı, bütün evi gezdi ortalıkta kimsecikler yoktu. Salona gidip koltuğa otururken sehpanın üzerindeki mesajı gördü.

‘’Merhaba Ceyda Hanım. Sanırım uyandınız, ne yazık ki işim dolayısı ile şehir dışına çıkmak zorundayım. Sabah kalktığımda size baktım uyuyordunuz. Uyandırmaya kıyamadım. Aşağıda cep telefonumun numarası yazılı, istediğiniz zaman beni arayabilirsiniz. Ayrıca sehpanın alt rafında bir zarfın içinde bir miktar para koydum, ihtiyacınız olur diye. Dostlarımdan bir kaçını da arayıp sizin adınıza iş aradım artık kusura bakmazsanız sevinirim. İşimin ne kadar süreceğini tam tahmin edemiyorum. Ben arada arar sorarım sizi. Mutfağa gittiyseniz buzdolabında ne yazık ki hiçbir şey olmadığını göreceksiniz. Sizden ricam buzdolabını doldurmanız ve Pazar işlerini bir zahmet halletmeniz. Site içinde bir market var, oradan gerekenleri alabilirsiniz. Görüşmek dileğiyle, hoşcakalın.’’

Ceyda oturduğu yerde kalakaldı. Sehpanın altındaki zarfa baktı, zarfın içinde oldukça büyük miktarda para vardı. Sonra iki gündür başından geçenleri yan yana getirip düşünmeye başladı. Nasıl bir adamdı bu Tolga. Bu kadar da iyi olmaya gerek var mıydı acaba. Sonra birden ayağa kalktı, içinde bir şüphe vardı. Hemen soyunmaya başladı. Vücuduna göz gezdirdi, hayır ona el sürmemişti. Salondan mutfağa gitti. Evet dediği gibi buzdolabı bomboştu. Mutfağın ortasında ne yapacağını bilmeden bir süre bekledi. Sonra bir duş almak aklına geldi ama açlıktan midesi de gurulduyordu arada. Midesini sonraya bırakmaktan başka çaresi yoktu. Gitti duşunu aldı. Sonra kapıdan dışarı çıkıp marketi buldu. Bir eve ne gerekliyse poşetlere doldurdu. Marketteki çocuk aldıklarını taşımasına eve kadar yardım etti. Buzdolabı dolmuştu. Ama ne pişirmesi gerektiğine karar veremedi bir süre. Sonra aklına geldi belki de gelemezdi, öyle ya.

Mutfakta hemen bir karnabahar yemeği yapmaya başladı. O sırada evin telefonu çaldı. Telsiz telefonu evin içinde zor buldu. Açtı, Tolga idi arayan.

-Merhaba Ceyda Hanım kendinize geldiniz mi?

-Merhaba, Tolga Bey. Evet, kendime geldim merak etmeyin. Doğrusu epeyce şaşırmadım desem yalan olur. Ama toparlandım market alışverişi yapıp yemek koydum ocağa.

-Ya, öyle mi ne yemeği yapıyorsunuz merak ettim.

-Karnı bahar koydum, umarım seversiniz?

-Şey, yemeyeli yıllar oldu gerçi ama sevindim. Çok yapmasaydınız bari.

-Neden?

-Benim işlerim uzun sürer Ceyda Hanım. Gittim mi bazen günlerce gelmem imkânsızdır ama siz kendinize iyi bakın, yanınızda yokluğumu kendinize hissettirmeyin olmaz mı?

-Nasıl yani ne zaman geleceğiniz belli değil mi?

-Ben mimarım ve yurdun çeşitli yerlerinde inşaatlarımıza bakmam gerekiyor. Sürekli şehirde olmam imkânsız.  Yani bir süre yalnız kalacaksınız. Ayrıca patronum sizi arayabilir iş konusunda. Merak etmeyin çok iyi bir insandır ve ona güvenmenizi istiyorum oldu mu?

-Peki, ama nasıl olacak şimdi.

-Hah ha, bakın o daireyi yıllar önce satın aldım. İçinde yaşadığım günleri saysanız bir yılı bulmaz. Ben tadını çıkaramadım bari siz çıkarın. Merak etmeyin elektrik, su ve gaz masrafları şirket tarafından ödenir. Ayrıca size bıraktığım para bitince size patronum para iletir. Sonra hemen yarın iş bulamayacağınızın garantisi yok. Patronumun çevresi çok geniştir, birkaç gün içinde hemen iş bulursunuz.

-Ben ne diyeceğimi bilmiyorum inanın.

-Sadece eve geldiğimde ne istiyorum biliyor musunuz?

