Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Aralık '07

 
Kategori
İzmir
 

Yağmurun maviliği

Yağmurun maviliği
 

Yağsam mı yağmasam mı diyen hava, sonunda öğleyin koy verdi kendini, bir güzel yağmaya başladı. Yağmurun yağışını izlemek istedim birden. Özletmişti kendini geçen kış ve halâ bitmemişti özlem. Evimin hangi penceresinden izlesem derken, en uygun yer, evin köşesindeki oğlumun odası gibi geldi. Penceresi yola bakıyordu, balkona açılmıyordu diğerleri gibi. Bir tek yatak ters yöndeydi, ama bu çözülebilir bir problemdi. Yoo, yağmur seyredeceğim diye, yatağı ters çevirmedim. Maviler olsa neyse de, ''griliği'' seyredecektim, deymezdi. Sadece yastığın yerini değiştirip ayakucuna koydum. Bir yastık yetmezdi, iki tane koydum. Tül perdeyi kenara çektiğimde, dışarısı ile aramda bir tek cam kaldı, o da sayılmazdı; görünmezliği vardı. Bir gece önceden kalma, közlenmiş kestaneleri de tekrar ısıtıp, çukur bir tabağa koydum, koy verdim kendimi sırt üstü yatağa, kestane yiyerek, yağmur izliyorum.

Usul usul yağıyor yağmur, ''korkma İzmir, sel olmayacak'' dercesine... Ve yağmurun değdiği yapraklar, rengini olabildiğince parlak sunuyor seyredenlere. Pencereden bakınca ilk göze çarpan, birkaç yıl önce dikilen ve ancak camın yarısına kadar gelen, eğrelti otları gibi ama narin, yemyeşil yaprakları olan bir ağaç. Çiçekleri mavi açıyor diye dikmişti eski apartman yöneticisi. Nasıl sevinmiştim... Ve ilk çiçeklerini geçen bahar vermişti. Sanki mavileri kıskanıp saklamak ister gibi, birkaç çiçekti o da. Peş peşe yaprakların üzerinden kayıp uçlarına doğru gelen damlalar, yerin cazibesine daha fazla dayanamayıp usul usul damlıyor ve kim bilir kaç yaprakta izleri kalıyordu...

Onun hemen ardında, İzmir’de bir ot gibi kendiliğinden bahçelerde bitiveren, sonra kocaman olan, adı pek de hoş olmayan bir ağacın, çıplak ve ince iki gövdesi göze çarpıyor. İki gövde arasından ise, ağacın adeta esas gövdesi gibi duran, elektrik direği. Daha geride, yolun ortasındaki yeşil alanda, birkaç taneden başka yaprağı kalmamış ulu bir çınar var. Bakmayın öyle yapraklarının olmadığına, her yağmur damlası, öyle bir dokunuyor ki dallarına... Dalların mavi mavi parladığına yemin edebilirim; “Bu mavilerden sonra, baharda nasıl da yeşillenirim ben, görürsünüz siz.” dercesine. Dalıp gitmişim... Meğer bu pencereden, nasıl da güzel görünüyormuş şu griler bile. İnsan sahip olduğu şeylerin güzelliğini fark edemeyebiliyor, fark edemeyince de yaşayamıyor. Ama en azından bu gün, benim için öyle olmadı.

Canım birden yağmur çekti. Baktım olmayacak, laf olsun diye bir iş buldum kendime; İş Bankası’nın bankamatiğinden, otomatik hesabıma ''acilen'' para yatırmam gerekiyordu. Attım kendimi yağmurun altına. Hemen karşı sokaktan gitmedim ama. O kadar da acele değildi işim ve denizin maviliğine bulanmadan dönersem, deniz bana küserdi. Tam ters yoldan, hani şu dibinde sarı çiçeklerin açtığı okul duvarının oradaki yoldan gittim her zamanki gibi. Sarı çiçekler yoktu; birisi koparmış olmalıydı. Kimbilir, belki de koparıp saçına takmıştı.

Oradan aşağıya yollanıp, Mustafa Kemal Sahil Bulvarı’nı geçince... Evet, deniz kenarındaydım yine. Bu kez kimsecikler yoktu kıyıda. Sadece denizde birkaç karabatak vardı; ara ara dalıp yok olduklarına ve renkleri ''kara'' olduğuna göre, karabatak olmalıydılar. Usul usul yağan yağmur hem onları, hem beni ıslatıyordu. Deniz de ıslanıyor muydu acaba? Bak bunu hiç düşünmemiştim. Bir güzel ıslandığımı ise, eve gelince anladım. Olsun... Mavileri toplayıp gelmiştim, grilerin arasından. Ve her zamanki gibi, çayımı sevgiyle demleyip, küçük cam bardağımla içerken, pek güzel ısındım.

Sevgiler, maviyle...

 
Toplam blog
: 210
: 3227
Kayıt tarihi
: 29.03.07
 
 

Yazmak... Öyle güzel, öyle hoş ve öyle derin bir eylem ki!.. Olmazları bile oldurabiliyorsun. "Ke..