Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Kasım '12

 
Kategori
Sosyoloji
 

Yahya Kemal, ‘Tâ Malazgirt Ovası'ndan yürüyen Türkoğlu bu nefer miydi?

Yahya Kemal, ‘Tâ Malazgirt Ovası'ndan yürüyen Türkoğlu bu nefer miydi?
 

Yahya Kemal BEYATLI 1950'lerde bir gün gençler arasında


‘Eğil dağlar eğil üstünden aşam

Yeni tâlim çıkmış varam akşam

Yahya Kemal Beyatlı, kimi yazarlarca daha çok Osmanlı’nın güçlü yönlerini şiirlerinde dile getiren, o günlerin özlemi ile yanıp tutuşan bir şair olarak anılmak istenmektedir. O’nun Süleymâniye'de Bayram Sabahı, Itri, Akıncı,Mohaç Türküsü, İstanbul Fethini Gören Üsküdar, Eski Mûsıkî, Koca Mustâpaşa, Rindlerin Hayatı, Rindlerin Akşamı, Rindlerin Ölümü, Mâverâda Söyleniş, Mehlika Sultan, Endülüs'te Raks gibi şiirlerini nasıl unutabiliriz? O da inanıyorum ki çoğumuz gibi dün, bugün ve gelecek arasındaki durumlar için çırpınmıştır. Ne ki O’nun büyüklüğü duygularının belki de çok azını şiire ve yazıya dökmüş olmasındadır. Oysa Fransa’da Siyaset Bilim tahsil etmiş olan Yahya Kemal bir tek şairlik yönü ile irdelenecek bir kişi değildir.

O'nun Çocukluğum, Gençliğim, Siyâsi ve Edebî Hatırâlarım ile Eğil Dağlar eserleri yanında Nihat Sami Banarlı’nın Yahya Kemal’i Hatıraları bize sorunlarımızı nasıl değerlendirdiğinin de ip uçlarını verir. Elbette Yahya Kemal de Osmanlı Devletinin eski güçlü dönemlerdeki etkileri ile gurur duymaktadır. Ancak 30 Ekim 1918’den sonra başlayan dört yıllık ‘mütareke’ ve ‘işgal’ yıllarını unutabilmesi ne mümkün!

Yahya Kemal'in Balkanlar’da geçen çocukluğundan sonra kendi imkanları ile Anadolu’yu da dolaşmış olan Yahya Kemal, o yıllarda dillerden düşmeyen:

Eğil dağlar eğil üstünden aşam

Yeni tâlim çıkmış varam akşam’ türküsünün de vermiş olduğu güçle İstiklal Savaşı konulu yazılarını Eğil Dağlar başlığı altında toplar.

Şimdi O’na kulak verelim:

'Mütareke akdedilmeden bir gün önce düşman tayyâreleri güpegündüz bir daha İstanbul’u alt üst ettiler. Vatanın üstündeki şeâmet (uğursuzluk) dopdolu bir haldeydi. Mütareke imzalanmış. O gece Şişli’deydim. Sabah Beyoğlu’ndan çıkarken, kapılara, pencerelere bayrak asan, bağırıp çağırışan, âdetâ nümayiş eden insanlar gördüm. Senelerden beri görmediğimiz İngiliz, Fransız ve bilhassa Yunan bayrakları, mağazalara, apartman pencerelerine yeni asılıyorlardı. Sabah vapuruyla Ada’ya gittim; Rumlar, müteheyyiç (coşkun, heyecanlı), iskeleyi doldurmuşlardı. Bir Rum kadını âvâm (halk, ayak takımı) saffetiyle (saffet, ‘saflık, temizlik, arılık’), lâkin pek müteheyyiç, sevinçle yanıma sokuldu; Rumca bir şey söyledi. Anlamadım. Yarım Türkçeyle, Beyoğlu’nda bayrakların asılıp asılmadığını sordu. Yüzüne baktım. Cevap vermedim. Kadına, orada bulunan bir Rum, Rumca, ‘O Türktür’ dedi. Kadın hayretle yüzüme baktı; bir başkasına sormaya gitti.

Beyoğlu’nda bayrakların asıldığı haberi yayılmıştı. Ada Rumları zıplayarak, hoplayarak müttefiklerin bayraklarını çıkardılar; onlar da asmaya koyuldular. Henüz nümayiş gösteri, yürüyüş) falan yoktu. Yalnız hamd olsun harp bitti, sulh oldu diyorlardı. Ertesi gün İstanbul’da ilk Fransız zabitleri göründüler (Çocukluğum, Gençliğim, Siyâsi ve Edebî Hatırâlarım, 2. Baskı İst. 1976. 140-141.s.)

