Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Eylül '07

 
Kategori
Eğitim
 

Yamalı bohçam

EĞİTİMLE İLGİLİ ROMANLAR/ANILAR (3)

YAMALI BOHÇAM

Yazar Hakkında:

Yazarı: Zekiye Gülsen

1918 yılında Çanakkale Lapseki’de doğdu. Çocukluğu, Birinci Dünya ve Kurtuluş savaşı yıllarında geçti.

Cumhuriyet Türkiyesi’nin eğitim seferberliğinde genç bir öğretmen olarak görev aldı.

Ankara’da okulöncesi eğitimin ilk örneğini ‘Özel Gülsen Anaokulu’ ile açtı.

Türkiye’de ilk kez ilkokula gidemeyen özürlü çocukların eğitimini içeren ve Hacettepe Üniversitesi Çocuk Gelişimi Bölümünde açılan ‘özel sınıf''ın öğretmenliğini yaptı.

Münih Üniversitesinde Özel Eğitim ve Pedagoji dalında öğrenim gördü. Dönüşte, Ankara’da kurucu müdür olarak, Devlete ait ilk anaokulu olan, Zübeyde Hanım Anaokulu’nu kurdu.

Öğretmenlik görevinin yanı sıra, okulöncesi eğitim konusunda aldığı eğitimin birikimi ile ülkemizin özellikle Doğu ve Güneydoğu Bölgelerinde, dil ve eğitim alanında ihtiyaç duyulan konulara Devletin dikkatini çekti.

Yerinde yaptığı araştırmalar sonucu, konuyu Devlet politikası haline getirdi. Milli Eğitim Bakanlığı adına, bu bölgelere giderek, örnek anasınıfları açtı.

Bu konuları içeren “El Ele ve İki Anne” isimli iki film senaryosu, Milli Eğitim Bakanlığınca satın alındı ve gösterime sunuldu.

Yamalı Bohçam’da, yaşamı ve eğitim ile ilgili çalışmalarını anlattı.

1969-1977 Yıllarında iki dönem Çanakkale Milletvekilliği yaptı.

Konunun Özeti:

Hatırında, çocukluğundan çok şey kalır. Annesi, komşuları, çocuklar, arkadaşları… Ama onun için en önemlisi annesidir. Annesini kaybettikten sonra günler gelir geçer. Annesizliğin acısını hep yüreğinde hisseder. Her şeye çare bulunur. Fakat, annesiz oturdukları akşam sofralarının mahzunluğuna, o küçücük yüreğiyle çare bulamaz. İşte böyle akşamlarda bir hüzün kaplar evin her yanını ve Zekiye annesini çok özler.

Kurtuluş Savaşında bir kolunu kaybetmiş babası, hem anneleri, hem de babaları olmaya çalışır. Sabahları erken kalkıp, kahvaltıyı hazırlar. Elinden geldiğince çocuklarının ihtiyaçlarını karşılamaya çalışır. Buna rağmen, dünyadaki hiçbir şey, anne sevgisinin yerini tutamaz, bir annenin eksikliğini gideremez.

Zekiye, daha küçükken hayatla tanışır. Babasına dükkanda yardım eder. Oradaki esnafların arasında büyür, onlarla tanışır. Günler böyle geçer. Zekiye de bu arada okula başlar.

Zekiye, bir gün okuldan eve döndüğünde, babalarının evlendiği hanımla karşılaşır. Babaları evlenmiş, yani annelerinin yerine anne gelmiştir artık. Birlikte sofraya otururlar. Yemekler güzeldir ama tadı var mıdır, bilinmez. Hüzünlü geçen akşamlar, daha bir hüzne boğulur. Sonuçta, evdeki hanım üvey annedir. Yeni anneleri, çocukların her ihtiyacını karşılar, onlara iyi bakar ama sevgisini hiç göstermez.

Bu arada Zekiye, başarılı bir şekilde ilkokulu bitirir. Babası, ortaokulu okuması için O’nu Çanakkale’ye bir arkadaşının yanına götürür. Çünkü, kalacak başka yeri yoktur. Zekiye, burada çok acı günler geçirir. Ama, okuması gerektiğini bildiği için bütün zorluklara katlanır. Ortaokulu da başarıyla bitirdikten sonra, Öğretmen Okuluna devam eder. Çok çalışır, eksiklerini tamamlar. Öğretmenlerinin de yardım ve desteğiyle mezun olur. Artık, istediklerini, ideallerini gerçekleştirmesi için gerekli şeyleri yapmış sayılır. Atanmasını heyecanla bekler.

