Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Temmuz '10

 
Kategori
Deneme
 

Yahya Kemal ve Teşvikiye'de bir öğle vakti

Kadîm dostum, Cuma gecesi telefonla arayarak, “Yarın sabah saat 06.00”da İstanbul'a gideceğiz. Erken uyu. Ben sabah seni kapıdan alırım.” dediğinde çocuklar gibi sevinmiştim. Bende İstanbul'un farklı bir yeri vardır. Nicedir içime ve odama kapandığımdan neredeyse unuttuğum şehir İstanbul. ”Şehirler padişahı” İstanbul. Padişahları kıskandıran güzel belde. Boğazlara oturtulmuş sırça bir köşk. Uğruna nice şiirler yazılmış mağrur sevgilisi. Yahya Kemal'in “Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer” dediği, Orhan Veli'nin gözlerini kapayarak dinlediği, Necip Fazıl Kısakürek'in “gecesi sünbül, Türkçesi bülbül kokan, canım İstanbul’ u.

Aşağıdaki nükte bile ne kadar mânidardır:

Bir Ankara dönüşü sırasında Yahya Kemal'e sorarlar:
-Üstad, Ankara'nın en çok nesini seviyorsunuz?
Cevap:
-İstanbul'a dönüşünü…

Şiir tarihimizde çeşitli kavramlarla özdeşleşmiş şairler vardır. Hürriyet şairi, Nâmık Kemal; millî şair, Mehmet Âkif Ersoy gibi… İşte bu noktada İstanbul şairi şeklinde bir tanımlama olsa bunu en çok hak eden Yahya Kemal Beyatlı'dır. Aruz vezninin o sarp yollarında İstanbul için öyle şiirler yazmıştır ki şairleri -söz yerindeyse- şairliğinden utandırmıştır.


Dipnot:

Yeri gelmişken Yahya Kemal'in İstanbul Fetih Cemiyeti tarafından basılan, baskı temizliği, kâğıt kalitesi, kapağıyla gerçekten Yahya Kemal Beyatlı'ya yakışır “Kendi Gök Kubbemiz” şiir kitabını şiddetle tavsiye ederim. Fiyatı 7.5 YTL

Şiir iklimine dair bu girizgâhtan sonra cumartesine sabahına gidelim: Kadîm dostum söz verdiği üzre saat 06.00'da kapıdaydı. Otomobilimize binerek 4 dost olarak yola çıktık. Alaca karanlık sabaha gebeydi. Güzel bir gün başlıyordu. Hava soğuk değildi. 1, 5 saatlik rahat bir yolculuktan sonra Yalova'ya vardık. Acıların şehri güzel Yalova, güzel bir nisan sabahına uyanıyordu. Pazarcılar tezgâhlarını açıyordu. Tatil günü olmasına rağmen caddeler hiç de o kadar boş değildi.

Ben, otomobille devam edeceğimizi sanırken kadîm dostum otomobilimizi bir otoparka bıraktı. Sonra da bize bir şeyler söyleyerek o âşinası olduğumuz hızlı yürüyüşle arabalı vapur gişelerine doğru yöneldi. Biz sahilde, oracıkta kalmıştık. Hatta bir ara onu kaybettik ki arkadaşlardan biri cep telefonundan aradı…

O, biraz sonra geldi. Elinde arabalı vapur biletlerimiz vardı. Vapurun kalkmasına daha epey vardı. Sahile yakın bir yerde mükellef bir sabah kahvaltısı yaptık. Peynirler, lorlar, Bursa'dan aldığımız simitler. Buğusu üstünde çaylar.

Vapur 9.30'da kalkıyordu. Mudanya ve Bandırma'dan kalkan vapurları biliyordum. Ama bunu ilk defa görüyordum. İstanbul Büyükşehir Belediye'since hizmete sunulmuştu. Tasarımıyla, iç dekorasyonuyla gerçekten modern vapurlardı. Adları da tarih ve kültür kokuyordu.:Orhan Gazi., Cezayirli Hasan Paşa…

Arabalı vapura bindik. Ferah bir ortam. Tut ki uçaktasınız. Cam dibinde oturanlar ne kadar şanslı idi: 1 saatlik yolculuk boyunca “mavi atlas”ı seyrettiler. Saat 10.35 gösterirken vapur Yenikapı'ya vardı. İndik. Bir taksiye binerek Gülhane'ye gittik. Yukarılardan denize bakan bir çay bahçesinde hem eskimeyen bir dostumuzu ziyaret ettik hem de boğaza karşı çaylarımızı içtik. Sonrasında ver elini Teşvikiye Camii.