-Ne?

-Birincisi evde sizi bulmak ikincisi ince sarılmış zeytinyağlı yaprak sarma. Benim için yapabilir misiniz?

-Elbette ama böyle?

-Görüşürüz, hoşcakalın.

Elinde telefon bir müddet kalakaldı. Sonra yemeğe baktı.

Akşamüzeri telefon yeniden çaldı. Arayan Tolga Beyin patronu Fikret Beydi.

-İyi akşamlar, Ceyda Hanımla mı görüşüyorum?

-Evet, ben Ceyda.

-Kızım ben Fikret, Tolga’nın patronu. Öğrenim durumunu ve yaşını söyler misin?

-Lise 3’ten terk ve 25 yaşındayım.

-Tamam, kızım ben seni yine arayacağım oldu mu?

-Peki.

Aradan yarım saat geçmeden Fikret Bey tekrar aradı.

-Kızım özel bir hastanede hasta bakıcılığı yapabilir misin?

-Şey, sanırım yapabilirim.

-Tamam, o zaman yarın benim şoför gelip seni alacak. Birlikte hastaneye gidersiniz. Orada seni bir arkadaşım karşılayacak. Ve uygun görürsen orada çalışırsın oldu mu?

-Peki, saat kaç gibi gelecek.

-Sen saat 8 de hazır ol tamam mı?

-Tamam, Fikret Bey; teşekkür ederim.

Ertesi gün Ceyda özel hastanede iş başı yaptı. İlk başlarda zorlandı ama içinde bulunduğu çıkmaz ve çevresinde ona yardım etmek için çırpınan insanları düşündükçe işi daha kolay gelmeye başladı. Akşamları Tolga arıyordu ve konuşmaları günden güne daha da uzamaya başlamıştı. En sonunda bir cep telefonu almak zorunda kaldı. Çünkü Tolga onun gün içinde neler yaptığını da bilmek istiyordu. Aradan bir hafta geçti o akşam Tolga yarın akşam şehirde olacağını söylüyordu. Yaprak sarmanın yanına bir de hoşaf eklemişti isteğine. Ceyda’nın kalbi uzun zamandır hiç hissetmediği bir şekilde atmaya başlamıştı. Üstüne üstlük ellerini bir titreme tutmuştu. Ertesi gün pazardı, gün boyu yemek yapmak için uğraştı; evi temizledi. Makyajını tazeleyip durdu. Tolga geldiğinde ona güzel görünmek istiyordu. Akşamüstüne doğru salondaki koltuğa oturdu. Kendine sormaktan korktuğu soru gelip içine oturmuştu. Dudaklarını hayır, hayır olmaz diye mırıldanıp duruyordu. Arada gözleri telefona gidiyor, ilk defa aramasından korkar hale gelmişti. Ama telefon çaldı, korkarak telefona baktı. O idi arayan, açtı.

-Merhaba biraz geç oldu ama şimdi şehre sanırım bir yirmi kilometre falan kaldı. Yarım saate evdeyim.

-Peki, tamam; bekliyorum. İyisiniz öyle değil mi?

-Evet, iyiyim merak etme. Sadece az önce bir yağmur başladı. Epeyce yoğun yoksa şimdiye yanındaydım.

-Dikkatli olun ne olur.

-Merak etme bence sofrayı kur sen.

-Tamam, sizi bekliyor olacağım.

Pencerenin kenarına dikildi. Dışarı baktığında yağmuru gördü. Camı hafifçe açınca yağmur kokusu ve yağmurun kendine has serinliği yüzüne geldi. Biraz rahatlamıştı. Mutfağa yönelip sofrayı hazırlamaya başladı. Aradan yarım saat geçtiğinde kendini kapının karşısında buldu. Bekliyordu ama tarifi zor bir heyecanla da titremesi yeniden tutmuştu. Acaba elinde çiçeklerle mi gelecekti. Ne diyecekti kapıyı açtığında. Canım der miydi? Tabi derdi, okumuş tahsilli insan neden demesindi. Her konuşmasının içine mutlaka bir incelik saklamaz mıydı zaten. Son zamanlarda onun konuşmalarının içinde sevgi vardı ve hissediyordu bu sevginin sıcaklığını. Ama korkuyordu nedense, bu korku onu mutsuz, telaşlı bazen sinirli yapmıyor muydu? Salondaki sofraya oturdu, beklemeye oradan devam etmek istedi. Duvardaki saate baktı. Son telefon görüşmelerinin üzerinden neredeyse bir saat geçmişti. Oysa en geç yarım saate kadar evde olacağım dememiş miydi? Dış kapıya yöneldi, kapıyı açtı; dışarıda kimse yoktu. Çalan ev telefonu onu salona çağırıyordu. Telefonun ekranında Fikret Bey yazıyordu. Açtı,

-Kızım ben Fikret, acele hemen hastaneye gel.

