Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Mart '11

 
Kategori
Deneme
 

Yalnızlık Adası

Yalnızlık Adası
 

benden


Bilemez yalnızlıkta yaşamayan
Nasıl irkilir sessizlikten insan
Nasıl da sevinir telefon çaldığında
Bir dost sese hasret kaldığından…

Yalnızlık insanın kendi kalbinin üstüne oturması gibidir. Yalnızlık yorucudur, yalnızlık ağırdır. Bir insanın kendisiyle yaşaması çoğu zaman bir yabancıyla yaşamasından daha zordur. Yalnız insan içindeki kendi kalabalıklarıyla baş başa kalır ve onlarla iyi geçinemezse ruhsal çöküntüyle devrilir. Yalnızlık dışarı çıkarken evin kapısını hep anahtarla kilitlemek ve döndüğünde gene anahtarla açmaktır; kahveyi hep kendin yapmak ve hep kendine ikram etmektir. Büyük bir masada tek kişilik servis gibidir…

Yalnızlık insana uzun zaman sardı mı tıpkı zoraki kalabalıklar gibi sıkıcı olmaya başlar. Acısını çekenlerin tez kurtulmak istediği, yalnız kalamayanların da özlediği belalı bir arzudur yalnızlık. İnsanın ruhunun ve geçmişinin dile gelip hesap sorma vaktidir yalnızlık; insanın kendine sırıtması, kendine kızmasıdır; tanıksız bir varoluştur; yaşamı paylaşmadan tüketmektir; sevmenin, hatta bencilliğin bile anlamsızlaştığı bir boşuna yaşantıdır. Ancak tüm sevimsizliğine rağmen yalnızlık aynı zamanda adı gibi sade bir oluştur; insanın en yalın, kendine en yakın olabildiği varoluşudur. Kendini bilmek, kendiyle tanışmak ve en mühimi kendiyle hesaplaşmak isteyen herkesin ihtiyaç duyduğu bir yokluk ortamıdır. Kapısı ağırdır yalnızlığın; bir kere kapandı mı insanın üstüne, tek başına açmak çetrefil bir şifreyi çözmek gibidir… Eğer kendi seçiminizle yalnızlığın kapısını üstünüze kapatıyorsanız yalnızlıktan çıkmanın anahtarını almış olduğunuzdan emin olun.

Yalnızlık çeken insanın yalnızlık nedenini kötü insan oluşuna bağlamak her şeyden önce iyiliğin merhameti adına yanlıştır. Nice iyiler vardır ki yapayalnız göçer giderler bu dünyadan; nice kötüler de vardır ki yalnızlığı hiç tanımazlar... İstisnasız herkes yalnız kalabilir; ancak hayatın ve kendi yaşantısının bilincine ermiş, erdemli ve kendini bilen insanlar hiç yalnızlık çekmeyenlerdir. Onlar yaşam yolculuklarını başladıkları gibi ham bir hiçlik olarak değil de erdemli bilgeliğe ermiş insan olarak bitirebilmek için o kadar çok inat ve sabırla kendilerini eğitmekle uğraşırlar ki, uzay boşluğuna bırakılsalar bile yalnızlık çekmezler; çünkü onlar kendilerinden olma ve sürekli olgunlaşma ereğiyle didişen birçok kişilikle birlikte yürürler. Kendileriyle barışık yürürler. Günahıyla sevabıyla, iyi kötü neleri varsa, küçümsemeden ve inkâr etmeden bütün bu olmuş kendilerini bir kişisel müze gibi bilinçlerinde taşırlar ve tek kalsalar bile yeni ve daha ergin bir kendin kimliği oluşturmak için yürümeyi sürdürürler…

Yalnızlığın acıtan hâli seyircisiz bir tiyatroda tek kişilik hayat sahnesi almak gibidir; bu yalnızlık acıdır çünkü yaşam perdesini yalnız kapatır insan… Seyirci koltuğu olmayan bir salonda tek kişilik hayat sahnesini oynayan bir başka insan yalnızlık çekmiyor olabilir; çünkü bu insan perdesini asla kendisi kapatmaz. Aslında perdeyi hiç kapatmaz… Kendi ölür gider fakat onun yaşam sahnesi açık kalır… Evet; öyle ya da böyle, yalnızlık tek kişilik bir oyundur; sıkıcı olmaması için yaşam sanatı ve zanaatında ustalaşmaya değer vermek gerekir.

