Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Mart '11

 
Kategori
Öykü
 

Yalnız bir ölümün paramparça hikayesi (Pakize'nin Hikayesi) I

Dün seksen beşinci yaş günümü kutladım ve biliyorum ki ölüm artık bana çok yakın... Dünyaya gözlerini yummak değil belki ama neyle karşılaşacağını bilmemek ürkütüyor sanki insanı... İşlediğim günahları hatırlamaya çalışıyorum son günlerde ama nafile, yirmili yaşlarımdan sonrası oldukça bulanık hafızamın içinde... 

Bu gece her zamankinden daha fazla sıkışıyor nefesim ve odamın gecenin karanlığında ışıldayan sokak lambalarına bakan penceresinin ışığında annemi görüyorum yıllar sonra ilk defa... Öylece duruyor ve yalnızca gülümsüyor bana doğru. Sanırım insanlar öldükleri andaki görünümleriyle, ama onu öldüren hastalığın izleri silinmiş olarak geliyorlar dünyayı ziyarete ve gelirken de en sevdikleri giysileri giyiyorlar... Annem ona benim aldığım kahverengi, en son sağlıklı geçirdiği bayramda giydiği elbiseyle gelmiş bana. Onu ziyarete gidemediğim günlerin bedeli olabilirmiş gibi, kendimi avutmak için aldığım o elbise bu gün nasıl da içimi acıtıyor... 

Keşke ona bir iki söz söyleyebilsem, ama artık konuşma kabiliyetimi yitirdim. Ona, pişmanlıklarımdan ve o öldükten sonra çektiğim dayanılmaz vicdan azabından bahsedebilsem... Nasıl da anlamaz gözlerle bakıyor bana, demek ki öldükten sonra da görünen gerçeğin ardındaki gizleri öğrenemiyoruz, başkalarının aklını okuyamıyoruz mesela... 

Sanırım, ne demek istediğimi anlayan tek bir kişi var dünyada, o da maaşını kendi emekli maaşımla ödediğim evdeki bakıcım... Sevgili çocuklarımın, kahrıma dayanamayıp beni başına attıkları Ivana... O da ne istediğimi anladığı halde çoğunlukla yapmıyor ya... Acaba çocuklarım bilse beni nasıl tartakladığını, beni onun elinden kurtarırlar mı? Pek sanmıyorum... 

Anne olmak böyle bir şey demek ki... Ben onların bana yaptıklarından çok, benim ölümümden sonra çekecekleri vicdan azabına yanıyorum... Bana mutlu bir hayat verememiş ve ölmeden önce beni son bir kez görememiş olmanın, hepsinden kötüsü Ivana'nın da beni yalnız bırakıp sevgilisiyle buluşmaya gittiği bu gecede evde tek başıma ölüdüğümü belki de hiç bilmemenin yaratacağı korkunç ruh fırtınasının içinde bulacaklar kendilerini. Bunu iyi biliyorum; zira, ben de annem öldükten sonra bu fırtınanın felaketinden kaçamadım. 

"Eden bulur." derler ya hayatta, ölürken şunu anlıyorum ki bu çok doğru... Ben anneme nasıl davrandıysam, nasıl kendi işimin, paramın, eğlencemin, çocuklarımın peşinde koşarken ona hiç zaman ayır(a)madıysam, benim çocuklarım da büyüdükten sonra beni hep yok saydılar hayatta. Yanlarındayken azarladılar. Hele de gelinlerimden bir tanesinin iki yaşındaki torunumun elinde benim ilaç kutumu gördükten sonra bana ettiği hakaretleri hiç unutamam. Zavallı oğlum ertesi gün utana sıkıla beni kış günü buz gibi evime getirip bırakmak, aynı gün Ivana'yı başımda nöbet tutsun diye bir danışmanlık şirketinden bulup getirmek suretiyle çekip gitmek zorunda kalmıştı. 

Onu anlıyorum, kendi huzuru için bir seçim yapmak zorunda kaldı. Üç beş gün sonra bu dünyadan göçüp gidecek annesinin sitemli bakışlarını taşımak, bir ömür yaşayacağını düşündüğü karısının dırdırından daha hafif geldi ona... Bunu biliyorum çünkü annemden nefret eden nemrut kocamın suratını çekmektense ben de zamanında annemden az uzak kalmadım... 

Dün seksenbeşinci yaşımı Ivana'nın banyoda bana attığı dayakla kutladım. Sırtımdaki yaralar daha da açıldı sanırım. Artık derim bedenimi kamufle etmekte güçlük çekiyor. Sanırım ben de artık ölüp bu acılardan kurtulmak istiyorum. 

Ama camdan gecenin karanlığında parlayan ışıklara bakıyorum da ışıklar ne güzel... 

Nasıl gireceğim o karanlık... o soğuk... kara toprağın altına? 

 
Toplam blog
: 42
: 1011
Kayıt tarihi
: 16.06.10
 
 

1980 'de doğdum. Batı'da küçük bir şehirde büyüdüm. Büyüyünce durduğum yerde duramaz oldum. Kuş o..