Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Ocak '11

 
Kategori
Edebiyat
 

Yaratmanın varoluşsal gizemi

Yaratmanın varoluşsal gizemi
 

Binlerce yıl önceki ilkel sanatçıların mağara duvarlarına çizdikleri resimlerden bu yana görülen odur ki insanlık tarihinde kalıcı olarak yer alan izler, sanatçıların kendi ardında bıraktıklarıdır. Sanatçı, yapıtıyla kendi sınırlı varlığını aşar, zamanın acımasız akışına başkaldırır. O, geride bıraktığıyla, kendisinden sonra gelecek insanların ruh, bilinç ve belleklerinde yaşamaya devam edeceği; sonuçta ölüm dediğimiz karanlık labirentte yitip gitmeyerek, ölümsüzlüğe ulaşacağı sezgisini içten içe duyumsar. Bu duyumsamanın yarattığı farkındalıkla, varoluş sorununu aştığının, aşkın (transcendental) bilgisine ulaşır. 

Sanatçının yaratma süreçleri konusundaki en derin yapıtlardan Yaratma Cesareti’nde Rollo May, yaratıcılığın ölümsüzlük için duyulan bir özlem olduğunu, yaratıcı edimin ölüme başkaldırıdan doğduğunu vurgular ve insanlık durumumuza en çok uyan sembol olarak Michelangelo’nun yaptığı, taş kapanlarda kıvranan, çırpınan esirlerin bitmemiş heykellerini gösterir. Sonu gelmeyecek, tamamlanamayacak bir süreçtir bu… Jean Paul Sartre’ın dile getirdiği de farklı sayılmaz: “Hepimiz varoluş kapanına kısılmış durumdayız.” der bu ünlü filozof. Varoluş- (ve ölüm) gerçeği karşısında bir çıkış yolu bulmak durumunda kalan insan, sanatı en anlamlı yol olarak seçer kendisine. 

James Joyce’un , Sanatçının bir Genç Adam Olarak Portresi’nde, genç kahraman günlüğüne şöyle yazar: “Ey yaşam, hoş geldin. Milyonuncu kez gidiyorum karşılamaya deneyimin gerçekliğini, ve dövmeye ruhumun örsünde soyumun yaratılmamış vicdanını.” Bu sözün içindeki derin anlamlar, aynı zamanda yaratmanın cesaret gerektiren bir edim olduğunu da gösterir. Rollo May’e göre, yaratıcılık; en basit şekliyle, ölü biçimleri, tükenmiş sembolleri ve yaşamını yitirmiş mitleri feshedip atmak demektir. James Joyce’un metaforunu yorumlayan yazar, yaratmanın; bütün bunları insanın kendi ruhunun örsünde dövmesi kadar zor ve çözülmesi inanılmaz cesaret gerektiren bir bilmece olduğunu dile getirir. Yeni bir dünyanın yapısını biçimlendirmeye yardım etmenin gerçekliğinde derin bir yaratma coşkusu bulunur. Bu, yaratıcı cesaretin ta kendisidir ve henüz yaratılmamışları yaratabiliyor olmanın derin heyecanını da içinde taşır. Rollo May’e göre yaratıcı süreç, yepyeni biçimler, tarzlar, semboller için duyulan bir tutkunun dışa vurumudur. Parçalanmaya karşı bir mücadeledir yaratıcı süreç. Uyum ve bütünleşmeyi doğuracak olan yeni varlık türlerinin varoluşa getirilme mücadelesidir. Dolayısıyla bu mücadele, kendi içinde de zorlu, çetin ve sancılıdır. Ayak basılmamış bir toprağa girmek, kimsenin yol göstermediği bir ormana dalmak gibidir. “Geleceğe doğru yaşamak, bilinmeyene doğru sıçramak” demektir. Sanatçı da yaratım yoluyla bu cesaretini insanlığa sunan kişidir. 

