Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Kasım '07

 
Kategori
İnançlar
 

Yaradandan ötürü...

Yaradandan ötürü...
 

“İnsan düşündükçe insandır “ felsefesi beni, hayatımın her evresinde düşüncelere boğmuş, kendimi tanımama, insanoğlunu anlamama, evrelerimi tamamlamama, insana özel, insana özgü duyguların birikimini yaşamama neden olmuştur.

İnsanda diğer canlılar gibi yaratıktır. Aramızdaki en büyük fark; düşünce gücümüz, aklımızdır. Duygu; hayvanlarda da vardır. Beslediğiniz köpeği terk ederken size olan bağımlılık ve sevgi bağının, onu bıraktığınız köpek evinden kaçarak size dönüşlerinde görebilirsiniz.. Beslediğiniz kedinin , size değil de evine bağımlılığını, evden taşındıktan sonra , taşındığınız evi reddiyle , eski evine geri dönüşünde şahit olabilirsiniz.

Köy topraklarında, köylülerin geliştirdikleri imece usulu, yardımseverliği ve paylaşımın insanoğluna karıncalardan geçen bir özellik ya da özenti değil midir ?

Her ne kadar görünüm olarak hayvanlar aleminden farklı da görünsek, taşıdığımız bir takım özellikler aynıdır.

Bizde onlar gibi yaşamak adına öldürenlerdeniz, hırçınlık, asilik, yumuşaklık , sevgi, savunma, sahiplenme vs… bunların hepsi tüm canlılarda mevcuttur.

Nasılda belli oluyor tek elden çıkma yaratıklar olduğumuz …

Bütün yaratıklara ait özellikler yaradandan kalıntılardır.

Kalbimizde yer verdiğimiz merhamet duygusu , sevgi , aşk , iyimserlik , paylaşım , sahiplenme , sinir , katil ve hastalıklı ruh , egoistlik , kötü davranış , iyi davranış , merhametsiz olma , çok acıma ya da hiç acımama , hırs, kibir vs… yaradanın, kendinden birer parça yarattıklarına eklemelerinin toplamıyız.

Yaradan da ;

Kimi zaman ; bir çocuğun saflığı kadar sevgi doludur.

Kimi zaman ; engin bağışlayıcıdır.

Kimi zaman ; kin dolu hiddetiyle ceza vericidir , affetmenin adını unutmuştur.

Kimi zaman ; sınırsız bir sahiplenicidir.

Kimi zaman ; sonsuz paylaşımcıdır .

Kimi zaman ; köle , efendi ilişkisini anımsatan egoistliğe sahiptir...

Öyle ki ; kendini tanımayana lanetini vermeye yemin etmiş kadar…

Kimi zaman ; aşk gibidir …

Girince gönlünün kıyılarına , hayatı daha bir başka yorumlatır.

Kimi zaman ; ürkütücüdür , dokununca yakacak hissini uyandırır , kapalı yüreklerde.

Kimi zaman ; alınca seni gölgesine , ne dert gelir endişesi , ne tasa bırakır yüreğinde…

Kimi zaman ; hastalıklı bir ruhu çağrıştırır insana …

Eski tarihlerde yaşanan hadisleri okurken ; bedenini solucan kaplayan bir peygamberin , düşen her solucanı yerden alıp “Yaradanın isteği budur !” deyip tekrar kendi bedenini solucana yem vermesi gerçekleğiyle karşılaşmak düşündürür beni.

Bu bana hastalıklı ruhu çağrıştırır Yaradan şunu ister bizden ; ben ne yaparsam yapayım , en büyük cezaları da görsen benden , bana şükretmekten vazgeçme…Çünkü seni yaratan benim ve bana itaat etmek senin görevin.

Bunu düşününce zaman zaman korkmamışta değilimdir yaradandan ama korku sevgiyi beslemez , insan hem korkup hem de sevemez ancak ; korktuğu için ceket ilikler ama iç dünyasında sevgi biriktirmez…

Bu düşününcenin beni yaradandan uzaklaştırabileceği endişesiyle , normal yaşamda insanlar arasında olup biteni gözlemeye çalışıp , yaradandan korkmak değil , sevmekten yana olabileceğim bulgular elde etmeye çalışmışımdır.

Anne ve baba ; bunlar da yaradandan ötürü hayat verenlerdir.

Bir nevi ruhlarında , can vermiş olma inanışları vardır.Dinlerken çoğu anne ve baba adaylarını doğumdan önce hep şunu söylerler “Umarım ; hayırlı , bize sadık , bizi seven ve hürmet eden bir evladımız olur , bizi inkar eden bize zarar veren , bir evlat olmaz” derler.

Şimdi bu cümle bana tanıdık gelir , aslında bizi yaradanın da gerçek dileği budur.

Kötü evlada annenin yapacağı beddua gelir aklıma o anda “Seni doğuracağıma taş doğursaydım” der mesela.

Nedeni nedir bunun ? O ; evladı karnında dokuz ay taşımıştır , ona kendi besininden olan sütünü vermiştir , hayata adım atmasına yardımcı olmuş , hastalığında başında nöbet tutmuştur , zahmetlenmiştir , yeri gelmiş kendi aç uyumuş , ama onu aç bırakmamıştır tabi bu özellikleri babalarda paylaşmıştır , koşulsuz sunmuşlardır bütün sevgilerini , olanaklarını ve şartlarını…

Sonra çocuk büyümüş ve anne , babayı tanımaz hale gelmiştir , inkar etmiştir yapılanları , verilen emeği unutmuştur , arkasını dönmüştür , bütün fedakarlıklara …

Bu durumda birçok ebeveyn kahrolur ve istem dışı bile olsa ya red eder , ya beddua eder ya da nefretle anar evladını…

Çünkü ; dünyaya getirirken hayalleri bunlar değildi…

Bunları düşündükçe ve her bir zerremizin yaradanın özelliklerinin , milimini bize işleyerek yarattığı bilincinde hareket ettiğimde , yaradanın tanınmayı istemesi , zikredilmeyi istemesi , sevilmeyi istemesi , kabul görmeyi istemesi bana ürkütücü değil , olması gerektiği gibi olduğunu gösteriyor.

Onda bizde olan merhametin , bizde olan sevgi birikiminin , bizde olan verilen emeğin karşılığını alma isteğinin , bizde olan nefretin , kinin , hırsın , hastalıklı , katil ruhun kat be katı var.

Biz onun bu özelliklerinin ; milimine eş değer gelen , yaratılan varlıklarız , toplamımız onun bütünüdür…

İrdelerken anladığım en büyük gerçek ; yüreğimizi sevgiye kapalı tutmadan , yaradandan ötürü , yarattıklarını sevmekten , korumaktan , yüreğimizi onun gerçeğinde uzak tutmadan , onun ürkütücü olabilme gerçeğini silip sınırsız , merhametine kulak vermekten vazgeçmememiz oldu…

Ne olursak olalım ; inancımızı , yaratmasının , can vermesinin erdemine vakıf olmaktan vazgeçmeyelim…

 
Toplam blog
: 73
: 717
Kayıt tarihi
: 17.10.07
 
 

1979 D.bakır doğumluyum. AÖF bankacılık bölümü okumaktayım. Yazmayı çok seviyorum, hayata bağlayıcıl..