Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Nisan '16

 
Kategori
Eğitim
 

Yanlı, Planlı ve Eğitim

Tüm dünyada eğitim ve bilim sermayenin emrine geçtiği zaman gerçekte her şey bir anda değişmiş de olabilir, ya da zamanla uyduruk teorilerle insanların beyni sulandırılmış birtakım saçmalıkların insanlara ezberletilmesiyle farklı bir boyuta da geçilmiş olabilir. Eğer gerçekte böyle değilse bile sınıflandırma aracı olarak kullanılan ezber aracı gerçek yaratıcılığı yok etmiş, tamamen eğitim ve insan istenilen basit kalıplara hapsedilmiş dahi olabilir veya bunların hepsi de olabilir.

Mevcut eğitim sistemleri insanlara bilimsellik adı altında izin verilen sahalarda dolaşma imkânı verirken, özellikle az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerde profesörlük yaşı beyin hücrelerinin iyiden iyice ölmeye başladığı zamana denk gelir. Bu açıdan değerlendirildiğinde "Günümüz cehaletinin en büyük örtüsü sözde diplomalardır. Her kim ki, "ben oldum" hissini yaşamaya başlar işte o kişi aslında eğitilebilirlik açısından "ben öldüm" modunda, farkında olmadan ve kendinden emin! Yaşar." Şöyle ki, günümüz insanının bilimsel düşüncesi sorunları çözmekten çok yaşadığı toplumda bir sınıfsal grup oluşturduğu gibi kendinden sonra gelenler hakkında karar verme, yorum yapabilme, eleştirebilme, hatta aşağılayabilmeyi kendinde hak görebilen bir sınıf veya sınıflar inşa etmeye, sınıflar arası çatışmaları artırmaya yarıyorsa bu durumda akademik kariyerlerin, toplumda ilerlemeye neden olacağı ve de sağlıklı bir yaklaşım olacağı söylenemez.

Konuyu biraz daha açacak olursak; yanlış bir eğitim sistemiyle ve yanlış bir derecelendirme ölçütüyle yapılan bir eğitim sistemi neticesinde ülkenin en iyi üniversitesinden mezun olacak bir hekim dahi, kendini tasarlayan sistemin sadık bir hizmetçisi olmak durumundadır. Nasıl olmasın ki? Çünkü öğrendiği her değer aslında X ülkesinin Y ilacının doğru etkilerine inanmakla bir nevi X ülkesinin bağımlılık yapan ilaçlarının en aktif pazarlayıcısı durumuna düşmez mi? Bu durumda kendisinin sözde yetişmesine katkıda bulunmuş vergi mükelleflerinin parası ikiden fazla kez, hatta defalarca çöpe atılmış olur. Burada hekimi suçlayamayız. Çünkü söz konusu ülkesinde bilimin bir kısmını bilebilme derecesine kadar ulaşabilmiş olur. Elindeki imkânlarla bir Lokman Hekim, Hipokrat veya İbni Sina olma şansı ve ihtimali yoktur. Aynı zamanda kullandığı ilaçların gerçekte etkilerini test edebilme imkânından yoksun olduğu gibi, etkilerini doğru test edebilme araçlarından ve bilgilerinden kasıtlı olarak mahrum edilmiş dahi olabilir. Bu olayın bir boyutu. İkinci boyutu ise vergi mükelleflerinin ödedikleri vergilerle kurulan kurumların, sınıfsal farkları daha da azdırmış olmalarıdır. Öyle ki kendilerine hatalı ölçüm araçlarıyla "kusursuz" miti verilmiş olanlar, gerçekte kendilerinin yetiştiğini ve mevcut bilimlerde uzman olduğu kanaatine varmış olmalarından ötürü gereksiz bir özgüvene sahip kusursuz heykellere dönüştürülmüş dahi olabilir.

