Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Mart '11

 
Kategori
Deneme
 

Yalnızlık bağları

Yalnızlık bağları
 

benden


Kalbinin kuytu yalnızlıklarını açan birini de pek dinlemeye hevesli olduğumuz söylenemez; çünkü açılan bu kalpten genelde dertlerin ve acıların çığlığı duyulur. "Anlat bakayım dostum! Derdine bir damla deva olsam sevinirim" diyebilen kaç kişi çıkar aramızdan? Aşk ile karı koca olmuşlar bile ömürlerinin çoğunu madde paylaşımıyla tüketerek geçiriyorlar. Gönül dayanışması ve duygu paylaşımı insanları sanki korkutuyor. Ben korkuyorum mesela: Kalbimi ve zihnimi tümden birine açmayı düşündüğümde kimliğim çalınacakmış gibi hissediyorum. İçimde ne var ne yok hepten de tüm saflığıyla görünür olursa bir daha kendimle yalnız kalamayacağımdan korkarım. 

Bu yüzden Mevlana sözü olan “ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol” deyişini hiç sevmem; çünkü kendime bir parça yalnızlık ayırmak isterim. Ben olduğumun hepsi kadar görünmek istemiyorum; istediğim sadece olduğum şeyden istediğim kadarının görünmesidir. Aynı biçimde her göründüğüm gibi de olmak zorunda kalmak istemiyorum; çünkü görüntüm sanılan şey hiç de benim olduğum veya olmak istediğim şey olmayabilir; ne de olsa herkes kendi aklının ışıtabildiği kadarını görür ve hiçbir şey aynı ışıkta bile farklı yerden bakanlara aynı görünmez. Dolayısıyla istesem de zaten bu kadar çok göründüğüm gibi olamam. Ancak dürüstlük adına, “gösterdiğim kendim kendimden olandır” diyebilirim… 

Telefon faturaları, internet sohbetleri ve paylaşımlarına bakınca insanlar birbirleriyle eski zamanlardan daha çok konuşuyorlar aslında. Ancak iş birbirlerinin ruhlarını kucaklamaya veya bir sıkıntıyı paylaşmaya geldi mi çoğu bir bahane uydurup kıyıdan kıyıdan sıvışmaktadır. Sorunların çöküntüsü altında yalnız kalmaya dayanamadığımızda açıldığımız kişi de bir bakmışız tıpkı vaktiyle bizim yaptığımız gibi sıvışıvermiş oluyor. İşte o zaman yalnızlığın ağır gölgesi çöküyor üstümüze; fark edilen duyumsanan bir yalnızlık basıncı... Eğer maddesel veya biyolojik bir aksiliğe takılıp da bir dost elini tutma arzusu duyacak kadar yıkılmazsak, maskeli balomuzda mutluluk oyunu oynayarak yaşayıp gidebiliriz tabi ki. Bu yüzden ben her katıldığım baloda bir dostun yüzüne baktığımda “maske mi yoksa maskenin altı mı gerçek?” diye soramayacak kadar gerçekle tanışmanın yalnızlık hükmünden korkarım. Ancak bu durumda da mutluluğun gerçeğini hiç tadamamak gibi bahtsız bir durum çıkıyor ortaya. Çünkü gerçek mutluluk yalnızlık bağlarının en muhteşem şarabını yakut bir kadehten içebilmekten çok, ekşimiş yoğurttan bile olsa bir dostun gönül çanağında çırpılmış ayranın lezzetinde bulunur ancak… 

Zor dostum zor! Hem çağdaş ve modern yaşamın maddi ihtiyaçlarını karşılamak, hem de vefalı ve gönüldaş insan ilişkilerini sürdürmek kolay değil. Bu ikilem içinde mutluluğun gerçekliğini gene de duyumsayabilen bir bilgelikle donanıp yaşamak hiç de kolay bir iş değil. Hep birlikte umalım ki sırf madde üretim ve tüketim bağlarından mutluluk yapma yanılgısı bir karşı tez yaparak elindeki en değerli maddeyi ve gönlündeki sevgiyi dostlarının ihtiyacı için kullanıma sunabilen gerçek mutluluğu da ortaya çıkarabilsin…

