Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Şubat '07

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

Yalan dostum aşk diye bir şey yok

Yalan dostum aşk diye bir şey yok
 

Yalan dostum aşk diye bir şey yok. Tam da bu şarkının sözleri gibi bir şey aşkın anlamı benim için. Bugüne kadar hep aşk diye diye nicesine sarıldım. Her seferinde eteri gitti beteri geldi şeklinde oldu. Baktım ki bu aşk denilen illet hiç de öyle filmlerde anlatıldığı gibi insanı bulutlara el değdirecek bir şey değilmiş. Aksine bir anda seni bulutlara el değecek kadar gökyüzüne yükseltip tam elin değecekken çok hızlı bir düşüşle yere çakılmanı sağlayacak bir mekanizmaymış. Lunaparklarda aşk makinesi diye bir alet koysan ne çok para kazanırsın aslında. “Evet, hiç aşık olmadım demeyin, hayatımda aşkı tatmadım demeyin, gelin işte asrın aleti burada” diye bağıran aşk makinesinin çığırtkanını düşünsenize. Spiral şeklini almış kuyrukta bekleyen müşterilerin çığlıklarını duyar gibi oluyorum. Aletten aşağı inince de kanatlı bir melek tarafından balonlar dağıtılıyor üzerinde aşkın tarifi yazılı olan. . . Aşk adamın canını acıtır. Aşk adamın gözünü kör eder. Aşk adamı vurur döner döner bir daha vurur. Aşk yeri gelir iki en iyi arkadaşın bile arasını bozar. Aşk adamı katil eder. Aşk adamı deli divane eder. . .

Bir gün gelecek televizyonlarda bangır bangır yayınlayacaklar: Evet sayın seyirciler yapılan son araştırmalara göre aşkın bir kandırmacadan ibaret olduğu nihayet anlaşıldı. Tüm dünyada yankılar uyandıracak bu haberin karşı savunucuları da çıkacak tabii. Günler boyu aşk var mı yok mu tartışmaları gündemi belirleyecek. Bir grup var derken diğer grup da yok diyecek. Aşka tutulmanın bir akıl hastalığı olduğunu savunanlar da olacak tabii. Ben de oyumu bunlardan yana kullanacağım. Belki birileri de çıkıp o çook eskidendi yavrum diyecek. Ve biz dedenle diye başlayan aşk masalları anlatılacak genç nesillere. Anneannemle dedemin birbirlerine yazdıkları aşk mektuplarını hatırlıyorum.