Sonunda, atanması Çanakkale’nin bir köyüne yapılır. Köye, babası ile birlikte gider. İlkönce, okulu temizlemek için işe koyulur. Köylünün birinden süpürge isteyip de alamayınca, pırnal ağacının dallarından süpürge yapar. Köylü, bu kadar fedakar, kendileri için uğraş veren bir öğretmeni görünce şaşırır. Çünkü, daha önce gelenler, hemen gitmek için ellerinden gelenleri yapmışlar ve gitmişlerdir.

Köydeki gençler, bellerinde bıçak taşır. Bir gün, bu gençlerden birinin bıçağı kendi karnına saplanır. Böylece, Zekiye Öğretmen, köyde meydana gelen bu yaralanma olayı ile karşılaşır. Köylüler, jandarmadan korktukları için doktora gitmek istemezler. Bunun üzerine Zekiye Öğretmen, hiçbir şeyin olmayacağına dair köylüleri ikna eder ve yaralıyı doktora götürürler.

Zekiye Öğretmenin köydeki başarılı ve özverili çalışmaları yetkililerin dikkatini çeker ve atamasını köyden merkeze yaparlar. Orada, şimdiki eşi Ahmet Bey ile tanışır ve bir müddet sonra evlenir. Ahmet Bey, Hava Subayıdır. Zekiye Öğretmen, eşinin işinden dolayı sürekli yer değiştirmek zorunda kalır ve Adana’ya giderler. Bu arada bir kızı olur. Kızı, Adana’da hastalanıp ölür. Böylece, evlat acısını tadar ve çok üzülür. Ama, var gücüyle çalışmaya devam etmekten geri kalmaz. Çünkü, O güçlüdür ve tüm zorluklara rağmen ayakta kalmayı küçük yaşta öğrenmiştir.

Bir süre sonra bir kızları daha olur. O, iyi bir eş ve aynı zamanda iyi bir annedir. Eşinin tayininin sürekli çıkmasından doğan güçlüklere güçlü ve güzel gözlerle bakar. Hayatın diğer güçlüklerine de öyle bakar. Çünkü O, sevdiklerini, işini, yurdunun insanlarını, öğrencilerini her şeye rağmen çok sevmektedir. Zekiye Öğretmen, ayakta kalma gücünü, belki de bu sevgide bulmaktadır.

Zekiye Öğretmenin hayatı, oradan oraya dolaşmakla geçer. Balıkesir’in bir köyünde görev yaparken, merkeze sıra beklemektedir. Bir gün Milli Eğitim Müdürü, görüşmek için çağırır. Sıranın kendisinde olduğunu fakat sanatoryumdan yeni çıkmış bir öğretmene merkez sırasını vermesini ister. Zekiye Öğretmen, bu isteği hiç düşünmeden kabul eder. Çünkü kendisi de, öğretmenliğinin ilk yıllarında çok zayıf olduğu için Sanatoryuma gitmiştir.

Bir yıl sonra, ilginç bir mektup alır Zekiye Öğretmen. Mektupta, “Merkez sırasının Zekiye Öğretmende olduğu halde, Milli Eğitim Müdürünün eşinin atamasının şehre yapıldığı” yazmaktadır. Bunun üzerine Zekiye Öğretmen, hesap sormak üzere hemen Milli Eğitim Müdürüne gider. O sırada, Milli Eğitim Müdürünün yanında Bakanlık Müfettişi bulunmaktadır. Zekiye Öğretmen uğradığı haksızlığı, dile getirdikten sonra, durumu telefonla Milli Eğitim Bakanı ile de görüşür. Çünkü, Zekiye Öğretmen hırslıdır ve haksızlığa asla tahammül edememektedir. Görüşmeler sonuç verir ve gerekenler yapılır. Müdürün eşi köye, Zekiye Öğretmen şehre atanır. Ama ne çare ki bir süre sonra, tayini yine bir başka yere çıkar.