Yelkenleri suya indirmemek başarıdır elbette. Ancak asıl başarı suya inmiş yelkenleri yeniden açabilmektir. Yelkenlerimi açtım çıktım yalnızlık sularına. Ey vefasız sevgili, seferdeyim şimdi yalnız rıhtımlara doğru! İçimdeki sensiz kalma korkusunu okyanusa saldım usulca. Elim erdikçe işleyeceğim kendimi nakış misali yalnızlığın seyir defterine. Artık her ne kadar yalnızlığın ayrık denizlerinde yüzdürsek de hayat yelkenlimizi, ben gene senin bende bıraktığın aşk yıldızlarının iziyle çizerim rotamı…
**
Can Dündar bir yazısında diyor ki…

“Havaalanı... Uçuş kartı için sıradayım. Bir yer hostesi yaklaşıyor:
‘Artık sıra beklemenize gerek yok. Uçuş kartınızı makineden kendiniz alabilirsiniz’ diyor.
*
Otel... Almanya'da küçük bir madenci şehri... Geceyarısı... Otelin kapısı kilitli...
Zili çalınca mekanik bir ses kod numaranızı girmenizi söylüyor. (Rezervasyon sırasında aldığımız kod numaramızı) tuşluyoruz ve kapı açılıyor. İçeride kimse yok; (kayıt alacak birisi bile yok) Hizmetler makinelere girilen (müşteri numarasıyla) alınmakta. Acıktıysanız sandviç makinesine, susadıysanız meşrubat makinesine... Gece vardiyası kalkmış. 21. yüzyıl insanının (özgürlüğe) kıstırılmışlığının, yalnızlığının simge mekânı burası... (Son insanın) ürkütücü bir (yalnızlık) sığınağı... Ödeme yapmadan kaçmaya kalkışmayın; otelin her bir yanına yerleştirilmiş kameralarda kaydınız var… (Kod numaranızı girin, paranızı bir makinenin ağzından içeri iterek ödemenizi yapın; korkmayın paranızın üstü ve faturanız verilecektir…)
*
Sokak... Polis yok sokaklarda; kameralar var. Yol kenarlarında paralı büyük tuvalet kutuları var... (İbrikçi), peçeteci, kolonyacı yok... Banka hizmetleri, bilet gişeleri, sigara büfeleri, gazete bayileri, çamaşır makineleri hepsi parayla çalışan kutulardan ibaret... Otoparklar kart ya da parayla; değnekçi, gişe görevlisi yok. Hizmet sektörü tam insansızlığa gidiyor, koşar adım.
*
Otomasyon salgınına dair daha yüzlerce örnek var.
Bir kısmı gündelik hayatımızı kolaylaştıran, insanlara boş vakit yaratacak türden teknolojik yenilikler... Bir kısmı ise korkutucu işaretler: Sadece dev bir işsizler ordusu yaratmasıyla değil, aynı zamanda insanın insanla iletişimine son vermesiyle, insanoğlunu derin bir yalnızlığa itmesiyle ve tüm hayatı makinelerin emrine vermesiyle de ürkütücü bir yarının habercisi... Barkodunuz demir parmaklığınız olacak. Şifrenize kelepçeleneceksiniz.”

(Can Dündar’dan alıntı kırpması; parantezler benden eklemedir)
**

Yörüngedeki uydunun gözü neredeyse yerdeki insanı gözbebeğinden tanıyacak keskinlikte. Gözleniyoruz ve izleniyoruz… “askeri bölge; fotoğraf çekmek yasaktır” uyarısının antika olduğu bir zamana geldik. Bu makineleşme ve robotlaşma benim çok uzun süredir kafamı yoran bir mesele. Kendimi kaptırınca yalnız bir dünya korkusuna da kapılmadım değil hani. Daha doğrusu ömrünün çoğunu evinde makinelere komut vermekle geçiren, birbirlerine dokunmadan yaşayan insanlar dünyası… Düşünsenize, bir insanın yapabileceği şeyleri, yapay zekâlı makineler yapıyor? İnsanların birbirleriyle konuşma ve tanışma bahaneleri kalmayacak diye korkuyordum.

