Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Aralık '10

 
Kategori
Basın Yayın / Medya
 

Yakın geçmiş olayları üzerinden akreditasyon ve akredite

Yakın geçmiş olayları üzerinden akreditasyon ve akredite
 

CHP’nin yerel seçimlerdeki “Gandi” Kemal’i Kılıçdaroğlu, Bahçeşehir Üniversitesindeki “Seçim ve İletişim” konulu konferansta konuşmacıydı. Kılıçdaroğlu’nun konferansı gayet iyi geçmiş sıra sorular bölümüne gelmişti. O sırada bir gazeteci yerinden kalktı ve Kılıçdaroğlu`na:

-Siz kamuoyuna Kağıthane`ye taşındığınızı söylüyorsunuz, ancak ben o eve gittim, kimse yoktu. Orada oturmuyor musunuz?

Kılıçdaroğlu önce gazetecinin sorusunu sâkin karşıladı. Arkasından da cevabı geldi:

-Hayır orada oturuyorum. Gündüz, eşim gazeteciler nedeniyle kapıyı açmıyor. Akşam gelin size bir çay ısmarlayayım.

Buraya kadar da her şey normaldi. Ama karşılıklı konuşma sonrasında Kılıçdaroğlu, soruyu soranın “Vakit” gazetesinin bir muhabiri olduğu öğrenince o engin hoşgörüsü “kısa devre” yaptı. SSK Genel Müdürü iken kendi köyünden kaç kişiyi işe aldığını, hatta yaşı tutmayan birini sınava sokturup yaşı dolunca göreve başlattığını… bu gazete belgelerle haber yaptığı için araları iyi değildi. Sonuç: Kılıçdaroğlu, muhabire cevap vermeyeceğini belirtti. Sonrasında da muhabir, Kılıçdaroğlu’nun korumaları tarafından karga tulumba salondan çıkarıldı. Buna dense dense Kılıçdaroğlu’nun kafasında kurduğu, “Vakit gazetesinin nâzarımda akreditesi yoktur.” cümlesinin fizikî uygulamasıdır.

[ Dipnot-2: Bizde korumaların olur olmaz durumlarda hemen “fizikî dokunuş” refleksi göstermeleri aslında çok tehlikeli. Çünkü en sâkin insan bile istenmediği halde kendisine dokunulması karşısında farklı tepkiler gösterebilir. Bunun bir ölçüsü olmalı bence. ]

Nedir bu akredite veya akreditasyon derseniz hemen iki maddede toplayayım:

1)”Bir ürünün ya da hizmetin, piyasanın talep ettiği şartlara, standartlara, yönetmeliklere uygunluğunu göstermek üzere o ürün veya hizmet için yapılan deney, analiz, muayene ve belgelendirme işlemlerini yapan kuruluşların resmi bir otorite tarafından uluslararası kriterlere göre denetlenerek teknik ve idari yeterliliklerinin onaylanması ve belli aralıklarla denetlenmesi işlemidir. “ Bu tanımlama elbette kelimenin genel anlamları.

2) Bizde gündemde olan anlamıyla (Hadi genel yazayım) çeşitli kurum ve kuruluşların etkinliklerine davet edilmeye değer bulunan medya kuruluşlarına `akredite` deniyor. Akreditesi olmak demek etkinliğe gelmesine izin verilmiş olmak demek. Akreditesi olmamak da etkinliğe gelmesi onay verilmemişlik demek.

Ne zaman mı çıktı bu kavram ve uygulama? Sincan’da tankların halka gösterilmesi [ Çevik Bir’in tank sergisi de diyebiliriz (!) ] sırasında. Yani 28 Şubat sürecinde. Amaç nedir peki “akreditesi olmayan gazeteciler” üretmenin? Kocaman bir hiç. Gazetecisinden muhabirine, gazete patronundan haber ajansına kadar görünüşte, kâğıt üzerinde, birbirine “düşman”mış gibi görünseler de haber paylaşımında ve kullanımında hiç de öyle değildir. Üstelik haber ajansları yoluyla, bir muhabir, hiçbir etkinliğe katılmadan da toplantıya ait bilgi, belge ve görsel dokümana ulaşabilir. Hatta toplantının tamamının
“kayda” alındığı “kaset”e ulaşıp gerekli çözümlemeyi yapabilir.

