Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Ağustos '10

 
Kategori
Öykü
 

Yağmurdan kaçarken

Yağmurdan kaçarken
 

Yağmur üşütüyordu...


Mevsim sonbahardı. Yeşeren yaprakların sararıp tek tek düşme zamanı olarak tanıtılmıştı tâ küçüklüğümüzden beri bu mevsim. Oysa düşen yapraklardan çok omuzlara binen yükle anılmalıydı.

Yakan güneşin yüzü, gökyüzünün maviliği artık görünmüyordu. Bazen günlerce yağıyordu yağmur. Bulutların tüm ihtirasları ile öpüştüklerine sık sık tanıklık ediyorduk.

Caddelerdeki biriken yağmur suları ayakkabılarının içine doluyordu. Geçen arabaların sıçrattıkları sular da kalan kuru yerlerini yılışarak ıslatıyordu. Yağmur önce durur gibi oldu, sonra vazgeçip boşanırcasına yağmaya başladı. Elinde şemsiye var zannetti bir an ve ıslanmamak için elini havaya kaldırdı. ”Şuraya bir sığınabilsem” diye düşündü ve birkaç metre ötedeki kapalı bir dükkanın camekanının önüne kendini attı.

Önündeki bulanık suya bir baktı. Bunun üzerinden atlayabilir miyim, diye düşündü. Bir ağacın altına saklanmış olan bir çingene kızı oradan çıkıp ona doğru yaklaştı. Elindeki ıslak çiçekleri uzattı:

-Çiçek verelim bey, diyerek önüne dikildi.

”Allah, allah, bu allahın belası çingene de nereden çıktı” diye içinden söylendi.

-Çekil önümden de karşıya geçeyim, dedi. Anlamadı çingene kızı, üsteledi:

-Çok güzel çiçeklerdir beyim, ucuza da veririm.

-Aman be, çekil! Çiçeğin batsın emi…

Saf saf baktı kız, kararlıydı, muhakkak satacaktı. Burnuna doğru uzattı çiçekleri:

-Bir kere kokla bakalım.

-Tühh! Allah belanı versin, mendebur şey! Defol yolumdan!

Çingene yana çekildi, su birikintisinin üzerinden atladı. Gitmek istediği yere oldukça yaklaşmıştı. Yağmur hafiflemiş, hatta dinmek üzereydi.

Üşüdüğünü fark etti, ısınmak için hızlı hızlı yürümeye başladı. Biraz sonra koştuğunu anladı. Etrafına bakındı, hayretle kendisine bakanlar olduğunu gördü. Aldırmadı, yürüdü. Ana caddeye çıkmıştı.

Caddenin sağ tarafından yürümeye başladı, sağa döndü bir ara sokağa girdi. Sokakla caddenin kesiştiği yerde oturan birini gördü. Bu ufacık bir kızdı. Yanına gitti. Bir şeyler yapıyordu, ama ne olduğunu anlayamamıştı. Dikkatlice baktı. Kız altı bilemedin yedi yaşlarındaydı. Önünde yağmurdan ıslanmış bir mendil, mendilin üzerinde de bir 10 bir de 25 kuruşluk paralar vardı. Ayağına giydiği basmadan yapılmış pantolona benzeyen giysinin sol paçasını dizine kadar çekmişti. Bu bacağında kirli bir bez parçası bağlanmıştı, ancak bez çözülmüş, kızcağız onu eski haline getirmek için uğraşıyordu.

Bu konuda öylesine acemiydi ki çabaları boşa gidiyor, bezi bir türlü yerine bağlayamıyordu. Bu sahte yaralı çocuğa karşı içinde bir acıma hissi uyandı. Elini cebine soktu ve bir avuç bozuk para çıkararak mendilin üzerine attı.

Küçük dilenci heyecanlandı birden, bu kadar çok bozuk parayı görünce. Başını kaldırıp adama baktı, gülümsedi, yarasını sarmasına gerek kalmadığını düşünmüş olmalı ki kıvırmış olduğu pantolonunu düzeltti, mendilini dikkatlice topladı ve hiç arkasına bakmadan koşmaya başladı.

Artık yağmur yağmıyordu, ama önceden kalan sular ahenkli sesler çıkararak evlerin çatılarından aşağıya damlıyordu…

 
Toplam blog
: 1081
: 980
Kayıt tarihi
: 30.07.10
 
 

Uzun yıllar çeşitli sitelerde Oruç Yıldırım adı ile yazı yazdım. Dört tane romanım ve çokca da de..