Yahya Kemal, 'Malazgirt Savaşı'nın Türk tarihinin başlangıcı sayılması gerekir'

 
Yahya Kemal İstanbul’da Vefa Lisesi'ndeki öğrencili sırasında, ‘okuduğu Fransızca romanların etkisi ve ve Jön Türkler’e duyduğu ilginin etkisiyle 1903 yılında II. Abdülhamid baskısı altındaki İstanbul’dan kaçarak Paris’e gitti... Hiç dil bilmeden gittiği bu kentte hızlı bir şekilde Fransızca öğrendi. 1904 yılında Sorbonne Üniversitesi’nin Siyaset Bilimi bölümüne kaydoldu. Okulda ders veren tarihçi Albert Sorel’den etkilendi. Okul hayatı boyunca derslerinin yan sıra tiyatro ile ilgilendi; kütüphanelerde tarih hakkında araştırmalar yaptı; Fransız şairlerin kitaplarını inceledi. Tarih alanındaki incelemeleri sonucu 1071 yılındaki Malazgirt Savaşı’nın Türk tarihinin başlangıcı sayılması gerektiği görüşüne vardı. Araştırmaları ve sosyal etkinlikleri derslere zaman ayırmasını ve sınavlarda başarılı olmasını engelleyince bölüm değiştirerek Edebiyat Fakültesi’ne geçti ancak bu bölümden de mezun olamadı. Paris’te geçirdiği dokuz yılda tarih bakışı, şairliği, kişiliği gelişti.' İstanbul’a 1912’de geri döndü. (Alıntı yeri: Meral Tozluyurt, Yahya Kemal Beyatlı’nın Siyasi Portresi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2007)
 
Yahya Kemal, 'Milliyetimizin ve vatanımızın teşekkülüne dair dağınıklık vardır'
 
Yahya Kemal, Fransa’da kaldığı yıllarda Fransız şiirini yakından tanıma fırsatı bulduğunu belirtir. ‘Bir gün Camile Julian’ın bir cümlesini okudum. Bu cümle benim, milliyetimizin ve vatanımızın teşekkülüne dair dağınık düşüncelerimi birdenbire yeni bir istikamete sevk etti. Camile Julian’ın cümlesi şuydu, ‘Fransız milletini, bin yılda Fransa’nın toprağı yarattı. Bu cümle kafama birdenbire yeni bir ufuk açmıştı. Artık milliyetimize dair fikirlerim bu cümlenin ilham ettiği noktada birleşiyordu.’
Edebiyatçı, şair ve gazeteci Beşir Ayvazoğlu Yahya Kemâl’in İstanbul’dan ayrılarak Paris’te dokuz yıl kalmış olmasını şöyle yorumlar: ‘İstanbul’dan bize ait her şeye nefret hisleriyle dolu olarak kaçan, tarih ortasında ve coğrafyada Türklüğü aramak üzere, genç bir adam olarak döner.’ (Yahya Kemâl Eve Dönen Adam, Ötüken Yay., İstanbul 1996, 27.s.)
 
Dr. Özcan Bayrak, 'Onun şiirinin kaynağında Türklerin yarattığı uygarlığa hayranlık vardır'
 
‘XX. Yüzyıl Türk şiirinin en gür ve en manalı sesi olan Yahya Kemâl’de Türkçe, kendi şiiriyetini ifâde imkânı bulmuştur.  Şairin değindiğimiz fikir dünyası ve şiir hakkındaki görüşleri şiirlerinin kaynağını teşkil etmektedir. Yahya Kemâl’in, şiirlerine genel olarak;  İstanbul semtleri ve bu semtlerde yaşayan insanlar, İstanbul ve Boğaziçi’nin doğa güzellikleri, Türk toplumunun yarattığı uygarlık ve bu uygarlığa duyduğu hayranlık şiirinin kaynaklarını oluşturur. Osmanlı tarihindeki zaferler ve yenilgilerin verdiği duygular, doğanın eşsiz güzelliği, din ve sonsuzluk duygusu, yaşlılık ve ölüm şiirinin kaynaklarını teşkil eder. ‘Vatan’ Yahya Kemâl’in şiirlerine kaynaklık eden en önemli  unsurların başında vatan gelir.  Yahya Kemâl’de vatan, insanın toprak ile özleşmesi neticesinde oluşan, kendine has dokusuyla bir bütündür. (Özcan Bayrak,  Fırat Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü. Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature  and History of Turkish or Turkic  Volume 4 /1-II  Winter 2009)
 