Zekiye Öğretmen, Onuncu Yıl İlköğretim okulunda çalışırken, okula gitmek isteyip de gidemeyen, konuşamayan ve sağır olmadığı için Sağırlar Okuluna kaydı yapılamayan bir çocuğa okuma-yazma öğretir. Bu iş için Özel Eğitim gerektiğini bilmektedir. İlk önce araştırma yapar. Deneme yanılma yoluyla sesleri çıkarmayı ve ayırmayı öğretir. Bu uğurda çok uğraş verir. Ama, sonunda amacına ulaşır. Artık, çocuk, okuma-yazmayı öğretmiştir. Yıllık teftiş sırasında bu durum kayıtlara geçer ve Gazi Eğitim Enstitüsünde görevli Prof. Frontallei’in programına alınır. Bir süre sonra Prof. görevini tamamlayarak ülkesine döner.

Zekiye Öğretmen, Prof’den aldığı bilgi ve önerilerle, okulöncesi eğitimin önemini anlamıştır. Fakat, devlet bu konuda bir şey yapamamaktadır. Onun için, “okulöncesi eğitim” alanında özel okul açmaya karar verir. Milli Eğitim Müdürünün önerileri ve yardımıyla, Ankara’da ilk olarak açılan, “Gülsen Anaokulu”nu açar.

Zekiye Öğretmen, açtığı bu özel okulda, zihinsel ve bedensel özürlü, eğilebilir çocukları eğitmek için çalışır. Çocuklara ve okula çok özen gösterir. Adeta çocukların üzerine titrer. Onları, yeniden yapılandırmaya çalışır.

Daha sonra, yeterli eğitimi almak için, Almanya’ya gider. Geride eşini, çocuklarını ve ülkesini bırakır. Herkes için çok zor olan bu ayrılık, çocukları için daha zordur. Ancak O çocuklarına, -annesinin kendisini yetiştirdiği gibi-, her şeye göğüs gerebilmeyi öğretmiştir. Üç yıl Almanya’da kalır. Orada çok titiz çalışmalar yapar ve “İslam’da Eğitim” adlı tezi ile en yüksek notu alır.

Ardından Türkiye’ye döner. Dönüşte birçok değişiklikle karşılaşır. Örneğin, kendi kurduğu özel okul, artık kendisine ait değildir. Bu duruma çok üzülür fakat elinden bir şey gelmez. Sineye çeker. Üzülmenin faydasız olduğunu düşünür. Bu yolda daha büyük ve faydalı işler yapmak için ileriye bakar. Daha güzel fırsatlar mutlaka çıkacaktır.

Nitekim öyle de olur. Anaokullarını devletin resmen açması için çalışmalara başlar. Gerekli yerlere, elinin ulaştığı, gücünün yettiği her yere başvurmaya ve bunun için çalışmaya başlar. Ama her nereye başvurduysa, olumsuz yanıtlar alır. Her şeye rağmen yılmaz ve bu ülkenin çocukları için başarması gerektiğine inanır.

Uzun uğraşlar sonunda, konu Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu’na getirilir. İçinde kendisinin de bulunduğu bir grup kurulur ve Anaokulları Programı Çalışma Tüzüğü hazırlanır ve çalışmaları ilgi görür.

Bu programla, devlet ilkokula başlamadan önce çocuklarımıza resmi dilimiz olan Türkçe’yi de öğretmiş olacaktır. İşte, uzun uğraşılar sonucu hayalleri gerçekleşir ve bu konudaki çalışmalara başlar. Anadolu’nun çeşitli illerini dolaşır.

