Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Kasım '07

 
Kategori
Tiyatro
 

Yangın duası

Yangın duası
 

Herhangi bir tanrıya sorgusuz sualsiz inanmayı ve kollarımı gökyüzüne kaldırıp, histerik tezahürlerle şükretmeyi hiç bu kadar arzulamamıştım. İnananlar bu şükür anını görkemli yaşamak uğruna sabır diye adlandırmayı bir erdem edinirler...Ama tanrılar ticarette zayıftır, onlarla alışverişte teslimat günleri her zaman aksar... YANGIN DUASI...

Yüz yıl sonra olmayacaksak ve yüz yıl önce de yoktuysak bu steplerde, bu ovalarda, bu viyadüklerde yoktuysak, bu tünelleri sarmadıysa, kalp atışlarımız yüz yıl önce ve adımız yazılmayacaksa hiçbir tiyatronun, bilet alanlar listesinde, yüz yıl sonra…

Bir şeyler yapmanın vakti, belki de şu aralardır!

Hikayelerimizdeki baş erkek oyuncular, baş kadın oyuncular, birbirleriyle yarışırcasına “rahmetli” olmadan…

Şu aralar, şimdi civarlarında…

Bir şeyler yapılabilir mi acaba? Ne biliyim “yaşanabilir” mi mesela?

Evet, bu naçiz vücut elbet bir gün toprak olacak, fakat insanın ölebilmesi için, önce biraz yaşaması lazım…

Yaşamanın, Kopenhag gibi net kriterleri yok –her iki anlamda da alınabilir- tamamıyla bir his meselesi, adam yaşadım diyorsa yaşamıştır, gırtlağına yapışıp, “yok sen yaşamadın kardeşim, al şu ömrü bir daha yaşa, heh kolarını da şöyle yukarı yukarı, tamam oluyor” diyecek halimiz yok, tamamıyla öznel bir şey yaşamak, ama şehir keşmekeşinden, maaş bordrolarından, 0-0 berabere biten, aynı şehir takımlarının maçlarından- evet derby de denilebilir- günübirlik egolarımızdan, biraz daha fazlası olsa gerek…

Evet, çok şanslı değiliz, kuşlar tepemize sıçmak için uzun kuyruklar oluşturmuyor üstümüzde, hayatımızda bir koyup hiç alamadıklarımızdan, köylerimize duble yolllar olur, ama buradaysak ve devam ediyorsak, ben kendi adıma ufak bir selam çakmak isterim hayata, yitmeden, gitmeden, hazır gelmişken, biraz da gıcıklığına belki...

Bir sahil kasabanın, tüm yollarını denize çıkaran mühendisler gibi, tüm hikayelerinin sonunu sana çıkarmayı başaran ben, bu hikayede, bozsam mı geleneği?

Ne demişti yazar: " insan, ateşi yakabildiği gibi yeri geldiğinde onu yakmayabilmeli de." O sevimsiz öğüdü tuttuğumdan beri, seni sevmeyebildiğimden beri yani – tam zaman veremeyeceğim, kendimde değilim o vakitten beri- azalıyor yerçekimim.
Sen kucağımdaki taşmışsın, beni hayata yakınlaştıran, bu yeryüzüne tahammülü kolaylaştıran, yaşamaya yol veren, ayaklarımı yere bastıran, en büyük taşım... Şimdi, küçük taşlarımı bir araya toplayıp büyük bir taş yapmaya çalışıyorum, boşluğa karışmamak için...

“Yakmayabilmeli de” diyordun yazar efendi, şimdi ne yapacağız, bir fikrin yok di mi? “Yakmayabilmeli de” de ve çekil kenara....

Yaşamaya başlamak için, bir ateş yanmasını bekliyoruz, bir yangın için dua ediyoruz! Birinin düdüğü çalmasını ve “yaşayın” demesini bekliyoruz, sonra hepimiz koşar adım, güle oynaya, yaşayacağız!

Sanırım, önümüzdeki yüz yıl böyle bir şey olmayacak, kendi “an”larımızı kendimiz yapacağız…

Onlardan da uzaklaşacağız sonra, anlarımız, anılarımız olacak, bir fotoğrafta niye bu kadar güldüğümüze şaşıracağız, saçlarımız henüz tel tel dikilmemişken, boşluğa karışmama çabası içinde. O adam nerede şimdi, o kadın nerede, umarsızca sessizliğe yürüyen, biz neredeyiz?

Ve bir Cuma akşamı, haykıracağız, bir tiyatro sahnesinden “O bavullar bizim değil Miska Dora, o mektuplar bizim değil, koy onları yerine”

Binlerce kilometre uzaklaşacağız kendimize…

Geşmiş, artık olmayandır(y.d) evet, ama olmayabilecekken de, olandır aynı zamanda, geçmiş olması, olmuş olduğu gerçeğini değiştirmez.

Evet, Yaşam bir yangın duası, ki üzerine aminler yağdırdığımız…

Ama biz kibriti çakmadan, kabul olmaz herhangi bir avazımız.
 
Toplam blog
: 25
: 764
Kayıt tarihi
: 30.08.06
 
 

22.09.81 İstanbul doğumluyum. 26 seneye, İstanbul'daki üç semti sığdırdım: önce Kocamustafapaşa, son..