Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Mart '15

 
Kategori
Deneme
 

Yanılınca

Yanılınca
 

Sevildiğimi sanıyordum. Deli gibi sevildiğimi sanıyor, sırf bu yüzden yalnızca bu yüzden seviliyor olmamın hatırına saliselerim bile şaşmadan onu bekliyordum. Sonra bir gün terk ediş diyarında gördüm onu, aslında hiçbir zaman benim olmamıştı ki. Hayallerimin beni bırakıp gidişinin rezilliğiydi. Bir yanılsamaydı aşk dediğin, sevdiğini sanır; üstüne bir de sevildiğini düşünürdün. Siyahı beyaz görüşün gibi bir yanılsamaydı. Aşk, yanılsamaların tezgâh açıp “gel vatandaş, yanılgıya gel, gel acıya gel!” demesi gibi bir şeydi. Sonra öğrendim, çok sonra, o bana “Sevdiğim başka biri var” dediğinde.
 
Sevmek ile sevilmek aynı kareye yakışmazdı bazen. Bir fotoğraf karesinde sevmenin gülücüklerini saçtığı yerde sevilmek surat asabilirdi, ikisi aynı kareye yaraşmazdı bazen. Sonra dedim ki kendime, “sen onu düşünürken o bir başkasını düşünmüş, sen kendi içinde ona ihanet etmezken o ihanet ile seni aynı kefeye bile koymamış, seni görmemiş. Sen diye bir yaşam onda yokmuş ki yokluğunda ölümü hissetsin…” Yanılgılarla el sıkıştığımızı anladığımda aşka “Dur” dedim. Güzel olabilirdi aşk, çok güzel olabilirdi, ama hayallerle aşk aynı yerde durmuyordu belli ki. Aşk realist yaşam çiçeğiydi, hayaller bağımsız devrimci bir çığlık. Ben artık realist bir yalancıyım. “Dur” desem de kalbime, bir yerde görsem onu, “Benim sevdiğim yalnızca sendin” dese, kollarımla boynuna sarılır, kalbimle kalbine aşk köprüsü kurarım. Aşk yanılgıların sokak lambasıydı. Elektrikler gitse bile mum ışığımız hep bâkiydi, karanlıkları bile aydınlatırdık umut edince. Sonra dedim ki kalbime, “Artık o sende güzel durmuyor, onu düşününce gülmüyorsun, atmıyorsun artık onun adını duyunca; hatta artık onu hissetmek bile istemiyorsun.” Kalbim yine susuyordu. Sevmeye başladığımda geveze miydi ki, unutmak istediğimde susuyor olsun?
 
Ona dedim ki: “Ben bir daha senin karşına çıkmam” Kaldırımlar özürsüz küfrettiler. Onlar için yaya bile değildim artık. Aşkı harcayıp, sevdiğime bir de ben gidiş senaryosu eklemiştim; sanki gelişlerim onun için bir nimetmiş gibi. Gururu kurtarmak faziletli bir işti. Bir daha çıkmadım karşısına, bir daha olmadı asla. O aklımdan geçti, ben kalbinden geçemezken hayatından bir daha geçmeyi bile düşünmedim. Beni hiç yaşamadım saysın istedim, kalbim onu severken yaşlanmıştı zaten. Atıyor mu, durdu mu hiç belli değildi. Bir de kalpsizliğine vicdan azabı eklensin, o da insan olduğunu hissetsin istedim. Şimdi gülüyor. Bana değil, tabii ki de ona! Kalbinde yaşattığı o sevda çiçeğine. Hiç kıyamadığına, üzmek istemediğine… “Ben hiç kimsenin mutsuz olmasını istemem” dedi. Onun için hiç kimseydim, yine de insan olarak üzülüyor olmama kıyamamıştı belli ki. “Tamam o vakit, bir parça merhamet varsa benden yana içinde ben de bir daha onun için üzülmem, hiç mutsuz olmam” dedim.
Her gün daha az düşünüyordum, o benim yabanımdı artık. Bir yabancıydı, yaban çiçeğimdi. Koklamaya hakkımın bile olmadığı, kalbimde yaşarken o bir damla suyu bile çok gördüğüm, solmasına fırsat verdiğim… Sararmıştı. Kalbimde artık o sapsarıydı. Zaten ayrılık rengi hep sarıydı. Ben ayrılık rengimize dalarken o, “Aramızda hiçbir şey olmadı” diyordu. Yine bir hiç’in ortasına dalmıştım.
 
Hiç kimse ve hiçbir şey’ler hep can yakıyordu, benim yakılacak bir canım bile kalmamıştı. “Küllerimi bulamazsın” dedim, küllerimi küllerime ekledim ve kalbime realist yasaklar ekledim. “Ondan başka herkes sevilir, ondan başka herkes her şey olabilir, ondan başka herkes özlenebilir ve ondan başka herkes ayrılık olabilir ama o yabanın artık senin, bir yabancıya meftun olmak adil mi?”
 
