Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Mustafa Çifci Aşk Yazarı

http://blog.milliyet.com.tr/mustafacifci

11 Eylül '13

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

Yağmuru sevmiyorum sen yoksun diye

Yağmuru sevmiyorum sen yoksun diye
 

Yağmuru sevmiyorum sen yoksun diye


Ansızın özlüyordum onu. Ne kadar çok işim olursa olsun birden bire aklıma düşüyordu. Hatta en olmadık zamanlarda, en yoğun olduğum saatlerde aklıma geliyordu. Aklıma her geldiğinde birkaç saniye duruyor, acaba şimdi ne yapıyor, nerede diye kendime sorular soruyor, bir çok tahminlerde bulunuyordum. Onunla birlikte aklımdan bir çok duygular geçiyor, onu tanıdığım için içime sevinçler doluyordu. Küçük bir çocuk gibi kendi kendime gülümsüyordum. Bir an önce bitirmem gereken işlerimi, hatta yapmam gereken her ne varsa boşveriyor, işlerin önem sırası yer değiştiriyor, sadece onu düşünüyor, onu hayal ediyordum.

Oysa  o yanımda değildi. Sadece hayali gözlerimde canlanıyor, gece rüyalarıma giriyordu. Onunla birlikte söylediğim şarkılarda,  gezdiğim yollarda düşlerimin prensesi oluyordu. Ne zaman onu düşünerek yatağa girsem, onun o içten, o yakıcı sevgisinin beni gece boyunca koruduğuna inanıyordum. Ruhuma kadar giriyordu sevgisi. Ona dokunmak, ona sarılmak, ellerini tutup öpmek için bir çok şeyden vazgeçebilirdim.

Özlediğim uzaklardaydı. Yanımda olmasını istediğim, değer verdiğim, olduğu gibi kabul ettiğim insan yanımda değildi. Onu tanımadan önce aşkı bu kadar güçlü olduğunu bilmezdim. Aşkın büyüsüne bu kadar çok inanmazdım. Aşka düşüp kendinden geçercesine sokaklarda gelişi güzel gezinip hep sevgiliyi düşünmek, onunla görüşecek saati iple çekmek bana göre değildi sanırdım. Hatta böyle yaşayan arkadaşlarımın davranışlarının birçoğunu yapmacık bulurdum. Uzun zaman aşkı yaşayamadan, sevdiğimi söyleyemeden uzun aylar geçip gitmişti.

Yağmurlu bir günde aradım onu. “Artık yağmuru sevmiyorum”, dedi. “Hatta nefret ediyorum çamurlu sellerden. Islak ıslak dolaşmasını sevmiyorum.”

“Olamaz”, dedim. “Nasıl olur, sen yağmuru çok severdin eskiden. Bu kadar çabuk değişemezsin.”

“Aslında hiç değişmedim”, dedi. “Sen yanımda yoksun diye sevmiyorum yağmuru. Seninle ıslanıp ıslak saçlarımı kurulayan sen olmayınca yağmuru sevmiyorum.”

Uzaklarda olsada beni sevdiğini, en azından değer verdiğini biliyordum. İnsan sevdiği şeylere ne pahasına olursa olsun değer vermeliydi. Sevmek, değer verebilmekti. Kim olursa olsun, kendini önemseyenleri, sevenleri incitmemek gerekiyordu. Meshur piyanist Arthur Rubinstein konserlerin birinde küçük bir kızın hatıra defterini imzalamakta tereddüt ediyordu. Ellerinin çok yorulmuş olduğunu ileri sürünce küçük kızın cevabı şöyleydi:  "Ellerinizin ne kadar yorulduğunu biliyorum. Ama benim ellerimde en az sizinkiler kadar yorgun." “Niçin kızım?”, diye sormuştu sanatcı. Cevap düşündürücüydü:"Alkışlamaktan."