-Ne oldu Fikret Bey, söyler misiniz?

-Kaza kızım Tolga kaza yapmış. Bizler hastaneye yeni geldik, durumunu tam bilmiyoruz.

-Aman Allah’ım, Allah’ım; hemen geliyorum.

Saatlerdir hastanenin koridorlarında bir beklemekten bir sabırsızlıktan harap düşmüşlerdi neredeyse. Fikret Bey, eşi, birkaç arkadaşı ve Ceyda’nın gözleri Ameliyat bölümünün kapısında öylece takılı kalmıştı neredeyse. Az sonra Doktor kapıdan çıktı. Yüzündeki üzüntü ve hoşnutsuzluğu hepsi fark etmişti.

-Ben, gerçekten çok üzgünüm. Elimden gelen her şeyi yaptım inanın. Tolga Bey bundan sonra ne yazık ki yürüyemeyecek. Ama gelişen cerrahı teknolojide bu bir daha yürüyemeyecek anlamına gelmez tabi. Lütfen hastanemizle ilişkinizi kesmeyin. Umut her zaman vardır. Ve dünyada insanların umutlarını gerçekleştirmekten daha güzel bir his yoktur. Ve ben o hissi Tolga Bey tekrar yürüdüğünde en çok hissetmek isteyecek olan benim inanın. Geçmiş olsun.

Hepsinin omuzlarına tarifi imkânsız bir ağırlık çökmüş, o ağırlığın altında omuzları düşmüştü. Koridordaki banklara oturup birbirlerinin gözlerine bakmaktan çekinir olmuşlardı. Sessizliği bozan Fikret Bey oldu.

-Arkadaşlar yapacak bir şey yok şimdilik. Ama zaman içinde Tolganın bu durumunu atlatması için elimizden geleni yapacağız tabi. Şimdi hepimiz evlerimize gidelim, biraz dinlenelim. Tolgaya yardımcı olabilmek için önümüzde zor günler var. Ona omuz vermek için önce bizlerin güçlü olması lazım.

Bir hafta sonra Tolga artık taburcu olacak. Hastanenin girişinde ne kadar dostu varsa onu alıp evine götürmek için sabırsızlanıyordu. Tolga tekerlekli sandalyede peşinde sandalyeyi süren Ceyda ile göründüğünde herkeste bir sevinç yumağı oluştu. Tolga, hepsinin arasına kadar gelip,

-Bu zor günlerimde beni yalnız bırakmadığınız için ne kadar teşekkür etsem azdır. Aranızda bulunmak gerçekten çok güzel.

Fikret Bey bir adım öne çıkıp,

-Büroda yeni işinde sana çok ihtiyacımız var Tolga. Yeteri kadar dinlendikten sonra seni sabırsızlıkla bekleyen işlerin o kadar çok ki, tahmin bile edemezsin. Bir an önce işinin başına dön, tamam mı?

-Tamam, Fikret Bey; fazla sürmez merak etmeyin. Hem Ceyda Hanım gibi bir dostunuz omuz verdiyse, iyileşmek ve hayata katılmaya geç kalmak mümkün değil.

Ceyda ve Tolga birlikte hastanenin kapısından dışarı çıkarken, geride kalıp onlara gülümsemeyle bakan bir dostlarının gözlerine yaş vardı.

Tolga bir daha yürüyemedi ama onu sevgiyle omuz veren Ceyda’nın hayatındaki desteğiyle bütün zorlukları yenmesini bildi. Hemen şehir dışında tek katlı bahçe içinde evleri var artık. Bahçe çiçekler ve güllerle dolu. Üstelik meyve ağaçları deli dolu. Dalları Tolga yesin diye yere sarkık. Bu bahçenin içinde iki de çocukları var. Biri yedi yaşında bir kız diğeri on yaşında bir oğlan. Onları geçen sene Çocuk Esirgeme Kurumundan aldılar. Onlar şimdi çok mutlu…

Veranda da oturan Ceyda yanındaki Tolgaya dönüp,

-Ya, işte gördün mü? Bunları da yaşamak varmış…

Mehmet ÖZCAN                                                                                              27-06-2013

 
Toplam blog
: 57
: 222
Kayıt tarihi
: 18.01.13
 
 

Emekliyim, köpekleri çok severim. Fotoğraf ama anlam saklayan fotoğraflara bayılırım. Yazmak uzun..