Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Aralık '10

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Yağmurun Yağışı ve Benim Demli Çayım

Yağmurun Yağışı ve Benim Demli Çayım
 

Ne güzel bir yağmur yağdı dün gece… Akşamdan başlamıştı yağan yağmur ve ben kendimi eve attığımda halen sürüyordu yağmurun yağışı… İnce ince… Naif bir yağmur yağışı vardı. Evimin balkonunda demli bir çayın eşliğinde yağmurun o naif yağışını izlemeye verdim kendimi. Evet… Demli bir çay ve yağan yağmur… O akşam her şey çok güzeldi… Gece yarısı yaklaştığında artık uykum iyiden iyiye gelmişti ve yağmur biraz daha şiddetini artırmıştı. Oysa ben, yatağa girmem gerekirken, bir türlü kalkamıyordum oturduğum yerden. Yağmurun o ince ince yağışını izliyordum. Ve en niahyetinde yerimden doğruldum, yatak odamın yolunu tuttum… Ama uyumak ne mümkün… Yağan yağmur taneciklerinin panjurlara vurduğu andaki çıkartmış olduğu gürültü ve patırtı uyku uyumayı o denli zorlaştırıyor ki… Uyuyamadım… Sadece gözlerimi yumdum ve saatlerce düşünmeye verdim kendimi. Kışı özlediğimi fark ettim. Hiç bitmesindi o yağmurun yağışı. Şöyle hiç kesilmeden birkaç gün devam etsindi istediğim. Etraf banyosunu yapsın. Doğa yıkansın. Her yer, her yan toprak koksun. Çam kokuları yayılsın dört bir yana. Yağmurun yağışını nede çok özlemişim, dün fark ettim… Bir tarafta yağan yağmur, bir diğer tarafta kafamda kördüğüm olan düşünceler… Yazacak ne kadar çok şeyim olduğunu düşündüm bir an için… O yağmur muydu beni bu düşünceye, ne kadar çok yazacak şeylerimin olduğu düşüncesine sevk eden? Bilmiyorum ama gereçek bu… Yazacak o denli çok şeyim var ki… Yazacağım şeylerin neresinden başlayacağımı da bilmiyorum. Sanırım kötü olan da bu olsa gerek. O kadar çok şeyin yazılacağı bir zamanda, ben, gecenin bir yarısı yağan yağmurun ahenginden demler vuruyorum… Olsun. Bir an için düşündüm ve evet “olsun” diyebildim kendi kendime. Nasıl olsa zaman çok… Nasıl olsa yazacak daha çok vakit var. Ben yağmura olan özlemimi dile getirmek istiyorum… Hem de dolu dolu… Yağmuru seviyordum işte… Onca defalar yolda kalmış olsamda, yıllar öncesinden bilmem kaç kez evimi su basmış olsa da… Olsun işte ben seviyordum yağmurun yağışını. Yıllar önceki o hallerim aklıma geliyorda… Sabah eşimle uyandığımızda evimizin her yanını nasıl da su kaplamıştı. Yataktan uyanıp, ayağımızı yer koyduğumuzda, bileklerimize kadar suya battığımızı fark etmiştik… Ve sadece eşimle birbirimize bakıp, güldüğümüzü hatırlıyorum. Oysa ne sinir bozucu bir şeydi evi suyun basması. Yok artık su basmaz kolay kolay evleri. O eski zamanlardaki şiddette yağmurlar yok. O zamanların gök gürültüleride kalmadı. Oysa ne güzel olurdu balkondan o gürleyen gök gürültüsü ve çakan şimşekleri seyretmek. Akdenizin üzerlerinde bir yerlerde şimşekler ardı sıra kesilmeksizin çakar ve sonrasında, aniden her yana bomba düşmüşçesine gürleyen bir gök gürültüsü hakim olurdu. Şimdilerde kalmadı şimşeğin çakışı ve gök gürültüsü. Daha naif yağıyor yağmur. Çılıgıncasına değil… Keşke çılgıncasına yağsa. Çılgıncasına yağıp, beni balkon kenarındaki camın dibine yapıştırsa… Ve hiç bitmese o yağan yağmur. Her yanı sular seller götürse… Yok yok, öyle olmasın. O kadar değil. Gök gürlesin ama seller akmasın, yağmur yağsın, doğa şenlensin ama, evleri su basmasın. Kötü oluyor. Hele bir de ölümler varsa… Geçen sene geldi aklıma birden… Lanet bir geçen seneydi. Hani İkitelli’de insanlar ölümüştü ya… Yok… Eğer böyle olacaksa, olmasın. Varsın olmasın. Usul usul yağsın. Ve ben camın kenarında demli çay yudumlayayım. Belki rakı, belki şarap… Neden olmasın? Rakının yanında bir de tam yağlı tarafından beyaz peynir oldu mu gerisine ne ihtiyaç… Hafif hafif yudumlayacaksın rakından ve o ara şiir de okusam hani fena olmaz diyorum. Aslında çok şiir seven birisi değilim. Yazmayı hiç denemedim ama becerebileceğimi sanmıyorum. Bilmem... Belki beceririm… Daha önceden bir yazı yazmıştım. Şiir niyetine değildi ama nedense editörler şiir kategorisine almışlardı. Tuhafıma gitti bu durum pek tabiki. Zaten şiir kategorisinde bir tek o yazım vardır. Şiir niyetine yazılmamış şiir… Hani şu yağan yağmura kendini kaptırdın mı, şöyle biraz olsun kendini verdin mi şu yağan yağmura, önünde bir de rakı varsa ve beyaz peynir de meze olmuşsa o rakıya şair olmamak ne mümkün… Ne şiirler çıkar ortaya. Neyse ben şiir yazmayayım yinede. Okumayı tercih ederim. Okuyorum zaten. Nazım Hikmet’i pek tabi ki tek geçiyorum. Aslında neden o yağan yağmurun izlence anında çayın yanında Nazım’ın şiir kitaplarından birisini almamıştım ki… Kahretsin… Unuttum… Hiç aklıma gelmedi. Neyse, ben Nazım’ı şiir ve düz yazı hadisesinde tek geçiyorum zaten. Mükemmel buluyorum. Hele hele geçtiğimiz günlerde okuduğum “Kemal Tahir’e Mahpushane’den Mektuplar” kitabı muhteşemdi. Yıllar önce çocukluk arkadaşım Bekir’de görmüştüm bu kitabı. Ayak üstü göz gezdirmiştim. Şimdiye kısmet oldu okumak. Okuyup bitirdiğimde ne kadar geç kaldığım fark ettim. Keşke daha önceleri okusaydım. Neden okumamıştım? Hiç aklıma da gelmedi. Oysa neden şimdi okumaya karar vermiştim? Onu da bilmiyorum. Özellikle okumak için başına oturmamıştım. Sadece elime aldım, sayfaları karıştırmaya başladım ve sonrasında kitaptan başımı kaldırdığımda onlarca sayfayı geride bıraktığımı fark ettim. Devam ettikçe ettim. Okudukça okudum. Ve bir türlü bırakamadığım kitabı birkaç gün içerisinde adeta yiyip yutarcasına tükettim. Nazım Hikmet Bursa Cezaevi’n de yatarken Kemal Tahir’e mektuplar yazıyor. 1935 ve 1950’lili yıllar arasındaki edebi atmosferi soluyorsunuz. Neyse, şimdilik bu hususa girmeyeyim. Girersem şu sabahın kör vaktinde bu işin içerisinden hemencecik çıkamam. Bir sonraki yazıya bırakayım bu kitabı anlatmayı. Nazım şiirleri beni çekiyor kendisine… Dedim ya, şu yağmur yağışının izlence esnasında bir Nazım şiirlerinden bir demet yapsaydım hiç fena olmazdı. MB’den de okuduğum arkadaşlar var. Nedim Üstün’ü şir hususunda tek geçiyorum. Bir ara Babür Pınar’da yazıyordu MB’de. Son dönemlerde şiirlerine hiç denk gelmedim. Yok… Ben Nedim Hoca’yı şiir hususunda sitenin duayeni olarak görüyorum.

