Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Nisan '08

 
Kategori
Felsefe
 

Yakalamak için kaçmak

Artık kaçacak, yalnız kalabilecek bir yer aradıkça insan kalabalıklarında kaybolup gittiğimi görüyorum. Yanlış anlaşılmasın, başka bir alternatifim olmadığından değil. Pekâlâ evime kapanabilir, telefonlara çıkmayabilir, maillerimi cevapsız bırakabilir, televizyonu açmayabilir, ya da ne bileyim, atlayıp arabaya, otobüse dağlara kırlara kaçabilir, bir türlü yalnız kalmanın yollarını arayabilirim. Ama benim durumum biraz farklı. Benim yalnız kalmak istedikçe insan kalabalıklarında kaybolup gidişimin özünde zorunluluk, ya da baskı yatmıyor . Ben istiyorum. İstediğim için yapıyorum. Anladım ki, benim kaçışım insanın gırtlağına göz diken, soluğunu kesen geçim derdinden, parasız pulsuzluktan, çıkmaza giren aşk ve insan ilişkilerinden, ya da beni her gün bir başka çıkarda gelir olarak gören politikasıyla, medyasıyla dünya düzeninden değil (onlara alışmışım, ya da üstesinden gelmişim demeyim, zira ben de bir türlü geçinip gidiyorum işte, ama onlarla bir türlü baş etmesini öğrenmişim diyeyim), benim kaçışım kendimden kaçış, yalnız kalabilme hasretim, kendime bıkkınlığımdan. Koca dünya'yla en ufak bir ilgisi yok. Ben kendimden kaçıyorum. Ben kendimden bıkmışım. Bu yüzden insan kalabalıklarına karışıyorum, çünkü ben kendimi o insan kalabalıklarında arayıp bulana kadar kaçabiliyorum kendimden, yanlızca kendimi aradığım müddetçe bu kalabalıkta yalnız kalabiliyorum kendimden.

İnsan neden kaçar kendinden, neden kendisi kendini rahat bıraksın ister? Nedir insanın kendine bıkkınlığının sebebi?

Başkalarını bilmem, ama benim kendime bıkkınlığımın sebebi kendimden korktuğumdandır. Kendimden korktuğum için kaçıyorum kendimden.

İnsan neden korkar ki kendinden?

Bence insan kendine yabancılaştığı an korkmaya başlar kendinden. Ben de kendime yabancıyım, o yüzden korkuyorum kendimden. Kendi içimde bir başkası oluvermeye başladığım an doğdu kendime olan korkum. Peki, insanın bu durumdan kurtulması mümkün müdür? Mümkünse de nasıl? İnsanın içindeki yabancı kendini tamamıyla kendi gözlerinin önüne sermesi, bir başka deyimle açığa çıkarması mümkün müdür? Yoksa insan hiçbir zaman kendiyle tanışık değil miydi? Yoksa iç dünyasının herhangi bir yerinde hep çekirdek bir ‘kendine yabancılık’ var mıydı? Kimdir bu adresini çıkaramadığım için kapısına dayanamadığım, 'birader bir bakar mısın?!' diyemediğim içimdeki ‘yabancı’?

İnsanın kendi içinde bildiği ‘yabancı’yı tanıması mümkün müdür? Eğer mümkünse, o zaman ‘yabancı’ diye iddia ettiği şeyin gerçekten de ‘yabancı’ olduğu ne kadar doğrudur? Tanınması mümkün bir şeye ‘yabancı’ demek mümkün müdür? Beni korkutan bendeki bu bana yabancı ben kim? Nasıl izine düşeceğim? Binbir maske sahibi ‘yabancı’nın hangi yüzünde aradığımı bulduğumu bileceğim? Yoksa yeni, binikinci yüzüne mi bakacağım?

Bilmiyorum, göreceğim...

Ama kafaya koydum, bu içsel yabancılaşmanın, sonunda beni bana ulaştırması umuduyla, izini süreceğim. Çünkü anladım ki, benim en büyük yüküm korkum, kendime bıkkınlığım, ya da kendimden kaçışım değil, bütün bunlar sırasında tükettiğim zamanın sırtıma çullanan çöpü yorgunluğum. Ne yapıyorsam, yorgunluğumdan yapıyorum. Yorulduğumdan yapıyorum. Ben yorgunluğumun durup dinlenmek nedir bilmez hizmetçisiyim. Beni kendimden eden korkumun adresi kendime yabancılığımın yolunu kesmek isteyişim yorgunluğumdandır. Bir an önce bana yabancı kendimle tanışmanın bir yolunu bulup, kendime yabancılığıma bir son vermeliyim. Artık yorgunluğuma hizmet etmekten yorgun düştüm. Bendeki bana yabancı benle tanışıp dinlenmek istiyorum.

Kendime yakalanıp kaçmaktan kurtulmak değil, bendeki bana yabancı ‘ben’imi yakalayıp kurtarmak istiyorum kendimi yorgunluğumdan.
Bana beni bendeki yabancının odasına buyur edecek gizli kapının kolu gerek.

- Birinci bölümün sonu -

(Devamı gelecek...)

 
Toplam blog
: 47
: 537
Kayıt tarihi
: 09.04.08
 
 

Freiburg Üniversitesi Nörolengüistik ve Felsefe bölümü mezunuyum. H..