Yaratma cesaretinin ve dolayısıyla ölüme başkaldırıdaki o trajik duruşun gereksindiği başlıca ortam, özgürlükler alanıdır. Bireysel ve toplumsal özgürlüklerin olmadığı ortamlarda yaratıcı edimin de canlılığını yitirdiğini, anlam renklerinin solduğunu gözlemleriz. Sanatın soluk alabileceği atmosfer, özgürlükler atmosferidir. Sınırlandırmaların, dayatılan kalıp ve şablonların egemenliğindeki sanat soluk alamaz, yaratma cesaretine uygun ortamı bulamadığında sanatçı kendi kabuğuna çekilerek anlaşılmazlığı veya yapıtını toplumla paylaşmamayı yeğleyebilir. Ya da koşullara teslim olarak, kendisini aşma, yepyeni yaratımlara yönelme yerine, klişeleri yinelemeye devam eder. Bu da onun kendisini tüketmesidir ne yazık ki… 

Yaratma sürecinde dış baskıların sanat ve sanatçıyı nasıl ve ne denli körelttiği bilinen bir gerçektir. Kaçış, sürgün, sığınma, kendi iç adalarında kaybolma, yazmayı ya da üretmeyi reddetme şeklinde süren bu dramatik durum, ancak zorlu bir mücadele ve direnme süreciyle birlikte, dış baskıların sona ermesiyle ortadan kalkar. 

Sanatçıyı sınırlandıran, onun yaratma özgürlüğüne ket vuran daha vahim bir etmen ise iç dünyasında yaşadığı kaotik durumdur. Kendi kendisini sınırlayan, kendi yaratma özgürlüğüne bilinçli ya da bilinçsizce set oluşturan sanatçılar da vardır. Bu türden içsel bir kısıtlama bence dış baskı ve kısıtlamalardan daha dirençlidir ve aşılması hayli zor olan bir olgudur. 

Sanatçı, yaratma sürecinde en ilkel (arkaik) benliğine yolculuklar yapar; oradan edindiklerini, bilinçdışının imgeleri, sembolleri ve metaforlarını kullanarak, yüceltme mekanizmasıyla estetik boyuta taşır. Bu estetize etme yaşantısında, sanatçının egosunun yanı sıra ve superego dediğimiz toplumsal, yargısal, engelleyici ve baskıcı kişilik özellikleri de önemli roller oynar. Carl Gustav Jung’a göre sanatçılar, insan soyunun en arkaik dönemlerine ait kolektif bilinçdışını canlandırır, sanat ürünlerini bu kaynaktan besleyerek oluştururlar. Bu durumda, sanatçının yaratma kapılarını önce kendi içinde tam ve koşulsuz bir özgürlüğe açması gerekir. Toplumsallaşmış insan, beyni ve zihni koşullandırılmış insandır. Dolayısıyla sanatçının bu içsel çabası, toplumun katı ve geleneksel kurallarını, gereksiz koşullandırmalarını aşma, toplumun değerlerini sorgulama sürecini başlatmasına neden olur. 

Sanatçılar kendi iç özgürlüklerini kurabildikleri ve bunları yarattıkları sanat yapıtlarında yansıtabildikleri oranda toplumu da adım adım ileriye taşırlar. Sokrates’in dediği gibi “sorgulanmayan bir yaşam, yaşanmaya değer değildir” ve toplum- yaşam sorgulamasını en etkili biçimde gerçekleştiren; toplumu, insanlığı daha ileriye götüren kişiler; özgün, özgürleşmiş, cesur ve ölümsüz sanatçılardır. 

Hülya SOYŞEKERCİ 

Okuma Önerileri: 

1. “Yaratma Cesareti”, Rollo May, Metis Y. 2007. 

2. “Şiir ve Psikiyatri Kavşağında”, Yusuf Alper, Okuyanus Y. 2001. 

 
Toplam blog
: 14
: 1534
Kayıt tarihi
: 31.01.11
 
 

1957 yılında dünyaya geldim. 1975’te Üsküdar Kız Lisesi'ni bitirdikten sonra Boğaziçi Üniversites..