Yine sabah ışıdı işte… Yağmur halen yağıyor. Yağsın… Devam etsin yağmaya…Bir adam ve bir kadın yolun tam ortasındalar. Kadın kırmızı bir kaban giymiş, elinde şemsiyesi… Adamda şemsiye yok. Islanıyor yağmurun altında. Kadın devam etti yoluna ve adam diğer bir yöne doğru yürüdü… Bir genç kız şimdi kaldırımda yürüyor. Otobüs durağına doğru… Sanırım öğrenci. Üniversite öğrencisi veya çalışan birisi. Neden şemsiye almamış acaba? Merak ettim işte… Oysa yağmur ıslatırcasına yağıyor… Yollar su birikintisi olmuş. Bulutlar alabildiğine ağırlaşmış. Sabah sabah ne kadar çok motorsikletli insan geçti yoldan. Bu yağmurda ne zor bir şey motorsikletle yolculuk yapmak. Ama hayat işte… Elden bir şey gelmez ki… Hava iyiden iyiye aydınlandı… Ben de artık kalksam ve işimin yolunu tutsam diyorum.

 
Toplam blog
: 1509
: 1145
Kayıt tarihi
: 07.08.07
 
 

Yazarım... Okurum... Öğrencilik yıllarımda çok yazdım... Kompozisyon derslerinde yazdım... Duvar ..