Unutmayalım ki Yahya Kemal Batı emperyalizminin yayılmacılığı ve kötü yönetimler sonucu doğmuş olduğu Osmanlı kenti Üsküp dahil bütün Balkanların kıyımlar, sürgünler ve dayatılan anlaşmalar ile elden çıktığını da görmüştür. Bu yüzden O’ndaki ‘vatan’ kavramının ayrı bir ağırlığı vardır. Özellikle 30 Ekim 1918 günü imzalanan Mondros Ateşkes Anlaşmasından sonra İtilaf Devletlerince İstanbul’un dört yıl süre ile işgal edilmişliğini de düşününce O’ndaki ‘vatan’ kavramı ile ulusal kimlik konularındaki duyarlılığı ilgi çekecektir.
 
'Yahya Kemâl’e göre vatan bir nazariye değil, bir topraktır. ‘Bu toprak, cetlerin mezarlarının bulunduğu, camilerin  kurulduğu yerdir. Sanayi-i nefise namına ne yapılmışsa onun sergisidir.’ (Kaynak: Yaşar Şenler, Kültür ve Edebiyata Dair Görüşleriyle Yahya Kemâl, Ötüken Yay., İstanbul 1997, s. 162) ‘Yahya Kemâl’in, İstanbul’u konu alan şiirlerinde, bu şehri vatanın sembolü olarak ele aldığı bilinmektedir. Çünkü coğrafi mekânı vatan yapan kollektif ruhtur. Kollektif ruh, en iyi ve en güzel şekilde İstanbul’da tezahür etmiştir.'
 
'Yahya Kemâl’in vatan anlayışında, 1071 yılında yapılan Malazgirt Meydan Muharebesi sonucu açılan topraklar vatanı teşkil eder. Toprak parçasının vatan olarak kabul edilmesinde dil çok önemlidir. Yahya Kemâl bu konudaki görüşlerini şöyle dile getirir, ‘Türkçenin çekilmediği yerler vatandır. Ancak çekildiği yerler vatanlıktan çıkar. Vatanın kendi gövde ve ruhu Türkçedir.’ (Mustafa Özbalcı, Yahya Kemâl’in II.Meşrutiyetten Sonra Gelişen  Edebiyatımızdaki Yeri, Milli Kültür Mec., Aralık 1985, 51.s. ile 24.s.)
 

Yahya Kemal, ‘Tâ Malazgirt Ovası'ndan yürüyen Türkoğlu / Bu nefer miydi? Derin gözleri yaşlarla dolu.

 
‘Süleymaniye’de Bayram Sabahı’nda daha değişik bir tarihi perspektif içinde takdim edilişi ile karşılaşırız. Bu abide şiirde yer alan: Tâ Malazgirt Ovası'ndan yürüyen Türkoğlu bu nefer miydi, sözleri, dokuz asır boyunca, vatan toprağı, milli tarih ve İslâm imanı ile yoğrula yoğrula gelen bir milleti; asırların sabırlı, kararlı ve sihirli ellerinin şekillendirdiği bir terkîbi sembolize etmektedir. ‘Bu nefer’ bütün bir millettir. O, bizim dün, bugün ve hatta yarınlarımızın bir aynasıdır. ‘Tâ Malazgirt Ovası'ndan yürüyen Türkoğlu’ mısrası Anadolu da Türk tarihinin başlangıç noktasını ifade eder. 1071 yılında yapılan Malazgirt Meydan Muharebesi neticesinde açılan Anadolu vatanı teşkil eder. Vatan, maddi ve manevi unsurlarla üzerinde yaşanılan kutsal mekândır. Vatan, bizim kendi Gök Kubbemiz’dir. Türk milletinin milli ve dini değerlerini çok iyi bilen şairimiz; kendi benliğinin farkında olmayan insanlara karşı düşüncelerini mısralarında büyük bir heyecanla dile getirmektedir. Yahya Kemal, ‘Acabâ, bizim vatanımız gibi, geniş bir memleketi olup da onu asla görmeyen, edebiyatta, gözleri ecnebî bir âleme dalmış ve yalnız o âlemden bahseden başka bir millet var mıdır? ( Yahya Kemâl,  Edebiyata Dair, Yahya Kemal Enstitüsü Yay., İstanbul 1971, 139.s.) diyerek kendi milletinin büyüklüğünden, vatanının güzelliklerinden haberdar olmayanlara sitem eder. (Alıntı yeri: Özcan Bayrak, Fırat Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü. Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature  and History of Turkish or Turkic  Volume 4 /1-II  Winter 2009, 1526-1527)
 