Bu hayallerimin öncülüğüyle insanın geleceği için çözümsüz bir yalnızlık korkusuna kapılmıştım. Fakat artık korkum geçti. Çünkü öğrendim ki her şey zaman içinde kendini dengeleyecek olan karşıtlığın sentezini de yaratıyor. Can Dündar'ın gözlemlerinden çıkardığı tespitler insanın yalnızlaştığını ve işsizleştiğini göstermekte; Can Dündar duygusal anlatım becerisiyle bunun toplumsal bir çöküntüye doğru gittiğini çok dokunaklı biçimde vurgulamış. Bense bu işsizlik sorunu nüfus azalımıyla kendiliğinden çözümlüdür demekteyim. Zaten bugünden görülmektedir ki eğitim ve teknolojik gelişimde ileri olan ülkelerde nüfus hiçbir zorlama olmadan kendini kısmaktadır. Örneğin daha teknolojik yaşayan sanayileşmiş batı bölgelerimizde doğum oranı doğu bölgelerimizdekinden düşüktür. Ayrıca makineleşmenin işsizlik ve fakirlik anlamına gelmediğini düşünüyorum. Daha da iyisi tüketim ihtiyaçlarını makineleşmiş emeğin ürettiği çok az çalışan insanlar toplumu da olabiliriz. Makineleşmiş emek gücü insana daha çok sanatsal ve düşünsel ürünler yapmaya fırsat verebilir. Yani o kadar çok şey insan eli değmeden üretilebilir ki insan yorgunluktan ölmeden önce hayallerini de yaşayabilir. Ben inanıyorum ki bütün teknoloji ve makineleşme her şeye rağmen insan için çalışacaktır. Yalnızlık sorunu kanımca teknolojiyle ilgili bir durum değildir. Teknoloji kıtlığı olan yerlerde gördüğüm kadarıyla insanlar zorunlu birliktelikler ve ilişkiler içindeyken de yalnız olabiliyorlar. Yalnızlığın günahını teknoloji kullanımına vermekle hata yapıyoruz gibi geliyor bana. Yalnızlık tamamen insansı bir davranış ürünüdür. Teknoloji yalnızlık üretmez; teknolojiyi tembellik aracı yapmış insanlar tembel yalnızlıklarından sorumlu tutulmamak için teknolojiyi suçluyor olabilirler.

Bence bu suçlamalı geçiş döneminden sonra tüm teknolojik kolaylıklar sayesinde günlük geçim yorgunluğundan kurtulacak olan insan mutluluk paylaşımına dayalı gerçek dostluklar kurma şansını da bulabilecektir. Seçim meselesi tabi ki; isteyen teknolojik tembelliğiyle yalnız da kalabilir. Bugün insanı kendine yabancılaştıran bir bağımlılık gibi görünen teknoloji aslında gelecekte daha özgür düşünen ve duyuşan insanın temelini yapılandırmaktadır. Şimdi parmaklarımızın ucu kadar yakın olan internet bu amaca hizmet eden bir teknolojik araçtır. Belki de bu yüzden daha bugünden düşüncenin tam özgür ifadesi ve paylaşımı insan haklarına bağlanarak demokratik bir hak yapılmaktadır.

Düşünce paylaşım özgürlüğü de aşkın dokunulmaz özgürlüğü kadar insanı yalnızlıktan alıp çekebilen bir özgürlüktür. Ne yazık ki bazı gelecekler hemencecik gelivermiyor… Üstelik geleceğin gözünde kimse yalnız kalamaz. Ne de olsa büyük göz bizi izlemekte olacaktır… Düz mantığa doğru gibi gelse de bence bu gerçek çok daha derin bir yalnızlık hüznü olabilir; çünkü en derin yalnızlık sızısı insanın kendiyle baş başa kalamayacağı bir sessizliğe çarptığı an duyulandır... Sanırım bu nedenle ileri demokrasilerde kamusal alan dışındaki özel yaşantı yasa gücüyle büyük gözün görüş alanı dışında tutulmaktadır.
**
Yalnızlık bazan özlenen huzuru da sunabilir insana. İnsan tek başınalık anlamında sürekli bir yalnızlık içinde yaşamaktan bile mutlu olabilir. Teknoloji de bu mutluluğa yardımcı bir unsur yapılabilir. Özellikle tek kişiyle yapılabilen sanat işleriyle uğraşan birisi böyle kendiyle baş başa kalmasını sağlayan yalnızlığın bitmesini hiç istemeyebilir. Ancak bu tür yalnızlık sıkı disiplin ister. Maddi ve manevi yaşamlarında disiplin ve düzeni savsaklayanların yalnızlıkları çok sefil bir yaşantıya dönüşebilir. Günlük yaşamları o kadar keyfileşmeye başlar ki zamanla herkesin uyandığı saatte bunlar uyumaya başlarlar; yaşam ortamlarının dağınık ve pis kalmasından rahatsız olmazlar; hazır gıdalarla beslenirken beden ve zihin tembelliğini de özgürlük kraliçesi yapmış olanların alzaymır, kalp, damar, diyabet ve tansiyon hastası olma olasılığı da tavan yapar. Yalnızlıktan mutluluk yapabilmek için maddi ve manevi alanda düzenli ve sağlıklı yaşam disiplini edinmek şarttır. Aksi durumda özlediğimiz yalnızlık kötü bir alışkanlığa dönüşerek sefaletimiz olabilir. Teknolojik emek işlerimizi yaparken biz de sanal âlem denizlerinin büyülü dalgalarına binip açılırken ruhumuzu bir yalnızlık adasında sürgünde bırakmayalım…

