Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Mart '16

 
Kategori
Eğitim
 

Yalanım yok, yanlışım olabilir

Yalanım yok, yanlışım olabilir
 

 

En âlim aynalara

en renkli şekilleri aksettiren onlardır.

Asırda onlar yendi, onlar yenildi.

Çok sözler edildi onlara dair

ve onlar için:

“Zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri yoktur.”

                                                                  denildi.

                       NÂZIM HİKMET

 

 

                Paşayiğit Ortaokulu’na dördüncü kız öğrenci olarak kaydettiğim Necmiye Yenice’yi biliyorsunuz. Kur’an Kursu’ndan transfer etmiştim O’nu.

                Son noktayı ben koymuştum ama sanmayın ki, bu benim başarımdı.

                Bu konuyu ilk gündeme getiren Haspi Sözbir öğretmeni nasıl unutursunuz? Ya O’nun değerli arkadaşları İskender Kıroğlu’yu, İlyas Kemankaş’ı?.. Eğitmen Basri  Bey’i?..

                Hele hele Necmiye’nin annesi Esma Hanım’la ilk görüşmeyi yapan Refia ve Nurten öğretmenleri?.. Necmiye’nin sevgili dayısı Mehmet Gür’ü ve değerli eşi Kıymet Hanım’ı?..

                Ayrıca Haspi Bey’in sevgili eşi Münevver Hanım ve İskender Bey’in iki kız annesi eşi Havva Hanım’ın da gerek Necmiye, gerekse annesine olumlu telkinlerde bulunduklarını nasıl bilmezden gelebilirim?

                Paşayiğit Köyü İhtiyar Heyeti Üyesi Salih Sürücü ve Dağlı adıyla ünlü Mehmet Güven’i de unutmuyorum elbet.

Yeniceailesi, beni güler yüzle kırk yıllık bir dost gibi karşılamışlar ve beni hiç yormadan kızları Necmiye’nin ortaokula kaydolmasına gönül hoşluğu ile rıza göstermişlerse, demek ki, bunun alt yapısı iyi hazırlanmıştı. Bu alt yapının hazırlanışında yukarıda sözünü ettiğim ve edemediğim daha birçok kişinin rolü olmuştur.

                Daha sonra, üç yıl komşuluk yaptığım bu güzel ailenin direği Esma Hanım’ı sanki ablam, sanki teyzem gibi sevmiştim.

                Hep düşünmüşümdür sonradan; çok güzel bir dostluğun temellerini attığımız o akşam, ortanca kızları Mürüvvet’i de alabilir miydim; diye.

                Bütün gücümle Necmiye’ye odaklandığımdan ablası Mürüvvet hakkında hiçbir bilgim, hiçbir fikrî hazırlığım yoktu elbette. Dahası, 14 yaşlarında ortaokul çağında bir ablası olduğunu da ilk kez o akşam öğrenmiştim.

                Bir ay sonra, memleketten alıp getirdiğim annemle de çok iyi dost oldu Esma Teyze.  Kardeşim Ayfer de kızları Nazlı ve Mürüvvet’le…

                Necmiye’nin babası İbrahim Abi, kibar olduğu kadar çalışkan bir insandı da. Boş durduğunu görmedim hiç.

                Yaz, kış, soğuk, sıcak demez, her sabah erkenden çıkardı evden.

                “Nereye İbrahim Abi?”

                “Tarlaya… Ekine… Gündöndüye…”

                Ya sürer, ya eker, ya çapalar…

                Gübresini, ilacını ihmal etmez.

                Vakti gelince biçer, döver, savurur.

                Cumartesi günleri Keşan Pazarı’ydı mekânı. Mevsimine göre bir şeyler alır, bir şeyler satardı.

                Üç yıl boyunca yakın dostluğumuz oldu. Şakadan bile olsa, ne İbrahim Abi’nin eşinden, ne Esma Teyze’nin kocasından şikâyet ettiğini duydum.

                Ablası Necmiye gibi, ilkokula giden oğulları Halil İbrahim de sevimli, çalışkan ve zeki bir çocuktu. Anne, baba çocuklarının başarısından gurur duyuyorlardı elbette.

                Necmiye, derslerde olduğu gibi sosyal çalışmalarda da ön plana geçivermişti hemen.

