Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Mayıs '09

 
Kategori
Hukuk
 

Yargı ve biz... Toptan nereye gidiyoruz? Kendimize gelelim!

Yargı ve biz... Toptan nereye gidiyoruz? Kendimize gelelim!
 

Adalet Ana


Yargıya veya hukuka çok derin anlamlar yüklüyoruz. Onu yücelltiyor ve kutsuyoruz. Mahkemeleri adalet dağıtan kurumlar olarak niteliyoruz. Ne zamana kadar? Başkalarına dibine kadar batan çuvaldız, iğne haline gelip te, ucu bize dokunana kadar...

Bundan sonra artık, göklere çıkardığımız yargı birden tu kaka oluyor. Kendi kurallarını çiğneyen, usül erkan bilmeyen, bilge ve yaşlı insanları içeri tıkan, çevrede tehdit ve şiddet estiren bir korku imparatorluğuna dönüşüyor. Niçin? Kendini sorumsuz sananlara sorumluluğunu hatırlattığı, dokunulmaz sananlara dokunduğu için.

Hani yargı çok yüce bir kurumdu? Hani hukuka güvenmemiz gerekiyordu? Hani bir gün hukuk herkese lazımdı? İşte hukuk kapınıza geldi dayandı. Niye rahatsız oldunuz? Yoksa size hukuk lâzım değil miydi? Kısacası tüfek icat oldu mertlik bozuldu, yani Ergenekon çıktı hukuka güven kayboldu. Neden?

Çünkü, mahkemeye davet edilmesi bile teklif edilemeyecek kişiler tutuklandı veya yargılanmaya başlandı. Bu durum, hukukun hedefe konulmasına, pazar günkü Cumhuriyet mitinginin Ergenekon karşıtlığına dönüşmesine ve bazı sanıklara kürsüden selam gönderilmesine sebep oldu.


ADD Genel Sekreteri Suay Karaman miting konuşmasında, “Hukuk adına hukuk katledilmektedir. Türkiye’nin aydınlarına karşı yapılan hukuksuzluklar vatandaşlarda derin yaralar bırakmaktadır. Atatürk’ün aydınlık Cumhuriyeti Ortaçağ karanlığına çevrilmek istenmektedir" sözleriyle, Ergenekon tarafındaki yargıya olan güvensizliğini ifade etti.

Gerçekte, yukarıdaki rahatsızlığın sebebi yargının hukuk ilkelerinden sapmasıyla alâkalı değildi. Tahmin edilmeyen bir istikamete yelken açmasıydı. Üzerinde düşünülmesi gereken ise, üst kısımdaki gidişattan rahatsız olanların aşağıdaki görüş ve kararlara farklı bakmasıydı. Meselâ, "vatansever askerlerin, yaşlı ve bilge insanların sabahın köründe evlerinin aranmasından rahatsız olanların, Sincan Mahkemesi'nin, " cumhurbaşkanı yargılanabilir, " kararından mutluluk duymasıydı.

Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün, F.P. dönemindeki Başkan Yardımcılığı görevinden dolayı, "kayıp trilyon davasından yargılanabileceğine" dair bir karar verdi. Halbuki daha önce Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Abdullah Gül hakkında kovuşturmaya yer olmadığını hükme bağlamıştı.

Sıradan memurlardan başlayarak, bürokratların, muvazzaf askerlerin, milletvekili ve bakanların bile yargılanmalarının bazı kurallara bağlı olduğu bu ülkede bir mahkeme, "devletin en başındaki insanın" teklifsiz yargılanabileceğine dair karar veriyor. Buna şaşıralım mı, sevinelim mi?

Daha önce AYM'nin verdiği 367 kararıyla, Gül'ün cumhurbaşkanı seçilmesi engellenmiş, en az elli yıllık bir uygulama yok sayılmıştı. Anayasanın 105/3. maddesinde, "Cumhurbaşkanı, vatana ihanetten dolayı, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının en az üçte birinin teklifi üzerine, üye tamsayısının en az dörtte üçünün vereceği kararla suçlandırılır, " deniliyor. Yani mesele o kadar kolaymış gibi görünmüyor.

Ne var ki, konuya taraf olanların gerekçeleri hazır. "Gül, bu suçu daha önce işlemiştir, dolayısı ile makamı, yargılanmasına mani değildir, " diyorlar. Ne kadar kolay değil mi? Peki milletvekillerinin önceki davaları niçin devam etmiyor? İşte bu sorunun cevabı yok.

Madem her şey bu kadar basitti de, "Kenan Evren yargılanmalı" diyen eski Adana Cumhuriyet Savcısı niçin görevinden alındı? Topluma bu çelişkileri yaşatanlar bir de "iktidarın yargıya baskı yaptığından" bahsetmiyorlar mı... işte buna çıldırıyorum. Sanki telefonda, "şu mahkeme bizden, bu mahkeme onlardan" muhabbeti yapan Başbakan'ın eşiydi!

Öcalan'a "sayın" dediği iddiasıyla Tayip Erdoğan hakkında açılan davaya verilen takipsizlik kararını bozan da aynı mahkemedir. Umarım ki, her iki şikayette de, daha önce davalılar hakkında verilen, "kovuşturmaya gerek olmadığına" dair hükmün, bu mahkemede yargılanmaya dönüşmesi tamamen hukuki bir mütalâdır.