Nişantaşı dillerde pelesenkti ama ben ilk defa geliyordum. Tarihî doku olarak çok şey yoktu aslında. Galiba eğlence merkezleri, lüks mağazaları ile bilinen bir semtti. Çok da dikkat etmedim zaten. Çeşitli amaçlara hizmet eden –genelde yeme, içme, eğlenme- yapılarıyla, giyimiyle, kuşamıyla farklı bir İstanbul portresi. Tuttuğumuz taksi Teşvikiye Camii'ne vardığında ezan okunmak üzre idi. Demir bir kapıdan içeri girdik. Cami avlusunun sağ yanında sayıları 50'yi geçen “sosyete görünüşlü bir topluluk dağınık da olsa ikili üçlü sıralanmıştı. Bir acıyı yaşıyor gibi üzüntülüydüler. Bazı bayanların başlarında emaneten takılmış siyah örtüler vardı. Topluluğun bir çoğunda da siyah gözlükler. Abdest almak için şadırvana yöneldiğimde solda bir cenaze arabası gözüme çarptı. Bahçe kapısının sağındaki o topluluğun cenazesi olmalıydı.

Pırıl pırıl avizeleri, seccade büyüklüğü şeklinde örülmüş dilimli kaliteli halılarıyla güzel, temiz ve tarihi bir cami idi Teşvikiye.

Öğle namazını edâ ettik. Çıkarken imam efendi, cemaatin cenaze namazına da katılmasını belirtti. O kadar kalabalıktan 3-4 saf oluşturarak âdet olduğu üzre imam efendinin cenaze namazını tarifinden sonra namaza durduk. Bahçeden çıkarken yine Yahya Kemal Beyatlı'nın o ünlü şiiri Sessiz Gemi şiirinden birkaç beyit dilimin ucuna geldi:

“Bîçâre gönüller! Ne giden son gemidir bu!
Hicranlı hayatın ne de son mâtemidir bu.”

"Dünyâda sevilmiş ve seven nafile bekler;
Bilmez ki giden sevgililer dönmiyecekler.”

Kadîm dostumun gönüllü rehberliğinde bir büyük dostu ziyarete gittik. Tadı damağımızda kalan bir sohbetin ardından oradan çıktık. Gönüllerimizdeki ümitsizlik pası silinmişti. Ruh iklimlerimizde nur kuşları kanat çırpıyordu. Tazelenmek, yenilenmek bu olsa gerek. Ardından tramvay binerek Lâleli-Üniversite durağında indik. (Büyükşehir Belediyesi gerçekten iyi hizmet veriyordu. Son derece modern ve temiz tramvaylar bana Almanya'da çalıştığım yılları hatırlattı.) Dik yokuşlardan dar sokaklardan sonra karşımızda Koca Sinan'ın kalfalık eseri dediği –tevazua bakar mısınız– muazzam âbidesi: Süleymaniye Külliyesi. Ve o muhteşem eser Süleymaniye Camii. Yahya Kemal'e bırakalım gerisini:

“Ulu mabede karıştım vatanın birliğine,
Çok şükür Tanrı'ya, gördüm, bu saatlerde yine
Yaşıyanlarla berâber bulunan ervâhı. (ervâh: ruhlar)

Şaşkınlıklarla, hayranlıklarla, dualarla, o manevî iklimi ruhumuzun en derin köşelerinde hissederek yaptığımız ziyaretten sonra gitme vaktimiz gelmişti. Son arabalı vapur 1 saat sonra kalkacaktı. Hasan Celal Güzel yürüyüşlü, güzel kadîm dost kattı bizi yine önüne. Tarihi mekânların önünden, ara sokaklardan, İznik'in eski çıkış kapısını hatırlatan kapılardan geçerek epey bir zaman sonra Yenikapı’ya ulaştık. Vapura bindik. İstanbul'a akşam inmişti. Gece, lâcivert deniz ve arkamızda kalan insan şehir İstanbul.

1 saat sonra yine Yalova'da idik. Güzel gün bir nasıl da çabuk bitmişti. Bir saati geçen bir yolculuktan sonra Bursa’da idik. Biraz uykusuz, biraz yorgun ama ruhlarımız bir nebze olsun tatmin olmuş şekilde evlerimize yöneldik. Bu kadîm dosta müteşekkirdik. Kısa, tadı damağımızda kalan bir İstanbul gezisi böylece noktalanmıştı.

Uykudan ağırlaşmış göz kapaklarımı kaparken aslında bir İstanbul rüyâsına dalıyordum.

 
Toplam blog
: 300
: 1022
Kayıt tarihi
: 13.06.10
 
 

Tarih, edebiyat, şiir, dil ..