Bu konuda da artık “Mızrak çuvala sığmıyor.” Meselâ Doğan Haber Ajansı bir etkinliğe katılmış ve etkinliği “kaset” almış olsun. Farklı fikir ve çizgide bulunan bulunan Zaman, Vakit, Yeni Şafak , Yeni Asya, Tercüman, (bu günlerde Taraf) akredite engeli yüzünden o etkinliğe katılamamış olsun. Bastırdı mı parayı, DHA’dan anında alır haberi. Anadolu Ajansı’ndan çok sonra kurulan İhlas Haber ve/veya Cihan Haber Ajansları, yıllarca en ücra köşelerden haber alıp bunu dağıtmadılar mı, satmadılar mı (para karşılığında abone olarak da mümkün bu şimdilerde), vermediler mi hiç de fikirleriyle örtüşmeyen TV kanallarına, gazetelere, dergilere? Geriye ne kalıyor derseniz, şu kalıyor, asıl niyeti “kabaca” yazarsam :

- Öyle ya da böyle. Ben bu şu gazetelerin, bu haber ajanslarının, o TV kanallarının benim etkinliğimde bulunmasını istemiyorum. (Futbolda kırmızı kart gösterir gibi) Bunlara “akredite” vermiyorum. Çünkü ben konuşurken o neredeyse ağzıma sokacakları, üstünde gazetenin, ajansın ve/veya kanalın adının yazdığı mikrofonları görünce konuşmamın insicamı bozuluyor. O mikrofonları yiyesim geliyor. Hakkımda yaptıkları haberleri hatırlıyorum ve sinir kat sayım artıyor. Mikrofonlarını ve/veya ses alma cihazlarını kürsüden alıp kafalarına atarak hırsımı almak istiyorum.

Oysa adam deyiverirler: A muhterem! “Tekzip” diye bir müessese var. Haber “sallama” ise oturursun masaya, tekzibini yazarsın ve gönderirsin gerekli yere. Tekzibin de “sallama” olarak nitelediğin haberin yerinde aynı punto şartıyla çıkar. Olmadı yargıya gidersin. Eğer haklıysan “bir ton” da para kazanırsın. Kazandığını dolara çevirip birkaç neslinin refah içinde yaşar. (Ölmüş amiral, vârisleri bilmecesini hatırlayın!)

Bu “garip dışlanma”ya en son örnek olarak muhabir İsmail Uğur’u verebilirim.

Olay kısaca şu: YARSAV üyesi Ali Suat Ertosun, kendi hakkındaki iddialarla ilgili olarak açıklamak için yaptığı toplantının soru sorma bölümünde muhabii İsmail Uğur'un "Efendim, illegal örgüt sanıkları ile yemek yenmesini, görüşülmesini, bir araya gelinmesini, genç hâkimlere de tavsiye eder misiniz?" sorusu üzerine tartışma çıktı. Ertosun'un "Sorular çok maksatlı, … cevap vermek istemiyorum." demesinin ardından salonda bulunan korumalar muhabiri yaka paça dışarı çıkarmak istedi. Sonrasında Ali Suat Ertosun’un yaptığı açıklama daha da garipti: "Bizim irademiz dışında oldu bu olay. Buyurun sorularınızı sorun. O arkadaşın basın mensubu olmadığı söylendi. Ben bu hareketten dolayı arkadaşımızdan özür diliyorum. Ben suikast ihtimaline karşı korunduğumu düşünüyorum. Arkadaşlarımın bu konudaki hassasiyetlerini anlamanızı rica ediyorum."

El insaf yahu? Salona alınanların üstü başı bir şekilde aranmıyor mu? X-ray’den geçmiyorlar mı ya da? Boynuna astığı basın kartı yok mu o kişinin? Elindeki mikrofonun üzerinde bağlı bulunduğu medya yazmıyor mu?

Son söz: Akreditesi olan/olmayan gazeteci, muhabir gibi bir tasnif bile ayrıştırmadır. Geçelim bir kalem basın özgürlüğünü de bu iletişim çağında herhangi bir olayı örtbas etmek, yanlış uygulamalar yapan bir kişiyi saklamak ne kadar mümkün, onu bir düşünelim.

 
Toplam blog
: 300
: 1022
Kayıt tarihi
: 13.06.10
 
 

Tarih, edebiyat, şiir, dil ..