DTP'li bazı milletvekillerinin ifadeye çağrılması, gelmedikleri taktirde zor kullanılacağının bildirilmesi ise, daha önce görülmemiş yeni ve garip bir durumdur. DTP'lilerden hoşlanmayabilirsiniz. Ama kanunları, hissiyatınızı tatmin amacıyla kullanamazsınız. Bildiğim kadarıyla hukuk, adamına göre işletilen bir prosedür değildir.

2008 senesinden beri CHP'nin de bir "trilyon davası" var. Nedense kimse bununla pek ilgilenmiyor. Davanın hangi aşamada olduğu bilinmiyor. Arkası aranmıyor. AYM'nin, CHP hakkında "suç duyurusunda bulunup bulunmadığı" açıklanmıyor. Bence, Atilla Kart'la H. Süha Okay, bu olayı da takip etmeli, "Mustafa Özyürek yargılanmalı" diye beyanat vermelidir.

Hukuka gelince:


Onun gerekliliğinden kimsenin şüphesi yoktur. Fakat yargının, mutlak adalet" bekleyen kitleleri, zaman zaman hayal kırıklığına uğrattığı da bir vakıadır. Çünkü hakimler, olağanüstü donanımla Sirus gezegeninder gelmiyor. Lise sonrası tercihini "hukuk fakültesi" olarak işaretleyen "öğrenci insanlar" arasından çıkıyor.

Gene bildiğimiz kadırıyla hukukçular, diğer insanlardan farklı özelliklere sahip olarak ta doğmuyor. Meselâ, Anayasa Hukukçusu Prof. Süheyl Batum'un, İlahiyatçı Prof. Ali Bardakoğlu'ndan daha baskın niteliklerle dünyaya geldiğine dair bir karine bulunmuyor. Aynı şekilde kimse, Sabih Kanadoğlu'nun, Ali Bulaç'tan daha donanımlı yaratıldığı hakkında bir iddia da dile getirmiyor. Durum böyleyken, işimize geldiği zamanlarda yargıyı, dolayısı ile yargıcı, "beşerüstü vasıflarla" değerlendiriyoruz. Zülf-ü yâre dokunduğunda ise, önemsizleştirmeyi birincil vazife olarak görüyoruz. İşte ben burasını anlayamıyorum.

Diğer taraftan yargıçların, kararlarında yasaları, adaleti ve vicdani kanaatlerini dikkate aldıkları, hükümlerini böyle oluşturdukları kabul edilir. En azından buna inanmamız beklenir. Fakat bu, hukuk adamlarının arasında da diğer kurumlardaki gibi, ideolojik davranan, çıkar gözeten bazı kimselerin bulunduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Bunları hiç hesaba katmayan bazı yüksek hakimlerin, yargının tarafsızlığını sadece iktidar baskısına bağlamaları doğru bir tesbit gibi görünmüyor. Eğer bir bağımsızlıktan söz edilecekse yargının, "yasalar ve vicdanlar dışındaki bütün şeylerden bağımsız" olmasından bahsedilmelidir.

Herhangi bir kurumdaki bürokratlar nasıl insanlar ise, yargıçlar da aynen onlar gibidir. Gün gelir, yazılı hukuk metinlerine tamamen zıt düşen bir sürü karara imza atarlar biz de, gölgelerin gücü, "yani hukukun üstünlüğü" adına onlara uymak zorunda kalırız. Yargı makamının kutsallığından endişe duymuyoruz. Fakat insanın girdiği her yerde, "kutsiyetin ihlali" ihtimalinin olduğunu da unutmuyoruz.

Kuvvetler ayrılığı ilkesiyle belirlenmiş erklerin en üstüne yargının konulmasının sebebi belki de insanoğlunun, (mutlak adaletin ancak, beşer üstü bir güç (yani Allah) sayesinde gerçekleşeceğine dair) duygusal inancıdır. Sanıyorum hukuka "kutsallık" atfetmemizin sebebi de budur. Yazık ki böyle düşünmek, yargıç insanların verdikleri bir kısım kararların, bizi hayal kırıklığına uğratmasını önleyemiyor.
.........................

Karar örnekleri:. Anayasa Mahkemesi'nin 367, türban, 10. ve 42. maddeleri iptal kararları. Danıştay'ın, sokakta örtü takan öğretmenin müdür olamayacağına dair kararı. Parti hesaplarını kanunen AYM'nin incelemesi gerekirken FP. si dosyasının Vural Savaş tarafından doğrudan hukuk mahkemesine gönderilmesi. Eski DEP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının hiçe sayılarak tutuklanması. En garibi de bağımsız yargının bağımsız yargıçlarının 28 şubatta Genelkurmay'dan brifing alması... vs.

Resim: www.turkhukuksitesi.com/showthread.php?t=25738

Not: Bu blog 19 mayıs 2009 salı günü yazılmıştır.

 
Toplam blog
: 462
: 707
Kayıt tarihi
: 28.04.07
 
 

Emekliyim. Herkes gibi benim de bir dünya görüşüm var. İnsanların farklı fikir ve inançlara sahip..