Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Nisan '07

 
Kategori
Güncel
 

Yanıyor mu yeşil köşkün lambası yar?

Yanıyor mu yeşil köşkün lambası yar?
 

Neredeyse cümle memleket evladını, Çankaya Köşkü’nün yeni kiracısının kim olacağı derdi meşgul etmekte bugünlerde. Bu ay içerisinde yapılacak seçimlere dek de her gün artan bir tempo ile bu konu irdelenip durulacak. Mevzu, pek tabi ki çok mühim ve hassas. Bundan en ufak bir şüphem yok. Zerrece tereddüt etmediğim bir başka öngörüm ise şudur ki Türkiye Cumhuriyeti Devletinin on birinci Cumhurbaşkanı olarak, köşk makamına oturacak ismin Recep Bey olacağıdır.

Merhum Özal ve Demirel’in köşke çıkış günlerini gayet iyi hatırlayabiliyor ve tahlil edebiliyorum. Özal da makama, aday olup olmayacağı yönünde kamuoyunu aylarca meşgul etmişti. Ben şahsen, aday olmayacağını ve Başbakan olarak icraatlarına devam edeceğini, kendi görüş ve çizgisinde bir ismi de Köşke çıkaracağını beklemekteydim. Yanıldım.

Demirel’in adaylığı sürecinde ise yine Süleyman Bey’in de hükümette kalmayı tercih edeceğini tahmin ediyor ama bir önceki Özal yanılgımdan dolayı, belki de aday olabilir kapımı hiçbir zaman tam kapalı tutmuyor idim. Nitekim öyle oldu.

İktidar ve yükselme, özellikle politik hayatta karşı konulmaz bir uyuşturucu müptelalığı gibidir. Öyle anlar gelir ki insanın gözü ailesini dahi görmez olabilir. Sağlığından, huzurundan, eşinden, çocuğundan çok kolay vazgeçirebilir insanı. Boşuna dememişler “politikacının parası pul, karısı duldur” diye.

Bu sefer kesin eminim ki Bay Başbakan, bu ayın sonunda Cumhurbaşkanı’dır. Kabul etsek de etmesek de, içimize sindirebilsek de sindiremesek de realite budur. Sonrasında ne olur? O bambaşka bir tartışma, polemik ve yazı konusu.

Yazı başlığımda, lambasının ışıyıp ışımadığını sorduğum yeşil köşkün, bilmem kaç rakımlı Ankara tepesindeki köşkle ilgisi yok. Aslında var da yok diyelim. Biz o pembe köşkün derdiyle haşır neşir olmuşken buralarda; yeşil köşkte, nam-ı diğer yeşil adada, Kıbrıs’ta içler acıtan, vicdanlar yaralayan gelişmeler olmakta:

KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ve Başbakanı Ferdi Sabit Soyer’in de üyeleri bulundukları, iktidardaki Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP), geçtiğimiz günlerde bir parti kongresi yaptı adada. Kurultayın açılışında ya da başka herhangi bir aşamasında İstiklal Marşı okunmadı. Bunun yerine kongre salonunda, Rum Akel Partisi’nin de marşı olan ve Türkçe anlamı “Yurdum İşgal Altında” manasına gelmekte olan “Çav Bella” adlı enternasyonal marş dinletildi katılımcılara. Kim işgal etmekteydi acaba yurtlarını bu arkadaşların? Herhalde aynı resmi geçit arabasına binmekten geri durdukları Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanı, Kıvrıkoğlu Paşa’nın işgalci(?) askerleri değildir.

Yine kongre salonunun baş köşesinde yer alması gereken ay yıldızlı Türk Bayrağı’nı gözler çok aradı ama maalesef o şanlı bayrağın yerinde; devasa boyutlarda bir Avrupa Birliği Bayrağı ve tek parça halinde gösterilen Kıbrıs Adası Haritası bulunmaktaydı.

Kısa bir dönem Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığı yapmış, halen Başbakan Yardımcısı ve Dış İşleri Bakanı olan ve Recep Bey’in muhtemel köşk çıkışı sonrasında yine büyük ihtimalle Başbakanlık makamına oturması kuvvetle beklenen Abdullah Bey’e, CTP kongresinde yaşanan bu yürek sızlatan gelişmeler sorulduğunda, Bay Gül ne cevap verdi biliyor musunuz değerli okurlar: “Herkesin, her partinin bir geleneği vardır.” Evet sadece bu kadar. Burada keseceğim, terbiye sınırlarımı aşmak istemiyorum.

KKTC ilköğretim kurumlarının, 6. ve 7. sınıflarında okutulan sosyal bilgiler ders kitaplarının son baskılarında Anadolu’daki tüm uygarlıklara yer verilmekte, kitaplar papaz resimleri ve onlarca Hıristiyanlık figürü ile dolu iken maalesef ve çok acıdır ki Türk medeniyeti yok sayılmıştır. Adanın tarihinde, hadi Denktaş Bey ile kavgalıdırlar ve kitapların anlattığı tarihe bile girmesine tahammül edememektedirler, koskoca abidevi şahsiyet Dr. Fazıl Küçük bile es geçilmektedir.

Türk çocuklarının okullarında ders kitabı olarak okutulan ve Anadolu’daki Türk varlığını yok sayarken, alenen Hıristiyanlık propagandası yapan bu kitapların basım parası, çok acıdır ki Avrupa Birliği kasalarından ödenmiştir.

Kitaplarındaki, en azından Türk’lere karşı düşmanlık ifadelerini çıkarmaları için aynı finansman teklifi AB yetkilileri tarafından Rum Yönetimi’ne de yapılmış ancak Rumlar bu teklifi geri çevirmişlerdir. Milli ülküleri ve ulusal duruşları adına, ciddi miktardaki AB parasal yardımını ellerinin tersleriyle itmişlerdir.

Ve aralarına girebilmek için atmadık takla bırakmadığımız Avrupa Birliği, geçtiğimiz günlerde ellinci kuruluş yıldönümünü kutlamıştır. 1957 Tarihli Roma Anlaşmasını milat kabul eden Birlik, yapmış olduğu görkemli kutlamalara, çok acıdır ki Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni ve başındaki Zat’ı davet etmemiştir.

Alman gazeteci ve siyasi gözlemcilerine göre Avrupa Birliği Dönem Başkanı olan Alman Başbakanı Merkel, daha geçtiğimiz aylarda ülkemize yaptığı sıcak(?) ziyarette, Türkiye’nin AB üyesi olamayacağını kafasında kesinleştirmişti. Kutlamalar esnasında da önümüzdeki elli yıllık zaman zarfında da Türkiye’nin üyeliğinin koskoca bir soru işareti olduğunu beyan etti.

Şimdi size soruyorum değerli dostlar. Koskoca ve asırlık Türk tarih kitabının, bu makus ve kara sayfalarına adını yazdıran namsız kahramanlarının; kumaşı, işi, işçiliği, cinsi, cibilliyeti budur. Var mıdır daha ötesi? Ellerinizi vicdanınıza, yüreklerinizi beyninize, hafızanızı tam karşınıza koyun ve düşünün.

Ha Memet Ali, ha Ali Memet; ha İrecep Aptullah, ha Aptullah Recep? Ne fark eder ki?

 
Toplam blog
: 898
: 3759
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

İzmir'de yaşıyorum.    Çok uzun yıllar öncesinden başlayıp, hiç ara vermeden bugünlere kada..