Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Eylül '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Yaş, İstanbul...

Yaş, İstanbul...
 

“Yaş kaç Beyim?” dedi.


Belli ki çocukluk yıllarımın, altın sarısı pirinçten tablaları olan, çarşı boyacılarındandı. Son dönem ürünü, kendinden parlatıcılı boyalar ile boyamak yerine ayakkabımı; önce boyuyor sonra badem yağı ile ayrıca parlatıyordu, her renk ayakkabıya yakın ton rengindeki kadife kumaşları ile.


Esrik ve isyankar yüzü, hiç silinmedi hafızamdan. Belliydi ki bir gözü görmüyordu. O gözünün göz bebeği diğerinden bağımsız ve kıpırtısızdı. Yüzünün öteki yanında ise yıllanmış bir yanık lekesi vardı. Nerde, nasıl olduğunu sormak istedim, olmadı, soramadım.


“Yaş, İstanbul” dedim, gülümseyerek.


Önce “anlamaz” diye geçirdim esprimi, içimden. Kim bilir belki, okuma yazması dahi yoktu. Yüzünün tüm yaşlanmış ve çökmüşlüğüne rağmen, saçları kuzguni siyah ve dökülmemişti. İşini yapmaya devam edip, başını kaldırmadan cevap verdi:


“Yaş İstanbul ha? Seneye İzmir yani. İzmir’de kal beyim. Otuz beş en güzelidir hayat vagonunun. Arka vagonlara gittikçe, sanki tren farklı, sanki güzergah ayrıymış gibi, manzarası bile değişir pencerelerin. İstanbul’da, İzmir’de gördüklerini, arkadakilerde görmez, göremez olursun. Bir süre sonra yolculuk eziyet haline gelir. Bir an evvel son istasyonu beklersin. Gelsin de ineyim, ebedi şehrime diye.”


Şaşkınlıktan küçük dilimi yutmak üzereydim. Esprimi anlar mı acaba diye düşündüğüm ayakkabı boyacısı, bana hayat dersi veriyordu. Ve verdiği ders de öyle yenilir yutulur cinsten değildi.


“Değiştir ayağını beyim” dedi.


“Pardon, fark etmedim” dedim, mahcup ifademle ve kırık ses tonumla.


Boya kavanozlarının içindeki küçük kaşıklarıyla, elindeki süngerine önce bol miktarda siyahtan sürdü, sonra az biraz da kırmızıya yakın bordo karıştırdı.


“Sen kaç yaşındasın, Ustacığım?” dedim.


“Ben hiç trene binmedim ki” dedi.


Nasıl yani diyecek oldum, utandım kendimden. Son anda anlamıştım ne demek istediğini. Ben, kapı gibi vücudum ve tüm heybetimle, önünde ayakta duruyor, o ise ayağımın üzerine kapanmış, başını bile kaldırmadan, bordo-siyah boyanın üzerine, nasır tutmuş parmakları ile sürdüğü badem yağını, siyah kadife beziyle parlatmaya çalışıyordu.


Ama gerçekte durum hiç de böyle değildi. Önünde küçülmüş, erimiş, yıkılıvermiştim çöp-samandan bir ev gibi. O ise devleştikçe devleşiyordu.


“Tamamdır Beyim, başka bir isteğin var mı?” dedi.


“Yok, sağolasın” dedim ve ücreti ödeyip, elli metre kadar ilerideki banka geçip, oturdum. Adamın çevresel çekim kuvvetinden kendimi alamıyordum bir türlü.


Hava, iyiden iyiye karamış, hemen altında oturduğu park lambası, güneşi olmaya başlamıştı. Ağır hareketlerle toparlandı, bir eline boya kutusunu, diğerine taburesini aldı ve yavaşça yürümeye başladı.


Ondan bana kalan son görüntü, eskimiş pantolonunun arkasındaki kocaman yama olmuştu. Badem yağını, boyaya iyice yedirmek ve parlatmak için kullandığı kadifelerden değil miydi sahi o?

 
Toplam blog
: 898
: 3759
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

İzmir'de yaşıyorum.    Çok uzun yıllar öncesinden başlayıp, hiç ara vermeden bugünlere kada..