Çok insan için yalnızlık berbat bir duyum olabilmektedir; hele de içi içine sığmayan, yaşama her an bir vites atmak isteyene çok daha berbat gelir. Birisiyle birlikte doyasıya gülememekten insanın yüz kasları düşer; insan birine kızıp da kaşlarını çatmayı bile özler. Kim kendine gösteri olsun diye gülebilir veya kızabilir ki? Vaktini değerlendirecek bir uğraşı yoksa yalnız insan boşluğa bön bön bakarak zamanın geçişini dinler. Saatin sesi sanki havada yürür “tik, tak, tik, tak..” Sanki “son” yazısı unutulmuş bir filmin içinde kalınmıştır… Kendini yalnızlıkta kayıp hisseden insanın kafası boş bir teneke gibidir; tek farkı teneke gibi tınlamaz, çünkü hiç kimsesi yoktur kafasına çatacak. Yalnız ye, yalnız iç, yalnız yat; yalnız kalk… İnsanı patlatır bu yalnızlık! Yalnızlıktan patlayan ilk insan kimdi acaba? Patlamadan hemen önce, “Kıçımdan faydalanan konuşkan sinekler olsa taret bile almayacağım” diyecek kadar yalnızlıktan bezmiş olabilir mi acaba?

Böyle berbat yalnızlıklarımda kendimi kaybolmuş hissederim. Acaba şimdi ölsem kaç gün sonra insanların haberi olur diye hesaplar yaparım. Leşimin kokusundan bulabilecekleri varsayımıyla mevsime göre farklı sonuçlar çıkıyor tabi ki... Duvardaki çatlağı eskiden tanıdık olan birinin suratına benzetmekten vazgeçmiş olsam da köşedeki örümceğin ağını süpürmüyorum; o da çekip gitmesin diye.

Pazar günü dışarı çıktım. İnsanlar parklara doluşmuş şen şakrak güneşli havanın keyfini çıkarıyorlar. Bağıra bağıra konuşuyorlar ve hatta kahkaha atıyorlar. Acaba benim sesim de çıkıyor mu diye merakımdan elimi ağzıma kapatarak “aaa, ooo, uuu” diyorum…

Yalnızlık Paylaşılmaz

Yalnızlık, yaşamda bir an,
Hep yeniden başlayan..
Dışından anlaşılmaz.

Ya da kocaman bir yalan,
Kovdukça kovalayan..
Paylaşılmaz.

Bir düşün'de beni sana ayıran
Yalnızlık paylaşılmaz
Paylaşılsa yalnızlık olmaz.

Özdemir Asaf

Beynime vuran sözcükler kumsala yarım bir cümle bırakıyor... "Eldeki akrep, kalpteki kilit…" diyen yarım bir cümle; tıpkı yalnızlığım gibi anlamını arayan bir cümle…

Ey ıssız adalar!
Neden bu kadar bulunmazsınız?
Hani nerede benden başkası,
Nerede saklı enlemleri boylamları
Sonsuz atlasla örtülü yalnızlıkların?

Muharrem Soyek /
Son sözüm:
Sevgiyi gönül bağlarında ağırlamaktan haz duyanları yalnızlık asla rehin alamaz… 

 
Toplam blog
: 363
: 1765
Kayıt tarihi
: 04.08.08
 
 

Parasız yatılı Darüşşafaka Özel Lisesi'nde iki yılı hazırlık sınıfı olmak üzere yedi buçuk yıl ok..