Hâlâ mis kokulu sandığında saklar sararmış mektuplarını. Birbirlerini ilk gördükleri anda bir elektriklenme olmuş aralarında. Onu görür görmez evleneceğim adam bu dedim diyor sevgili anneannem. Dedem de aynı şeyleri hissetmiş bu pembe beyaz kadını görünce. Hiç konuşmadan gözlerimizle anlaşırdık diye anlatırdı. Nasıl oluyordu bu bakışarak anlaşmak anlamıyorum. Biz konuştuğumuz halde bir şeyleri çözemiyoruz. Çözülme bir yana, daha beter düğüm olup karıştırıyoruz her ne varsa. Aslında şimdi fark ettim ki biz onunla hiç konuşmuyoruz. Bizimki daha çok monolog gibi. Ben kendi kendime konuşuyorum. Daha çok soruyorum hiç yanıt alamıyorum. Yanımda dili tutuluyor. Aşktan mı acaba? Beni görünce çocukluğu geliyor belki aklına ve tıp oyunu oynamak istiyor benimle. Ee bu da bir şey. En azından sus pus da olsa sessizliği paylaşıyor diyelim. Avutalım kendimizi. Evlendiğimiz geceyi hatırlıyorum da ne sıkıcıydı. Eve gelir gelmez kumandayı alıp maç yorumlarını izleyip bir yandan takılan altınlara bakıyordu. Ben de ona. Oysa anneannem hiç böyle anlatmamıştı. Heyecandandır diye düşünmüştüm. Baktım, pek telaşlı da görünmüyordu. Benden ilk içki servisini istemişti. Haa tamam hazırlık yapıyor demiştim kendi kendime. Mutfaktan döndüğümde onu eşofmanlarıyla oturmuş bulunca hayretler içinde kalmıştım. Annemle aldığımız damat pijamalarını kim giyecekti? Anneannemi arasam mı diye geçirmiştim içinden. Ama bu çok komik olurdu. Ben ortada gelinlikler içinde deli gibi kalakalmıştım, sanki adamın içkisini verecek, birazdan kıyafet balosuna gidecek gibiydim. Biz de birbirimize aşıktık. Yani ben aşıktım. O da öyle diyordu. Peki bizde eksik olan neydi? Zaten babamın gözü pek tutmamıştı. “Kendi hesabını ödeyen adam mı olur? ” diyordu. Annem de “Zaman değişti Bekir, bunların ki modern aşk” derdi. “Ne demek hanım, insan sözlüsünü kendinden ayrı mı tutar? Yarın öbür gün evlenince ne olacak? ” derdi. Babam bilse ki ev giderleri için ortak kumbara yapacağız, dili tutulur adamcağızın. Söyleyemem asla. Annemle babam da çok aşıkmış birbirlerine. Dört koca yıl gezmişler. Babam hâlâ annemi inci tanem diye sever. Ve hâlâ el ele gezerler. Biz ilk tanıştığımız günden beri pek yapmadık bunu. Bir keresinde ben koluna girmiştim, bir bahaneyle eğilip ayakkabısının bağlarını düzeltmişti. Doğrulduğunda ise zavallı ellerim suçlu gibi iki yana düşmüştü çoktan. Sevmiyor ortalıkta böyle görünmeyi, ne var canım anlaşılır bir şey diye ilk kendimi avutmalarım başlamıştı. Sonradan üç koca yıl hep kendimi avuttum. Bir arkadaşım sevgilisi için yaşama sebebim diyor. Nasıl yani? Beni terk ederse de ölüm sebebim olur diyor. Erotomani’ye tutulmuş bu kız ama şimdi aşığa bir şey denmez ki. Bir de aşığa Bağdat sorulmazdı değil mi? Anneannem de aşıklar üşümez derdi. Saatlerce, dedemle soğuk kış günlerinde gizlice bahçede buluşup sohbet etmelerini anlatırdı. Hem soğukta, hem gecenin karanlığında hem de saatlerce sohbet. . . Bu işte bir gariplik vardı. Hangisiydi gerçek olan. Yoksa anneannem bunamıştı da ilk gençliğinde izlediği bir aşk filmini anlatıyordu kendi yaşamış gibi. Evet bu daha akla yatkın geliyor. Çünkü benimle onun arasında hiç böyle şeyler olmamıştı. Hani yaşama sevinci dolacaktı içimize yani bazen bana oluyor aslında. Gözlerimiz parıl parıl parlayacaktı. Eşimin göz ağrıları arttı aksine. Sabaha kadar internette çünkü. Bakınız anlamlı bir açıklaması var. Bir makalede adrenalin ve seratonin hormonlarından söz ediliyordu sanırım bizim aşkımızın hormon salgılamasında da bir sorun var. Heyecanlanmalar, terlemeler, içinin pır pır etmesi. . . Aslında bazen benim de içime bu türden sıkıntılar düşüyor ama. . . Ay sıkıntı dedim. Yanlış oldu galiba. Ama doğrusu ne onu da pek bilemedim. . . Anneanneme aşkı nasıl anlayacağım diye sorduğumda “Dil söylemese de, göz söyler kızım” derdi. Gözlerinin içine hep bakıyorum ama ortada görünen hiçbir belirti yok. Herhalde hayal gibi bir şey. Bu anneannemde iyice bunadı galiba. . .

Babamın yazdığı günlükleri okumuştum, annemi bir nedenden dolayı kızdırdığı için o gün babamın öpüşme teklifini geri çevirmiş. Anneme de bak az değilmiş, sinemalarda öpüşmeler filan. Anneannem ise dedemle ilk kez evlendikleri gece öpüştüklerini anlatmıştı. Ne yapacağımı bilmiyordum o ne yapıyorsa aynısını tekrarlıyordum demişti. Oysa şimdi beni bilse. Bilmese daha iyi. . .

Aslında ilk ilişkide aşkın tarifi yazılmıştı benim için. İlk bakışta gökkuşağına benzeyen elini uzattıkça hep senden bir adım öteye giden. Kovaladıkça kaçan yani. . . Ama ben her defasında büyük bir umutla yeni sevdalara kucak açıyordum. Anneannem “Aşk fedakarlık ister” derdi. Ben feda ediyordum, onlar kâr. . .

 
Toplam blog
: 4
: 1431
Kayıt tarihi
: 21.12.06
 
 

Akşam gazetesinin haftasonu eklerine sağlık ve psikoloji konularında yazıyorum. Ayrıca kısa öyküler ..