Gün geçtikçe daha fazla hapsolur olduk modern teknoloji içine. Teknoloji günlük yaşamda insanın insana olan ihtiyacını iyice azalttı. Geniş aileler çekirdek ailelere dönüştü. Şimdiyse tek kişilik dünyasında neredeyse kimseye dokunmadan var olabilen bireysel yaşamlar kutsanmaya başlandı. Aslında aile içinde bile bireyselliğin yalnız varoluşu birlikte oluştan daha fazla zaman tutmaktadır. Görünüşte pek mutluyuz. Eşimiz, çocuklarımız, işimiz ve hobimiz gereği buluştuğumuz arkadaşlarımız vardır. Peki ne paylaşırız onlarla? Yüzeysel sohbetler, sahte gülüşler ve başarının gösterişli gururuyla sırıtan sevinçlerimiz dışında bir de yaslarımızın törensel geleneğini paylaşırız… Elimizi uzattığımızda insanlığın samimi sıcaklığını kaç kişiyle paylaşabiliriz? Kaç kişiye sarıldığımızda ve sarıldığımız kaç kişiye hizmet ettiğimizde kendimizi çocuklar gibi mutlu hissederiz? Kaç kişiyi gönül bağlarımızda ağırlamaktan ve kalbimizi açmış olmaktan rahatsız olmayız? Bu soruları dürüstçe yanıtlamadığımız için, içimizdeki gurbette yaşadığımız sürgün hayatını dışımızdaki yalnızlığın mağduru sanırız. Bu sorulara en dürüst cevabımızı merak etmeyiz de yalnızlık denizinde terk edilmeye kahrederiz. Aslında insan ne kadar gönlü açık ve lokmasını paylaşır olsa da gün gelir kendisini yetersiz bulan nankörler tarafından terk edilebilir. Ancak böyle insanlar yalnızlık çekmezler. Onlarda o gönül ve hayatı paylaşma ahlâkı varken her zaman ve her yerde, hayatın en çamurlu dibinde bile bir gönül dostu bulmakta zorlanmazlar… 

Nerede hata yaptığımızı düşünüp durmaktan geceleri uykularımız kaçmadan önce bilmeliyiz ki hatanın basitliği ve küçüklüğü bu sorunun cevabını zırnık önemsizleştirmez. Aksine hatanın basit ve küçük oluşu onun çok sık tekrarlanma tehlikesini de içerir. Belki de ilk hatamızı bir arkadaşın suratımızı asık görmesiyle "Neyin var bugün" diye sorduğunda, "Bir şeyim yok yalnız bırak beni" diyerek onu terslediğimiz an yaptık... O küçük hatayı her gün birlikte çalıştığımız veya birlikte yaşadığımız birisi "İyi misin sen?" diye sorduğunda güçlü görünmek adına "İyiyim görmüyor musun?" diye başımızdan savdığımız an yapmış da olabiliriz… Telefonda, internette sevdiğimizi söylediğimiz insanlara gerçek bir çiçeği kendi elimizle vermeyi; tendeki dokunuşu hissedilen bir öpücüğü; yüzdeki hüzne ilaç gibi gelen bir güzel küçük gülümsemeyi unuttuğumuz andır belki de aradığımız hata... 

Kendinizi yalnızlığa mahkûm etmeyin; yalnızlık farkına vardığınızda bir heyelan gibi çökmeden üstünüze, size uzanan bir ele siz iki elinizi birden uzatın... Çıkar ummadan hayatınızı sevdiklerinizle cömertçe paylaşın; başınıza gelebilecek en kötü olasılık, paylaşmanın verdiği o büyük varoluş coşkusunu duyumsamanın mutluluğuyla terk edilmişlik olabilir… Gene de sırf bu mutluluk olasılığı yüzünden her şeyinizi feda edecek kadar da cömert olmasanız iyi edersiniz. Sizi en dipte dilenmekten kurtaracak kadar bir payı her zaman kendinize saklayın derim. Bu gerçekliğe saygılı kalmanızla birlikte yalnızlığınızı saklamak adına kurduğunuz bireysel dokunulmazlık kalenizin heybetli duvarlarını yıkmalısınız. O kalenin duvarları gerçek kötülere zaten vız gelir; o duvarlar sizi sadece iyi ve dost gönüllü insanlardan ayırabilir. En sağlam kaleniz etrafınızdaki iyi insanlar ve dostlarınız olmalıdır. Eğer kale duvarı örmekte ustaysanız bunu yalnızlığın çevresini örmek için yapın. Üstelik bu kalenin kapısını yapmayı unutacak kadar bilge olun ki yalnızlık çıkamasın dışarı… 

Muharrem Soyek 

 
Toplam blog
: 363
: 1765
Kayıt tarihi
: 04.08.08
 
 

Parasız yatılı Darüşşafaka Özel Lisesi'nde iki yılı hazırlık sınıfı olmak üzere yedi buçuk yıl ok..