Ankara’dan trenle ayrılırken, kalbinin çarpıntısını bastırmaya trenin sesi yetmez. İlk durak Erzurum’dur. Burada Ağrı Milletvekilleri karşılar ve Ağrı’ya doğru yol alırlar. Erzurum’daki ilgi ve sıcaklık, Zekiye Öğretmenin çok hoşuna gider. Kıtlama çay içildiğini ilk kez orada görür. Ağrı’ya gidip dinlendikten sonra, Vali ziyaret edilir. Ağrı, Projenin başlangıç yeridir. Valinin konuya sıcak ilgisi, O’na güç verir. Buradan Van’a hareket ederler. Hep haritalarda gördüğü bu yerlerin üzerindedir artık. Kendilerini orada, genç, güzel ve güler yüzlü bir hemşire karşılar. Jeepten inince, sanki yıllar önce tanışıyorlarmışçasına sarılıverirler birbirlerine. (Neydi bu yakınlık? Sebebi neydi dersiniz? Çünkü aynı kaderi paylaşıyorlardı her ikisi de. Bu ülkenin insanları için uğraşıyor, bu ülkenin insanları için fedakarlıklar yapıyorlardı. Ve yürekleri sevgiyle doluydu.

Bir çay molasından sonra oradan da ayrılırlar. İle vardıklarında Vali Beyi ziyaret ederler. Vali, çok sıcak karşılar onları. Evine davet eder. Çok güzel ağırlar. Bu kadar ilgi karşısında Zekiye Öğretmen şaşırır ve “İşte bizim insanımız böyle misafirseverdir” der.

Bu şekilde, diğer iller de dolaşıldıktan sonra, artık eve dönme zamanı gelir. Sevinç, hüzün, her şey bir aradadır. Çünkü, hayallerini gerçekleştirme yolunda çalışmış ve gezip gördüğü yerler ve insanlar hakkında çok şeyler öğrenmiştir. Bu arada, çocuklarına kavuşmanın sevinci vardır yüreğinde.

Zekiye Öğretmen, Zübeyde Hanım Anaokulu’nda müdür olarak, gece-gündüz çalışırken, ilginç olaylar yaşar. Milli Eğitim Bakanı O’ndan, "Bir arkadaşının çocuğunu okula kaydetmesini” ister. Zekiye Öğretmen, “okulda yer olmadığı” gerekçesiyle kayıt yapmaz. Bu durum, çok tepki uyandırır. Çünkü üst yönetimdekiler, kendilerine “hayır” denilmesine alışık değillerdir. Ama O, prensiplerinden asla taviz vermez.

Bir gün velinin biri Zekiye Öğretmen’e; “Çalışanın ekmeğini tezekten koyarlar. O nasılsa çok çalışıyordur. Çalışmayanın ekmeğini ise, has undan yaparlar. Aman iyi ekmek verelim de, iyi çalışsın, diye. Çok yorulup üzülüyorsunuz” der.

Ve çok şaşırtıcı bir haber gelir. Bakanlık, ‘okulöncesi eğitim’ için, İtalya’ya bir grup gönderecektir. Zekiye Öğretmen, Bakanlığın okulöncesi eğitimi ciddiye almasına ve benimsemesine çok sevinir. İtalya dönüşünde ise, görevinden alındığını ve Bakanlıkta Hizmetiçi Eğitim Dairesi Şube Müdür Yardımcılığına atandığını öğrenir. Üzüntü, kırgınlık ve burukluk duygularının hepsini bir arada yaşar o an.

“Her kurum, kendi kurucusunu yer” ilkesi gerçekleşmiştir artık.

Karşılaşılan bu acı durumdan sonra Zekiye Öğretmen; “Eğer bir şeyleri oluşturacak ve devam ettirecekseniz, karar verme ve yaptırım gücüne sahip olmanız gerek” diyerek, politikaya atılma ve milletvekili olmak isteme gerekçesini anlatır.

(Ömür nedir ki? Bir yolculuk. Yolculuk için hayaller, hazırlıklar başlar. Yola koyulursunuz. Yolda, acı tatlı bir birçok şeyle karşılaşırsınız. Ama, yol almaya devam edersiniz.

İnsan yaşamında birçok şeyler yapar. Önemli olan, güzel şeyler yapmak ve hep yapmaya çalışmaktır. Kaplumbağa misali, başaramasak da, o yolda ölürüz ya.

Bir de atalarımız, “Azmin elinden hiçbir şey kurtulamaz” derler.)

İşte Zekiye Gülsen Öğretmen’in yaşamı, bir azmin öyküsüdür.

 
Toplam blog
: 425
: 3089
Kayıt tarihi
: 06.12.06
 
 

Gazi Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü, Eğitim Yönetimi, Teftişi, Planlaması ve Ekonomisi..