Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Ağustos '07

 
Kategori
İlişkiler
 

Yağmurlu bir günde!

Yağmurlu bir günde!
 

Yürüyordu bir kadın… Oğlunun elinden tutmuştu. Dalgındı. Bir on dokuz aralık gecesi terk etmişti oğlunun babasını. Oğluyla dört duvar arasında ve yalnız geçen bir yedi yıldan sonra. Oğlunu ve bir kaç parça giysisini de alarak. Ayrılacağını hiç düşünmemişti evlenirken. Üstelik koca yedi yılın altı yılını yalnız geçireceğini hiç.

Altı ayda bir; yalnızca on beş gün gelirdi adam. Yalnızca on beş günlüğüne geldiği evinde akşam televizyon izler, sabah dokuzda kalkar kahveye gider, akşam kararmaya yüz tutarken dönerdi eve. Yurt dışında çalışırdı. Altı aylık sezonlar halinde. Sonra on beş gün ara. Sonra bir başka ülke. Kadının dünyayı gezip görmek gibi bir hayali vardı. Belki biraz da buydu adamla evlenmesinin nedeni. Bir de güven. Güven vermişti ona; bu iri kıyım esmer adam. Severdi adam kadını. Kadın da adamı. Bilirdi hissederdi kadın adamın onu sevdiğini. Ama adam; daha evlenmeden önce kadına verdiği “dünyayı gezeceğiz” sözünü unutmuş, anlamadığı bir nedenle kadını sürekli evde tek başına bırakıp gitmişti. Ve oğlunu.

Sekizinci katın balkonunda; annesinin kucağında; bir gidişin arkasında, ayaklarını balkonun duvarlarına vurarak avaz avaz haykıran bir çocuk olurdu. Baba beni de götür, baba beni de götüüüür diye ağlardı çocuk. Her altı ayda bir tekrarlanırdı bu sahne. Annenin adama söylemeye koktuğu ve çocuğa öğrettiği cümlelerdi; çocuğun avazında çığlık çığlık haykıran. Babası aşağıda; elinde valiz taksiye doğru yürürken! Babasını: bir avucunda eritip yedirdiği tobleron çikolatalardan; bir de her geliş ve gidişinde elinde taşıdığı kocaman siyah şeyden “valiz” bilirdi çocuk sanırsam.

Çünkü babayı görünce “bpbbaa, bpbbaa” diye ağzını açıp kapatarak garip sesler çıkarırdı bebek. Bebeğin babayı ilk görüşüydü bu doğduğundan beri. Kadın altı aylık hamileydi adam en son giderken. Döndüğünde iki buçuk aylık bir bebeğin babası. Ve baba anlardı çikolata istediğini bebek ne zaman bu sesi çıkartsa. İki günde çözmüştü bebek çikolata istemenin yöntemini. Baba hemen buzdolabına koşar herkesten gizli çikolatayı avucunda eritir ve parmaklarıyla yedirirdi bebeğe. Tek yaptığı buydu. Bebeği hiç kucağına almazdı adam. Kendi kendine üzülen ve “niye” diye soran kadına; bizim oralarda ayıp derdi. Hele hele büyüklerin yanında! Kadın adam sık sık ortadan kaybolunca kapı aralığından görmüştü adamın bebeğe çikolata yedirdiğini. Kadın onu izlerdi gizliden. Çünkü anlayamazdı bir baba niye kucaklamaktan kaçınırdı bebeğini. Kız olsa belki anlardı ama… Erkekti… Erkekti işte!

On en fazla on beş gün sonrasında yine giderdi adam. Elinde valiz çalışmaya. Ardından kadın elde valiz ve çocukla haydiii baba evine. Otobüste gördüğü her erkeğe atlardı bebek yolda giderken. Baba kokusu mu arardı ne?

Kadın on kadar kadınla karşılaştı bu kez. Henüz ayrılığın birkaç saat ertesinde geldiği, baba evinin oturma odasında. Kadın; her altı ayda bir tekrarlanan senaryo sonrasında, değil defalarca hizmet ettiği bu komşu kadınlarla karşılaşmak, nefes almak bile istemiyordu. Daha birkaç yıl önce pencere kenarlarında toz arayan bu komşu kadınların parmakları geldi aklına. Birçok kez yakalamıştı onları, gizliden bu eylemi yaparken. Allah’ım ne günlerdi o günler diye geçirdi kadın içinden. Ne güzel işte dedi kadınlar hep ağızdan, kadının yüzündeki kedere bakarak. Evin var, paran var; koca derdi yok, bir şey yok. Ye parayı otur daha ne istersin? Kadınlar bunu biraz gıptadan, biraz da teselli etmek babında söylerlerdi. Çünkü henüz on sekizinde baba evini terk eden bu asi kadının böyle bir evlilik yapabileceğine inanmamışlardı. Başına kötü bir şeyler geleceğinden emindiler. Fakat kadın onları şaşırtmıştı.

Ve… Kadın yedi yıl sonrasında, yağmur altında, oğlunun okulunun ilk gününde onun elinden tutmuş kaldırımda yürüyordu. Bir taraftan yürüyor, bir taraftan ağlıyordu. Oğluna fark ettirmemeye çalışarak! Ne de olsa yağmur vardı; başkaları da anlamazdı. Dilinde ise bir çocuk şarkısı. “Saçakta bir serçe tir tir titriyor. Kimsesi yok onun, üzgün bekliyor. Gel serçe seninle bize gidelim. Üzülme ben sana yardım ederim. Sıcacık bir oda. Çeşitli yemler. Vücudun ısınır. Oynarız çember.

Oğlu ise ona eşlik ediyordu titreyen sesiyle…. Annesinin elinden sıkıca tutarak,

Kadın her şeyi bırakmıştı da geride; bir tek onu bırakamamıştı. Canını, kanını, yalnız geçen altı yılının tek ortağını!

Ve bu onlar için yeni bir hayattı. Yeni ve zor bir hayat…

 
Toplam blog
: 669
: 1503
Kayıt tarihi
: 19.01.07
 
 

Bir on dört mart sabahı güneş henüz arz-ı endam ederken üzeri yongalarla kaplı, küçük pencereli, ..