Büyük Şairimizin Akıncı adını verdiği bu şiiri onu sevenlerce Akıncı Türküsü ya da Akıncı Destanı olarak da nitelenmiştir. ‘Akıncı... epik bir şiirdir. 'O gün bin atlı çocuklar gibi şendik' mısrası Türk popüler kültüründe çeşitli yerlerde kullanılmıştır ve şiire göndermeler yapılması oldukça olağandır. İsminin de belirttiği üzere teması Osmanlı İmparatorluğu tarafından görevlendirilen Akıncı atlı birlikleridir. Şiirin yapısı ve sözcük seçimi coşkulu bir hava yaratmaktadır ama dokuz ve onuncu mısralar bu genel duruma ters düşmektedir. Şair "Mef’ûlü Mefâ’îlü Mefâ’îlü Fe’ûlün" şeklindeki aruz kalıbını benimsemiş olsa da günümüz Türkçesine daha yakın sözcük seçimi şiire modern bir hava katmaktadır. Şiir ikişerli gruplanmış on iki mısradan oluşmaktadır. (Alıntı yeri: http://tr.wikipedia.org/wiki/Akıncı)
 
Yahya Kemal’in bir ‘akıncı’ olarak bize anlatmaya çalıştığı kahramanlardan biri de elbette tarih yolculuğu diyebileceğimiz Süleymaniye’de Bayram Sabahı şiiri içerisinde tasvir etmeye çalıştığı bir ‘nefer’ olarak çıkar karşımıza:
‘...
Gördüm ön safta oturmuş nefer esvaplı biri
Dinliyor vecd ile tekrar alınan Tekbir'i
Ne kadar saf idi siması bu mü'min neferin!
Kimdi? Banisi mi, mimarı mı ulvi eserin?
Tâ Malazgirt ovasından yürüyen Türkoğlu
Bu nefer miydi? Derin gözleri yaşlarla dolu,
Yüzü dünyada yiğit yüzlerinin en güzeli,
Çok büyük bir iş görmekle yorulmuş belli;
Hem büyük yurdu kuran hem koruyan kudretimiz
Her zaman varlığımız, hem kanımız hem etimiz;
Vatanın hem yaşayan varisi hem sahibi o,
Görünür halka bu günlerde teselli gibi o,
Hem bu toprakta bugün, bizde kalan her yerde,
Hem de çoktan beri kaybettiğimiz yerlerde...’
 
Ahmet Hamdi, ‘İşgal altında İzmir ve İstanbul, boyununu bükmüşler kurtarıcı bekliyorlardı
 
20. yüzyılın başında peş peşe gelen bozgunlar nedeni ile Balkanların elden çıkması ile Osmanlı Devleti parçlanmaya doğru yol almaya başlar. İttihat ve Terakki Fırkası, 2. Abdülhamid’le başlayan Almanya İmparatorluğu yanlısı siyaseti daha da geliştirerek bir oldu bitti ile Devleti 1. Dünya Savaşı ile yüz yüze bırakırlar. Başta Çanakkale Deniz ve Kara Savaşları olmak üzere Ortadoğu ile Kafkaslar’daki bazı cephelerde kazanılan zaferlere karşılık Osmanlı Ordusu geri çekilmek zorunda kalır. Çünkü özellikle Arapların İngiliz, Fransız ve İtalyan yanlısı bir işbirliğe tutunmalarıyanlı Osmanlı Ordularının direncini kırmıştır. 
 
Benzer biçimde Alman Orduları da Avrupadaki cephelerde üst üste almış oldukları yenilgilerden dolayı teslim olmak zorunda kalmıştır. 30 Ekim 1918’de Avrupalı Büyük Devletler ile Osmanlı Devleti yetkilileri arasında imzalanan Mondros Ateşkes Anlaşması ile birlikte Anadolu ve Trakya kısa sürede İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan ordularınca işgal edilmeye başlar. Bu sırada İstanbul Üniversitesi’nde Türk Edebiyatı Tarihî ve Medeniyet Tarihî dersleri veren Yahya Kemal öğrencilerini aydınlaşmak yanında çoğu yazar gibi içine düşülen durumun dayanılmazlığı karşısında ‘hukuk’, ‘millet’, ‘hürriyet’, 'vatan', ‘tarih’ ve ‘istiklâl’ kavramları doğrultusunda gazeteelrde makaleler yazmaya başlarlar.
 