Yağmurlu günlerde beni arar, “Canım dışarıya bak, ne güzel oldu, haydi durma, çırılçıplak soyunda gel, yağmurun altında koşalım”, derdi. Zamansız beni aramasına öyle çok sevinirdim ki içim ılık ılık olurdu. Gönderdiği mesajları okuyunca pencereyi açar, uzun yollara düşen damlaları seyrederdim. Çatılardan serpen yağmur taneleri yüzüme, saçlarıma serperdi. Yerde birikmiş küçük su kabarcıklarında onun hayalini görmüş gibi gözlerimi oradan ayıramazdım. Bir süre sonra yağmur diner hayalini gördüğüm su birikintisi nemlenir, gökyüzüne doğru ağır ağır dağılırdı. En çok sevdiğimi kaybetmiş gibi telaşlanır gözlerimi gökyüzüne çevirir, onun dağılan yüzünü bulutlardan toplamaya çalışırdım. Dağılan küçük parçaları ne kadar uğraşsamda bir araya getiremez, tekrar gökyüzünde aramaya başlardım. Sanki bütün gökyüzü ve bulutlar ondan bir eser taşıyormuş gibi nereye baksam onu görmeye başlardım. Sanki bütün gökyüzü tebessüm dolu yüzü gibi gelirdi bana. Sonunda anlamıştım, onu yerde ararken gökte bulduğumu, baktığım her yerde onu gördüğümü, zorla ve tek bir yürekle onu hiç bir yerde tutamayacağımı, bir fotoğraf gibi hayalini sadece odamın duvarlarında saklayamayacağımı. Çünkü onu gökyüzü kadar çok seviyordum. Ve bu yüzden, çoğu zaman yıldızlar kadar uzaktı bana. Yıldızlar kadar uzak, güneşin yakıcı sıcağı kadar yakındı hasreti yüreğime. Onsuz geçen günlerimde hep onu arardım. Sokaklarda dolaşır, ayaküstü yol kenarlarında beklerdim. Bazen böyle davrandığım için kendime kızar, bazen de kendimi aptal gibi hissederdim. Çünkü onun olmadığı akşamlarda gidecek bir yerim yokmuş gibi hissederdim kendimi. Hayatımın tek gerçeği, yaşamın anlamıymış gibi alğılardım. Onun mutluluğu benim sevincim olmuştu. Onun hüzünlerinde ise üzülüyordum. O’nsuz ise kimsesizdim.

Onu ne zaman arasam birbirimizi sevdiğimizi, görüşmek için uygun bir zaman bulmamız gerektiğini söylerdik. Son günlerde babası hastaydı. Hastane koridorlarından mesajlar yazıyor, hasta insanları gördükce tek isteğinin sağlıklı günler olduğunu söylüyordu. Ve birgün o kara haberini verdi. Babasını kaybetmişti! Ağlıyordu.

Bütün herşeyin bir sonu vardı. İnsan çoğu zaman aradığını bulamıyor, istemediği, sevmediği, kaçtığı işler  çoğu zaman başına geliyordu. Ve birgün hepimiz gidecektik sonunda. Dönüşü olmayan bir yoldaydık. Ne yapılırsa yapılsın, ne edilirse edilsin son adresimiz mezarlıklardı. Bir gün hepimiz ağlayacaktık. Er ya da geç. Bir yanı gözyaşı gibiydi hayatın. Bazen biz, bazen de bizi üzenler, bize acı verenler, bizi anlamayanlar, bizi kıskananlar, bizi çekemeyenler, yüzümüze gülüp arkamızdan  kuyumuzu kazanlar vardı. Olduğumuz gibi kabul edemeyenler, bizi sevmeyenler vardı. Ama ben seni seviyordum dostum. Hem de çok seviyordum.

Ama yalnız değilsin dostum. Mezarlıkları gezdiğinde, savaşları, hastalılkları düşündüğünde bunu daha iyi anlayacağını biliyorum. Kimbilir nice insanların geleceğe dair planları, yapacakları işleri hep yarım kaldı. Belki de bu yüzdendir her ölüm erken ölümdür dedikleri. Bir düşün dostum, milyonlarca insan gökyüzünü görmeden yok olup gitti. Kimi yaşamlar hep acı çekerek, yoklukla savaşarak geçti. Bir çok insan rahata eremeden ölüp gitti. Hatta mezarları bile yok milyonlarca kahramanın. Ama ölenle ölünmez demeyeceğim. Çünkü her yakınımızın ölümüyle birazda biz ölürüz. Ve her ölüm bizden çok şey götürür. Her yakınımızın ölümünde öksüzlüğümüz biraz daha büyür. Her ölüm acısında hayatın gerçeğine bir adım atar ama zamanla acılara alışır, katlanmak zorunda kalırız. Çünkü yaşam hiç kimsenin ölümüyle durmaz, devam eder.

Canım benim. Can dostum. Sevdamın hep ayrı ayrı köşelerde kalan, hiç bir zaman doyasıya birlikte olamadığım aşkım.

Biliyor musun, senin yanında yakaladığım bir çok şeyi sen gittiğinde kaybediyorum. Senden uzakta olduğumda anladım hasretin nasılda insanı yakıp kavurduğunu. Hiç bir varlığın, hiç bir şeyin sevdamın verdiği sıcaklığı veremediğini senden ayrılıp yalnız kaldığımda anladım.

Şimdi yalnız  yağmur öncesinin sessizliği gibi durgun, ayrılık anı gibi ağır odamdaki hava. Yorgun ve bitkinim.


MustafaÇifci/www.mustafacifci.com

 

  

 
Toplam blog
: 297
: 523
Kayıt tarihi
: 16.04.13
 
 

Yazılarında insanı derinden etkileyen yoğun bir duygusallık, hüzün, karamsarlık ve yalnızlık vard..