Bir ülkede herkesin başlangıçta eşit olarak bir araya geldiklerini düşünelim. Bu ülkenin nüfusu on milyon gibi bir rakam olsun. Böyle bir ülkede yüzde onluk bir kesimin çocuk veya bebek olduğunu düşünelim. Bu kişiler üretimde bulunabilme kapasitesine sahip olmadıkları gibi, hem tüketim hem de meşgul ettikleri insanlar da hesaba katıldığında ciddi anlamda bir nüfusu üretimden mahrum bırakmaktadırlar. Çocuklarla uğraşan iş yaşamına katılamayan insanların (anneler, bakıcılar öğretmenler vb.) da yaklaşık beş yüz bin olduğunu düşünelim. Böyle bir ülkede nüfusun yaklaşık yüzde onluk bir kesiminin de çalışamayacak kadar yaşlı olduğunu düşünürsek ki bu kişiler de direk ve dolaylı bakımdan bakıma ihtiyaç duyarlar. Kimisi evlatları kanalıyla bakılacağından evladı tarafından bakılamayan insanların da doğrudan devlet yardımlarıyla devletin inşa etmek zorunda kaldığı huzurevleri kanalıyla bakılacaktır. Sosyal devlet anlayışıyla hareket edecek olan devlette hem onlara yardımcı olacak, hem de emekli olanlara emekli maaşı ödemek zorundadır. Bu durumda üretimden bir milyon yaşlıya ilave olarak yaklaşık iki yüz bin insanı artı değer meydana getirmekten mahrum bıraktıklarını düşünebiliriz. Bu durumda on milyon kişiden iki milyon yedi yüz bin kişi devreden çıkmış olur. Söz konusu ülke nüfusunun çeşitli kazalar ve doğuştan veya sonradan oluşanengelli kişi sayısı yaklaşık nüfusun yüzde onu olduğu kabul edilirse üretim dışı kalan kişi sayısına bir milyon kişi daha eklenmiş olur. Engellilerin tedavi giderlerinin ve bakım masraflarının da minimum yüz bin kişiyi devreden çıkardığını düşünürsek, üretim dışına çıkan kişi sayısı yüz bin daha azalmış olur. Nüfusunun minimum yüzde üçünü güvenlik hizmetleri sınıfına ayıran toplum iki yüz ila üç yüz bin kişiyi de gerçek üretim dışına çıkarmış olur. Bu ülkede kanunlar dışına çıkanlar açısından suç ve suçlarla mücadele kapsamında yüz bine yakın kişinin (hâkimler savcılar, cezaevleri çalışanları gardiyanlar güvenlik görevlileri, teknik hizmetler ) üretimden çıktığını düşürsek gerçekte üretim yapan kişi sayısı daha da azalmış olur. Tüccarları ve patronları da gerçek üretimden çıkarmak gerek. Çünkü tüccarlar üretenlerin, ürettikleri malları ucuzdan alıp pahalıya satarak gerçekte hem üreticinin malını satarak onlara bir nevi yardımcı oldukları gibi, üretime herhangi bir destekleri olmadığı gibi, üreticilerden de çoğunlukla daha fazla kazanmayı başarabilirler. Sanayiciler de aynı şekilde gerçek üreticilerin alın terleri üzerinden kar sağlayan kimselerdir. Yöneticileri ve kamu görevlilerini de gerçek üretim dışına çıkarılırsa on milyonluk ülkede gerçekte çalışan üreten, üretim yapan kişi sayısının toplam nüfusun yüzde yirmisi civarında kaldığını diğer sınıfların tamamının bu sınıfın sırtında yükseldiğini, diğer sınıfların tüm kavgasının bu sınıfın ürettiği değerleri paylaşmak üzere mevzilendiği görülür. Büyük ihtimalle bu sınıf ne kendinin farkındadır. Ne de kavga eden diğer sınıflar.

Bir ülkede bilinç herkesin birbiri ile ortak yaşam çerçevesinde bir anlaşma yaptıkları ve bu anlaşmanın halk tabakaları tarafından tam olarak anlaşılamadığı görülür. Bu anlaşmayı doğru olarak anlayan, özümseyen halk tabakalarının mutlu birbirine saygılı ve de birbirine asla tepeden bakmayan bir toplum olabileceği düşünülebilir. Bu şekilde purolarını keyifle tüttüren sözde üst düzeylerin purolarının giderlerinin karşılanmasında;  purodan bihaber yaşayan bir meçhul, sessiz bir azınlığın alın teri olduğu unutulmamalıdır. Normalde bir toplumda böyle olması gerekir. Diğer konulara girmeye gerek bile yok.

"Planlı eğitim, planlayanın niyetine göre cahil de edebilir. Ama bizler asla bunu temenni etmeyiz. Gerçek ise bizim temennimizin hiçbir değerinin olmadığıdır."

Eğitim ve zorunlu kelimeleri tamamen bir çelişkidir. Planlı eğitim ise planı yapana hizmet etmelidir.

 

 
Toplam blog
: 2271
: 163
Kayıt tarihi
: 15.10.14
 
 

Bugünün doğrusu yarının eğrisi, dost görünenler düşman ve herşey aslında zıddı olabilir. Büyük ih..