O’nun öğrencilerinden Ahmet Hamdi Tanpınar o günlerdeki durumu şöyle açıklıyordu:
‘Nedîm, Nef’î, Galib, Millî Mücadele, hürriyet ve istiklâl aşkı, Alfred de Vigny’nin şiirinin çerçevesinde, ıssız ormanda, ayışığında, yaralarını yalayarak sessiz ölen kurdun etrafında çok tabiî unsurlar gibi toplanmıştı. Bir şimşek parlıyor, biz Mustafa Kemâl’i Anadolu dağlarında yorgun orduyu toplar görüyorduk; bir başka şimşek ışığı daha, ömründe bir kere bile gülmek fırsatını bulmamış kadınlar ve yetim çocuklar, bakımsız viran şehirler, işgal altında İzmir ve İstanbul, boyununu bükmüşler kurtarıcı bekliyorlardı. Ve böylece birbiri peşinden gelen parıltılar arasında insan talihine, insan haysiyetine, ölüme, aşka açılıyor, yıkılmış İmparatorluğun enkazı arasından yaralı vatana sarılıyorduk.' (Ahmet Hamdi Tanpınar, Yahya Kemâl, İst. 1962, 7.s.)
 
Yahya Kemal, ‘Mustafa Kemal Paşa milletin timsalidir
 
Yahya Kemâl, İstanbul’da Mustafa Kemal Paşa ile hiç görüşmemiştir. Ancan Mustafa Kemal’in Anafartalar Kahramanı olarak adının duyulmasından sonra O’na karşı beslemiş olduğu güvenini  Sene Evvel Bugündü başıklı yazısında şöyle dile getiriyor: Tarihîn herhangi bir kumandanı için Anafartalar müebbed bir şan ve şeref hâtimesi olabilirdi. Halbuki bu memleketi kurtarmağa gelmiş büyük adama Anafartalar ancak bir başlangıç oldu.’ (Yahya Kemâl, Mektuplar Makaleler, 1977, 158.s.)
Yahya Kemal’e göre İşgal Altındaki Türkiye Mustafa Kemal’in başlamış olduğu ‘milli hareket’ ile istiklâline kavuşacaktır. Onun bu teşebbüsünden dolayıdır ki Türkler ilk olarak ‘millet’ oldularını anlayabilmişlerdir.
 
Yahya Kemâl, Mustafa Kemâl Paşa başlıklı yazısında, Yunanlılar’ın İzmir’e çıktıkları gün, İstanbul’dan Samsun’a bir adamın gittiğini fark edemediklerini belirttikten sonra şunları söylüyor: ‘O adamın neden sonra ismini öğrendiler, şimdi de rüyalarına giriyor. Yunanlı’lar, bu ismi ve adamı, Kartaca,  ‘Kadim Caton’u nasıl müebbeden hatırladıysa öyle hatırlayacaklardır.’ (Yahya Kemâl, Eğil Dağlar, 3.Baskı, İst. 1975, 119.s.)
 
Ona göre Mustafa Kemal, ‘Bir timsaldir... Mustafa Kemâl’i bir şahıs zannedenler aldanıyorlar. Mustafa Kemâl, İzmir’e efzunlar çıktığı günden evvel bir ferddi. O günden beri artık bir ferd değil bir timsaldir.’ (Yahya Kemâl, Eğil Dağlar, 3.Baskı, İst. 1975, 34.s.) ‘Talihin orada yaman bir örs üzerinde döğdüğü dehânın Sakarya’da parladığını, Dumlupınar’da galebe ettiğini gördüğümüz gibi, eserinin kemâlini de göreceğiz.’ (Yahya Kemâl, Mektuplar Makaleler, 1977, 158.s. Alıntı yeri: http://w3.balikesir.edu.tr/~iacar/yk2.htm)
 
Yahya Kemal o günleri görmüş ve Türkiye Cumhuriyetinin tapusu demek olan Lozan Barış Anlaşması için oluşturulan Murahhaslar Heyetinde görev almış; bazı sorunlara rağmen siyasi dehası ile etkili olmaya çalışmıştır.
 
Büyük şairimiz ve düşünce dünyamızın yıldızı Yahya Kemal BEYATLI nur içinde yatsın..
 
Toplam blog
: 570
: 1034
Kayıt tarihi
: 14.09.08
 
 

1974'te H.Ü. Sosyoloji ve İdare Bölümü'nü yüksek lisans tezi ile bitirdim. 1976 yılında yapımcı y..