Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Mayıs '21

 
Kategori
İnançlar
 

Yanma (2)

Aslında YANMAMAK için bedene 'sahip çıkmamak' gerekiyor. Bedenle ilgisi olmayan bir YOKLUK hissi vardır; o his alemini başlangıçta 'ilham alarak' yaşayabiliriz. Birtakım şeylerden pişman olup, 'keşke şunu yapmasaydım' diyerek o idraki geçtikten sonra ilhamla Allah’ın varlığını hissedebilmeliyiz. Hissettiğimiz AN, artık tüm kapılar bize açılmıştır. His kapıları açıldığında HİSSEDEN BİZ DEĞİLİZ, artık YOKluğumuzdur. Bahsettiğim yaklaşımın İlmel Yakıyn, Aynel  Yakıyn,Hakkel  Yakıyn yaşantısı vardır. Mertebe olarak değil ama bunların ifade ettiği 'hal boyutu' söz konusudur. Kişi ne hal ile ölürse o hal ile dirilir, ne hal ile dirilirse o hal ile HAŞR olur. Halin sonuçlarının yaşanır olması söz konusudur. Böyle bir gidişat var.Ölüm ötesi yaşamda bizim anladığımız manada gelişme devam etmez.Evrensel anlamda bir gelişme yok, DEĞİŞİM var. Örneğin; meleki boyutun müdahale etmesiyle birlikte arı- saf veya nar -ateş bir bedenleşme oluşacaktır. Nar yapı cehenneme, arı yapıysa cennete gidecek. Meleki yapıların tetiklemesiyle oluşturulan boyutları işaret ediyor anlatılanlar. Orada bir tane BA'S yok, sonsuz BA'Slar var ve bu şartlara hazır olmalıyız. Yalnızca papağan gibi “varlık tektir” tekrarı hiçbir şey ifade etmiyor. 'Varlık tektir' dendiğinde, Rabbin hükmünün de "TEK’in değerlendirmesi ve dilemesiyle"  var olduğunu kabullenmeliyiz. Kendimize uygun şartlarda bir değerlendirme yaptığımız zaman, bu TEK’in değerlendirmesi ve dilemesi olmuyor. Allah’ın buradaki dilemesi; bizim dilememizle alakalı bir olayı simültane etmemesidir! Eğer bizim dilememiz diye bir şey oluşursa o zaman bir Allah, bir de kul kavramı ortaya çıkacaktır. Kul, varlığını Allah'tan almıştır. Dolayısıyla kul diye bir şey yoktur. Bu şekilde beynimizde olayları anlamlandıramazsak en ufak bir şey, bir dokunuş bizi yakıp dağıtacaktır. İman ettiğimiz zaman bunların ortaya çıkması söz konusu değil! Örneğin Hz. Musa’nın Hızır’a gidişi… O misalde; ilim aldığın şahsa yani Hızır’a, o muhatap olduğumuz insanın sorularına, verdiği bilgilere cevap vermememiz ve soru sormamamız gerekiyor ki, onunla bu yolculuğu sürdürebilip olaylara katlanabilelim. İmanın, İslam’ın hatta 'hakikatini bilmenin' şartları da budur. Bizi üzecek,sıkacak olaylar olduğunda, onları metanetle kabul etmemiz ve sabırla olaya bakmamız gerekir. O düşünce ve iman gücü de bunu veriyor zaten. Akılla bir yere kadar gelebiliyoruz ve sonuçlarını bilemediğimiz o yerde aklın varlığı bitiyor, ardından iman geliyor. İman dahi sevgiyle alakalı, sevgi olmadan iman olmuyor. Bu özellik sonradan elde edilmez, dogmatik bir şey. Örneğin cimrilik “nefsinde-benliğinde cimrilik”, kıskançlık, sahiplenme duygusu,' illa benim dediğim doğru' düşüncesi ve en önemlisi de başkalarının sözlerine hiçbir bir şekilde bir anlam verememek,o zaman bu insan nemrutluğu seçmiştir. Ancak 'tefekkür ehli insan modelini' ortaya koyabilecek ipuçları verilmedikçe, hatta belli bir noktada tefekkürün ve imanın dahi geçersiz olduğu düşünülmediğinde, insanlar o noktaya gelemeyeceklerdir. Kendi girdabımızın, beşeriyetimizin çukurlarına girmeden, beyni biraz zenginleştirmek ,  rahmani hükümleri ve  rabbin görüşlerini bize aktardığı sürece Ona uymak gerekir. Bu yolla varlık bilinci TEKte TEK olarak yaşamda açığa çıksın. Eğer beşeriyetle buraları değerlendirirsek cehennem çukurlarında yaşamımızı sürdürürüz. Cennetteki mertebeler ise bizleri bu çukurlardan kurtarır. Ancak iyi niyetle yapacağımız bazı şeyler dahi cehenneme giden taşları  örüyor. Hz. Ali 'ilim kapısı' olarak tasvir ediliyor. Burada kapıda olan başka, içerde olan başka değil! Kapısı da O’dur -Hz. Ali-  içi de… Hz. Ali de Resulullah da o kapının içindedir. Bu yüzden "Ali benden, ben de Ali’denim", diyor. Örneğin hatim okuma; ayetlerin 'metaforlardan kurtarılmış' bir şekilde ana yapısını bilerek, sistemleri çözerek ve bunun dışında sistemlerden gani olan Allah’ı müşahede ederek yapılan bir yaklaşımla olmalıdır. Bir şeyi tekrar etmek, ezber ve ön yargılarla bakmak aynı şeylerdir. Orada değişim söz konusu değildir. Yani öğüt değil bizim ortaya koyduğumuz şeyler uyarıdır.