                Sözgelişi, şiir okuma yarışmasında Cahit Külebi’nin:

                               “Senin dudakların pembe

                               Ellerin beyaz,

                               Al tut ellerimi bebek

                               Tut biraz!”

diye başlayıp:

                               “Sen, Türkiye’m kadar aydınlık ve güzelsin

                               Benim doğduğum köyler de güzeldi

                                Sen de anlat doğduğun yerleri, bebek

                               Anlat biraz!”

diye biten “Hikâye” adlı şiirini gerçekten çok güzel okumuş ve jüri O’nu birinci seçmişti.

Necmiye,bu şiiri, ders yılı sonunda düzenlediğimiz 1. Paşayiğit Kültür Şenliği’nde çevre köyler ile Keşan’dan gelen konuklar önünde de başarıyla seslendirmiş ve büyük alkış almıştı. Kaymakam Esat Ölçer ve eşi de esirgememişti; takdir ve iltifatlarını. (*)

                Bu güzel şiirin son dörtlüğünün aslı şöyledir:

                               “Sen, Türkiye gibi aydınlık ve güzelsin!

                               Benim doğduğum köyler de güzeldi

                               Sen de anlat doğduğun yerleri

                               Anlat biraz!”

                Aslı böyle olmasına karşın, nedense ben, ezberimden:

                               “Sen Türkiye gibi aydınlık ve güzeldin!” dizesini:

                               “Sen Türkiye’m kadar aydınlık ve güzelsin!” diye okurdum.

                Sondan ikinci dizeye de bir sözcük ekleyip:

                               “Sen de anlat doğduğun yerleri, bebek

                               Anlat biraz!”

diye bitirirdim.

                Necmiye de aslını değil, bu şeklini tercih etmişti; nedense!

                Söylemeye gerek yok belki ama ben yine de söyleyeyim; Necmiye Yenice gibi, üçüncü kız öğrenci olarak kaydını yaptığım Selvet Can da bütünlemeye kalmadan hiç, doğrudan geçti sınıflarını.

                Diyeceksiniz ki, haklı olarak şimdi:

 “Necmiye ortaokulda okudu da ne oldu? Sen, üç yıl sonra çekip gittin İstanbul’a. O zeki, o yetenekli ve başarılı kız ne yaptı? Bir daha ilgilenmedin hiç, arayıp sormadın tabiî, değil mi? Ve elbette boşa gitti onca emek. Haydi, sıkıysa bu gerçekleri de yaz.”

                Bugüne kadar düşündüğünüz pek çok şey ve tahminlerinizin çoğu doğru çıkmış olabilir ama bu kez yanıldınız.

                Yanıldınız; çünkü Necmiye liseyi de başarıyla bitirdi; üniversiteyi de… Kimya mühendisi oldu.

                Bir meslektaşıyla evlenip mutlu bir yuva kurdu.

                Çerkezköy’de çalıştı yıllarca.

                Hâlâ orada olduğunu sanıyordum.  Bir ay kadar önce, dayısı Mehmet Gür dostumla yaptığım bir telefon görüşmesi sırasında öğrendim ki, emekli olup eşi ile birlikte Mudanya’ya yerleşmişler. (Selvet Can’ı mı sordunuz? İstanbul’da özel bir sağlık kuruluşunda hemşiredir o şimdi.)

                “Her öykünün sonu kötü biter” diye bir kural mı var?

                Bu öykü de böyle sona erdi işte!

                Öykü dediğime bakmayın, hayal ürünü değil, gerçeğin ta kendisi anlattıklarım:            

               Doğaldır ki, her çiçek zamanla solabilir;  yalanım yok, ama yanlışım olabilir.

 

     Hüseyin Erkan

                                                                              huseyinerkan@dilemyayinevi.com.tr

-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

 

(*) Paşayiğit Kültür Şenliği, ben İstanbul’a atandıktan birkaç yıl sonra sönüp gittiyse, suç benim. Niçin mi? Sağlam bir kazığa bağlanmayan her güzel şeyin sonu budur işte!

                Ya da şöyle söyleyeyim: İyi bir zemin ve güçlü bir temele oturtulmayan her bina, er geç yıkılmaya mahkûmdur.

 

 

 

 

 

 

 
Toplam blog
: 303
: 309
Kayıt tarihi
: 21.02.11
 
 

1942'de Antalya'ya bağlı Akseki ilçesinin Gödene (Menteşbey) adlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köy..