Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Şubat '16

 
Kategori
İlişkiler
 

Yanıma uzanır mısın?

Yanıma uzanır mısın?
 

İki odalı bekar evinde, iki bekar üniversite öğrencisi odaları paylaşmışlar, mutlu bir şekilde yaşıyorlardı. Odaların birinde bir yatak, bir çizim masası ve nadir olarak yanan bir odun sobası vardı. Yatakta yorganı kulağına kadar çekmiş, yüzü duvara dönük biri yatıyordu. Kapı açıldı ve içeri genç bir kız girdi. Esmer, beyaz tenli bir kızdı. Düz uzun saçlarını henüz toplamamıştı. Yatakta yatmakta olan genç yeni uyanmıştı. Duvardan öteki yana, kıza doğru döndü. Gerinerek gülümsedi. Kız perdeleri açtı ve çizim masasının arkasındaki sandalyeye oturdu. Üzerinde tek parça, kısa etekli bir giysi vardı. Parmaklarıyla saçlarını karıştırdı. Dirseklerini masaya dayayıp gözünü adamın üzerine dikti. Bacakları adamın yattığı yerden rahatlıkla görünüyordu.

“Günaydın.” Dedi kız.

“Günaydın.” Kısa bir süre bakıştılar.

“Çay var mı?”

“Yok, benimki yatıyor daha.”

“Buraya gelir misin?”

Genç kız yakına geldi. Bir el tutuşma uzaklığında durmaktaydı şimdi. Yatmakta olan erkek elini uzattı ve kızın parmaklarına hafifçe dokundu. Kız elini çekmedi.

“Yanıma uzanır mısın?”

“… Elbisem buruşur…”

“Çıkar o zaman…”

“Ben… sevgilimi aldatamam.”

“Hayır aldatmayacaksın… Beni sevmiyor musun?”

“…”

“Bunu evet olarak kabul ediyorum. Birbirimize sevgimizi göstereceğiz, o kadar.”

“Buraya gelirse?”

“Gelsin.”

Kız kısa bir tereddütten sonra ellerini arkasına götürüp tek parça giysinin fermuarını indirdi, çıkardı.

“Biraz ileri gitsene…”

“Olmaz, bu yana gel. Burnum tıkanır, nefes alamam sonra.”

Yorganı açtı. Kız adamın üzerinden geçip yanına uzandı.

Genç adam uzun uzun karşısındaki güzel yüze baktı. Elini omzuna koydu.

“Seni kim hak ediyor?”

“Sen beni hak ediyor musun?”

“Neden olmasın?”

“Sen benim için ne yaptın ki?”

“Ben, seni gerçekten seviyorum, yetmez mi? Peki o ne yaptı?”

“O da beni seviyor…”

“Diyorsun. Biliyor musun?”

“…”

“Bilmiyorsun. Hiçbir zaman emin olamazsın. Eğer içinde küçücük bir kuşku varsa bu böyledir.”

“Ama ben onu seviyorum.”

“Onu mu…”

“Onu da…”

Genç adam gülümsedi.

“Teneke Trampet diye bir film var biliyor musun? Alman filmi. Bir kadının iki kocası vardı. Nedense iki aşk arasında deyince bizde iki kadın ve bir erkek anlaşılıyor. Harem durumu. Hiç kimsenin aklına kadının iki aşk arasında kalacağı gelmiyor. Çünkü memnu o. Halbuki kadın da en az erkek kadar poligamdır, yani çok eşlidir.”

“O kadar uzağa gitmeye ne gerek var? Bizde Yedi Kocalı Hürmüz yok mu? Herkes bayılarak izliyor.”

“Sahnede herkesin gözü önünde oynayınca olur. Ama özel hayatta, gerçek hayatta olmaz. Haftanın her günü bir erkeği eve alıp çelik çomak oynamıyordu herhalde... Ama filmdeki fark iki kocanın birbirinden haberdar olması, hatta aynı evde yaşamaları. Benim hiç kız arkadaşım, sevgilim olmadı.”

“Hiç yapmadın mı?”

“Hiç…”

“Bakirsin yani, bu yaşta.”

“Evet.”

Bu sırada kapı açıldı. Aralıktan kızın sevgilisi göründü. Bakıştılar. Genç adam bu durumdan hoşnut olmasa da hiç ses çıkarmadan çıktı ve kapıyı kapadı. Yatan arkadaşlar yeniden birbirlerine baktılar. Farkında olmadan, gürültüsüz bir biçimde büyük bir adım atılmıştı. Bundan cesaret alan genç adam birkaç santim ötesinde duran dudakları öpmek için hamle yaptı.