'Uyarı sohbetleridir', öğüt sohbetleri değil! Kimsenin kimseye öğüt vermesi gerekmiyor. Zaaflar ortaya konuyorsa; bunların üzerine gidilmesi için yapılan bir sohbet halkın-çevrenin bunları beyin olarak algılamasına ve kendi vasıflarını düzeltmesine vesile olacaktır. Şu anda yapılan bir sohbet, konuşma evrenin sonsuzluklarına kadar gidecektir. Evrenin sonsuzlukları mesafesel değildir. Mana boyutuyla onların sonsuzluklarına ulaşan, 'evrenin sonsuzluklarına' ulaşmıştır. ŞİRK ise varlığı bölen, parçalayan, Samed’in ihtiyacı varmış gibi gösteren, doğmamış ve doğrulmamış olanı, doğmuş ve doğrulmuş olarak kabul eden bir anlayıştır. Ancak bu anlamda basireti bağlı olanın da o anlam içinde yaşaması dilenmiştir. Örneğin ölüm, KUANTUM ALANIN BİR ALGISIDIR. Zaman boyutu olmayan bir noktada, AN’a dönüştüğü bir noktada ölüm olgusu yalnızca bir dönüşümdür. Ölüm bir ba's, bir noktada farklı bir şeyin bitmesi ve yeni bir olayın başlangıcıdır.  "Vel yevmil ahir-i" de buraya işaret eder. “Ve minenNâsi men yekulü AMENNÂ BİLLÂHÎ ve BİL YEVMİL ÂHIRİ ve mâ hum BİMU’MİNİYN” (Bakara/8) “İnsanlardan bir kısmı 'B' işareti kapsamınca (varlıklarını Allâh Esmâ’sının oluşturduğu inancıyla) Allâh’a ve âhiret süreçlerine (sonsuzluk içinde, kendilerinden açığa çıkanın sonuçlarını yaşayarak yer alacaklarına) iman ettiklerini söylerler; ne var ki imanları gerçekte bu kapsamda değildir!”

 Bulunduğun anın akabinde olan an ya da ahiret hayatından bir andır. Her zaman değişen şeyler var ve bu değişimler bizatihi yapılır. Bu değişimi yazanın rolü, bu değişimden ayrı değildir. HEM ROL ALIR HEM DE ROL VERİR. Yazar, yapımcı, senarist, oyuncu ve hatta set çalışanları onun ta kendisidir. O zaman yazgı ve kaderin ne olduğu anlaşılıyor. O kişi, Azrail’den sonra Bais isimli meleğin varlığıyla beraber diğer sonsuz yaşamın ne şekilde devam edeceğini de artık biliyor. Ancak bir sürü meşakkati var bu yolun.  Koşullar ve şartlanmışlıklar bunu anlamamızı engelliyor. Örneğin Covid 19 da bizlere kendi nefsimizle veya şartlarımızla hiçbir yere gelemeyeceğimizi çok net ve açık bir şekilde gösterdi ve göstermeye devam ediyor. "Hala tefekkür etmeyecek misiniz, hala düşünmeyecek misiniz?" dediği nokta işte burasıdır. Sonuç olarak bu yazılanları iyi anlamalı ve değerlendirmeliyiz. Eğer hemen olayı kuantum alana bağlayıp, o alanda 'tefekkür edilmeyecek ve düşünülmeyecek' şeklinde bir yaklaşım oluşturuyorsak bu anlatılanları hiç yaşamıyor hatta anlamıyoruz anlamı çıkar… Düşünülmesi gereken noktalar da bunlardır. Bunu düşünmüyor ya da tefekkür etmiyorsak yanma devreye girer. Kuantum alanda zaten tefekkür edemez ve düşünemeyiz de.

Günde 1 saat kadar Kur’an okuyun, anlamaya çalışın. Kur’an’ı insanlar değerlendirdikçe, o soyut boyuta geçmenin hakikaten çok farklı ve o lezzetin değişik olduğunu anlayacaktır. Somut olarak anlatılan değerlerin hiçbir şey ifade etmediğini, çöp bilginin değer taşımadığını, bunu bilen Allah ehlinin de 'insanların veri tabanı yoktur' sözünü de bu amaçla söylediğini anlayarak değerlendirecektir. Esas bilgi, esas yaşam budur! Allah 'duyana' her yerden sesleniyor. Her yerden seslenen bir varlık var. O içindeki sesi duyabiliyorsan, Onu duyarsın. Ama içsel sesini duymadıktan sonra, dışsal sesin istediği kadar seslensin! Umarım içselimizdeki o sese 'kayıtsızca' kulak verip değerlendirebiliriz. YANMAKTAN ANCAK BU ŞEKİLDE KURTULABİLİRİZ!

Son olarak şunu söylemek istiyorum:

YANMAda bir tür ümitsizlik ve karamsarlığa yol açan başka bir şey daha var sanki. Tarifi mümkün değil, kasvet gibi bir şey.

Değerli dostlarım! Sevgiyle ve AŞKla kalın. Bir başka yazıda görüşmek dileğiyle.

Ahmed F. Yüksel

 Bodrum- Milas 20 Mayıs 2021

https://twitter.com/ahmedfyuksel

https://www.instagram.com/ahmedfyuksel

https://www.facebook.com/ahmedfyuksel

 
Toplam blog
: 636
: 9957
Kayıt tarihi
: 14.12.11
 
 

Araştırmacı Yazar.. ..