Adaletsiz sanrılar bütünüydü aşk. Ben onu seviyordum, o bir başkasını, bir başkası ise onu… Sevilmek ona yakışırdı da, sevilmek hiç mi benim hakkım olmayacaktı? En çok sevmek bende güzel duruyordu ki sevilmek hep bir köşede benden uzakta şarkılar söylüyordu. Hiç gelmemişti, hiç olmamıştı, olmayan birinden gelmeler yaratmıştım harflerimle, harflerimin düğününü yapmış, harflerimi boşamış, harflerimden mutluluk doğurmuştum. Bu yüzden şimdi ayrılıklar silsilesine gebeydi sanrılı harfler.
Düşük bir ihtimal bir gün aklının kıyısındaki o yalnızlık bankında sabahlayacağım. “Acaba ne yapıyor o ölü?” diye soracak kendine. Toprağını yadırgadı mı, yoksa alıştı mı ölmek denen yersizliğe? Bir bilse ben onun için doğmadım ki onun için öleyim. Aşka doğmuştum, yanılgılarımın şerefine aşka sorduğum suallerdi beni öldüren. Seviyor sanmıştım. Papatya falları değildi beni kandıran. Cenazesini bile çok gördüğüm kalbimdi. Kalp yanıltır, kalp kırılır, kalp yalnızca yaşatmak için var olmazdı.
Bir de baktım ki düşük yapmış harflerim, ayrılıklar bile doğmamış. Kundağa zehir zıkkım bir bekleyiş daha yatırdım, kimi beklediğimi, neyi beklediğimi, beklenip beklenmediğimi bile bilmeden…
 
‘O’ harfi yabanımın adında kaldı. Artık onu bile bekleyemem. Sevdiğine döşediği aşk sözcükleri havai fişek misali patlarken ben ona “Aşk sensin” diyemem. 
Bir de baktım ki artık ağlamıyorum. Bahar gelince yağmurlar dindi de ondan sandım. Bir yanılgının daha tuzu biberi oldum. Kapattım gözümü, açtığımda ondan bana kalan hiçbir şey yoktu. Sonunda “Hiçbir şey yaşanmadı” diye diye ben aşkı kandırmıştım. Anılarım ölmüşken dirilmesini istediğim ne olabilir diye sorarken fark ettim; umudum eksilmişti, bana bir umut gerekti, bir umut gerekliydi. Çünkü yaşam güzeldi, giden-kalan sevdasına düşmeden, türlü sınavlarla hançerine denk gelsek de yaşamın; yaşam yaşanmaya değerdi. Bu yüzden bana bir umut gerekliydi. Çalanın kim olduğunu sorgulamaya lüzum yoktu, seven herkes acılar diyarına düştüğünde umutları zalimce eksilirdi. İster sövsün, ister dövsün kalbini; kalp bunu hep yapardı, bir yerden alır, kim bilir nerelerden ne verirdi…
 
Verirdi, öyle değil mi? Bana kaybettiğim umutlarımı kalbim geri verirdi. Yaşam zaten umudun kendisiydi. Sonunda ona “Size mutluluklar dilerim” dedim. Mutlulukların paketlenmiş hâli onlara adandı, bana ise umut gerekliydi. Umut mutlu olmak için yeterliydi. “Ben de sana umut dilerim” demedi. O da biliyordu, bir zamanlar o benim için umudun kendisiydi. Bana kendisini nasıl olur da dilerdi? Yıldız kaydı ama ellerimden. Dilek dilemedim bu yüzden. Gökyüzüne baktım, akşam serinliğinde bulutlar gülümsüyordu. Bana bir umut gerek dedim, sesleri çıkmadı. Kimden istesem benim olurdu? Bana bir umut gerek, önce kalbimde soluklansın; yorgun düşmüştür belki. Nefes nefese bir yaşamın hediyesi de yorgun olur. Bana bir umut gerek, önce bir düşünsün ve sonra beni bulsun. Kalbimde kırık bir sandalye var, kalp kırılınca kalbin içindekiler de etkileniyor. Tamir ettiremedim, çünkü yaşamım boyunca kırılmaya yüz tutacak başka hikâyelerim daha olacaktı, bu hayatın gerçeğiydi.  En sonunda “Allah sizi mesut etsin” dedim yanılgımın başrolüne; mesut oldu mu bilmem…
Bir cüzdanlık nahoş servetim var, kalp hesabıma yetmez. Kumbaramın içi boş, kıymetimi bilmeyenler çalmışlardı bütün sevgimi. Sevgi de bir servetti, öyle değil mi? Bize en çok umut gerek. Yeniden seveceğimize ve sevgiyle yaşayacağımıza dair… Yaşamak için en çok umut gerek. Servet avcısı dedikoducu aşk rüzgârlarına sözüm yok. Biz sevdik, biz yanıldık. Biz dediysem ben ve o bunun içinde yokuz. Biz demek kalbim ve ben demek. Yoksa ben ve o biz olmayı hiç becerememiş asli bir yanılgıydık.
 
İyi ki öldünüz yanılgılar, realist özlemlere boğmayın beni de; haydi ölürken ardınızdan yanlış yaşamımın ışıklarını kapatın. Yepyeni bir yaşamın ışıldağı bile olurum ben bu gidişle, yeter ki kalbimden ve umut sandığım bütün mutsuzluk sebeplerimden çıkın…
 
Dilara AKSOY
 
Toplam blog
: 196
: 226
Kayıt tarihi
: 03.01.13
 
 

     1989 doğumlu, İstanbul Üniversitesi Felsefe mezunu. 10 yaşında şiir yazarak başladığı kalem ..