“Hayır!”

“Hayır mı?”

“Hayır.”

“Beni sevmi…”

“Hayır!.”

“Ama neden?”

“Büyü bozuldu.”

Kız yataktan ve odadan çıktı.

Birkaç ay sonra herkes gerçek evine gitti. Öğrencilik bitti, bekar evi dağıldı. Uzun süre görüşmediler.

Biraz gitar biraz kitap

Şeyh Beddrettin’den John Lennon’a uzanan yolu keşfedip

Yanımda yakında ayrılacağım

İki yakın arkadaşım

Elimde saç tokası

İşte böyle geçti

İşten kovulduğum günün gecesi

Beş yıl sonra, başka bir kentte, başka bir evin mutfağında bir genç kadın bulaşık yıkarken sordu.

“Beni nasıl buldun? Telefonumu kimden aldın?”

“İnan ki ben de bilmiyorum” dedi, mutfak masasının başında, sandalyede oturan genç adam. “Bir ortak arkadaştan olabilir. Önemli mi?”

“Hayır, değil.”

“Önemli olan buluşabilmiş olmak. Yurtdışındaydım bu süre içinde. Bak, sana güzel müzikler getirdim. Burada bulamazsın.”

“Birazdan sevgilimin atölyesine gideceğim.”

“Sevgilinin mi?”

“Evet.”

“Sevgilin var yani.”

“Evet. O da müzisyen. İstersen sen de gelebilirsin. Sizi tanıştırırım. O da eski sevgilimin arkadaşı…”

“Olur da, bizim arkadaşın arkadaşı mı?”

“Evet.” Dedi ve gülümsedi kız.

“Demek ki bir şansım vardı. Neden beni istemedin? Halbuki ben… sana… deliler gibi…”

Kız yanıt vermedi.

“Demek farkındaydın. Seni hak etmediğinin farkındaydın.”

Bir süre sessiz kaldılar.

“Benim için kötü ama en azından sizi ayırmaya çalışmadım.”

“Senin hatan o oldu zaten, bizi ayırmaya çalışmamak.”

“Ama o benim arkadaşımdı. Aynı evde yaşıyorduk. Sizi ayırmaya kalksaydım kötü adam olacaktım, başarsam bile… Başaramamak da vardı.”

“Yapmalıydın. Beni gerçekten seviyorduysan yapmalıydın.”

“Ama seni hepten kaybetmekten korktum. O sırada aynı evdeydik, sen vardın, çevremdeydin. Nasıl davranacağını nereden bilebilirdim?”

“Nerede yaşıyorsun sen, Mars’ta mı? Ormanda mı? O dediğin şey nerede görülmüş?”

“Fakat…”

“Aması fakatı yok işte. Anlamıyor musun? Beni istiyorduysan denemeliydin, ayrı olarak. Şimdi yaptığına bak. Bugün hâlâ aynı havadasın. Gelip sevgilimle tanışmak niyetindesin.”

İnsan acı çekmek istemez. Ama öyle durumlar vardır ki acıyı çekmek zorunda kalırız. Örneğin aşı olmak gibi. Aşı ağrı vericidir ama yine de olmak zorundayızdır. Gelip, şehirlerarası bir yolculuk yapıp, onunla konuşmak tam da aşı olmak gibiydi. O günün akşamı kentten ayrılırken otobüste genç adam gözyaşlarına boğulmuş bir şekilde kulaklıkla müzik dinliyordu. Yolcular sesten rahatsız oldular ve muavine şikayet ettiler, müziği kapatması için.

İşte hepsi bu kadar

Aşı bitti

Beş yıl sonra başka bir kentte, bir yıllık evli bir çiftin yatak odasında, genç kadın kocasına sordu.

“Eşyalarının arasında şunları buldum. Bir bigudi, bir toka, bir kızın okul kimliği. Bunlar sende ne arıyor? Kim bu kız?”

“Bunlar benim on yıl önceki ev arkadaşımın sevgilisine ait. Biz çok yakındık. Herhalde eşyaları benim eşyalarımın arasına karışmış.”

“Çok yakınmışsınız.”

“Büyütme o kadar. Önemli bir şey değil.”

Sesi kulaklarında yankılandı.

Önemli bir şey değil.

Önemli bir şey değil…

 
Toplam blog
: 153
: 18932
Kayıt tarihi
: 27.09.09
 
 

Antakya 1955 Doğumluyum. O.D.T.Ü. Mimarlık Fakültesi 1982 Mezunuyum. O zamandan beri firmalarda m..