Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Ekim '11

 
Kategori
Deneme
 

Yaş 31: Yolun yarısına 2 harf kala...

Yaş 31: Yolun yarısına 2 harf kala...
 

ron dicenza


Bugün benim 31. yaş günüm...

Ebediyete doğru seyreden yolculuğumun 31. senesi bu... Tuhaf ve haddinden evvel belki ama 31. yaşımın ilk dakikalarında Cahit Sıtkı'nın o meşhur Otuz Beş Yaş şiiri geçiyor aklımdan ve henüz Dante'yle karşılaşmadıysak da yolda, "otuz bir" sayısı "otuz beş" sayısını iki harfle ıskaladığından mıdır bilmem, yolun ortalarına doğru seyreden bu tuhaf yolculuk sırasında hüzünleniyorum...

Yaş otuz beş! yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim.
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim;
Yalandır kaygısız olduğum yalan.
Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız,
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız.
Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç farkettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.
Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar?
Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında.

Daha ben Cahit Sıtkı'nın etkisinden kurtulamamışken Orhan Veli sızıyor odama ve fakat Müşfik Kenter'in sesi bu.. Son Türkü yankılanıyor evimin duvarlarında...

Yeni yaşıma yalnız girmeme dayanamamış olacaklar ki, sevdiğim tüm şairler ziyarete geliyor bu gece beni...

Biliyor musunuz, ben bu şiiri daha önceleri okuduğumda hiç anlamadığımı fark ediyorum şimdi okudukça... Peki ya 40'li yaşlarımda ne hissedeceğim diye düşünmeden edemiyorum şiir usul usul dolaşmaya başlamışken damarlarımda...

Kaybolmak üzere suya düsen bilezik;
Bak, bütün kırışıklar silindi sudan.
Son saatimde mi uyandım uykudan,
Neden bos gecen yıllardan içim ezik?
Durdu beni ölüme götüren kervan.
Eski bir şarkı söyleniyor rüzgarda.
Duydum ki sevmeyi bilen dudaklarda
Benim ilahilerim hala okunan.

Sevgilim......
ellerime dokunaraktan.
Beni çağıran bir eda var sesinde.
Bu muydu insanlara son nefesinde
Görüneceğinden bahsedilen şeytan?
Sular çekilmeye başladı köklerde
Isınmaz mi acaba ellerimde kan?
Ah! Ne olur butun güneşler batmadan
Bir türkü daha söyleyeyim bu yerde!


30. yaşımı tamamladığım bugünün sonunda anlıyorum ki, 30 yaş 20'li yaşlarla 30'lu yaşlar arsındaki ince bir sınır çizgisiymiş... 20'li yaşların kavak yellerinden sıyrılırken hayat, 30'lu yaşlar serin bir çam ormanı gibi ikinci yarıya yaklaşan ve hayata karşı serzenişteki bedeni kucaklayıverirmiş...

Adımlarım eskisine nazaran daha yavaş biliyorum. Artık daha sakin yürüyorum ve arada küçük kaçamaklar yapsam da pek fazla ayrılamıyorum bildiğim yoldan. Oysa nasıl da uçarı bir kızdım ben... Yolumu kaybetmekten hiç korkmadım ama kaybetmekten korktuğunuz şey, bir yol olmayı aşınca değişiyor işler galiba...

Tam da bunları düşünürken -kambersiz düğün olmaz- Murathan Mungan süzülüyor penceremden...  Avara yıllarımın bir gün kaybolacağını ilk fark ettiğim zamanlarda anlamaya başladığım, geç kalmaya dair taşıdığım endişelerin ilk müsebbibi bu şiirin ayrı bir yeri vardır bende... Murathan Mungan da bunu bildiğinden midir nedir, bu şiiri hediye ediyor 31. yaş günümde bana, istek parça niyetine adeta...

anımsıyor musun?
bir çetemiz vardı: Vahşi Siyah Atlar
ısmarlama serserilikler yaşardık
kimselere bir şey demeden kaçıp gitmeler gibi
sokaklarda sabahlamak, parklarda yatmak
yabancıları mahalleye sokmamak gibi
Ve bir gün gideceğimiz Amerika vardı
herkesin bir Amerika'sı vardı o zamanlar
herkes gece istasyonlarında
kendi Amerika'sını arardı

kısık ışıklı arkadaş odaları
plağın bir yüzünü kaplayan uzun parçalar eşliğinde
kendi rüyalarımıza dalar, dağılırdık
okyanuslar, gemi yolculukları, kanayan ıslıklar
ve dünyanın bütün limanları
önümüzde sessizce uzardı

BİTERDİ PLAK. DİSK BOŞA DÖNERDİ.
DÜŞLERİMİZ ÇARPIP GERİ DÖNEN SULARDI ŞİMDİ
BÖYLE ZAMANLARDA İLK SÖZÜ SÖYLEMEKTEN
KAÇINIRDI HERKES
SONRA BİRİ USULCA KALKAR, HERKESE ÇAY KOYARDI
ANIMSIYOR MUSUN?

Vahşi, siyah atlardık
kentin ışıklı çöllerinde kendi izini arayan
deri ceketlerimize sığdırdığımız düşlerimiz kadar
aşık ve düşmandık
dünya acıtırdı bizi, herşey kanatır, herşey yaralardı
sevişmek çekip çıkarmazdı bizi derinliğimizden
öfkemizi dindirmezdi hiçbir şey
geceleri uyumayan çocuklardık,
otobüs garlarında uzun maceralar umar
apansız yolculuklara çıkardık
uykulu kentlere girerdik gece yarıları
ıssız ağaçlar olurdu yol kenarlarında
gökyüzünde parlak yıldızlar, her yere aynı uzaklıkta
sarhoş bindiğimiz otobüsün penceresinden
sanki bambaşka bir dünyaya bakardık
sonra saklayarak yüzümüzü birbirimizden
yumruklarımızı sıkar, sessizce ağlardık
ışığı açık kalmış pencereler, kepengi örtülü dükkanlara,
yaz bahçelerinden taşan çiçeklere,
adını bile bilmediğimiz bu kente
neye olduğunu bile bilmediğimiz bir hasretle
uzun uzun bakardık
anımsıyor musun?
ahh o gece yolculukları
bir başka kente, bir başka insan olmanın umutları
kaç yol arkadaşı kaldı şimdi geriye
gençliğin ilk acılarını birlikte keşfettiğimiz
kaç yol arkadaşı?
sürüyerek götürdüğümüz dargın beraberlikleri saymazsak
ne kalıyor elimizde?
ölenler,
terkedenler,
bir de telefonları, adresleri, kendileri değişenler

vahşi siyah atlardık; yılkıya bırakıldık
içimizden kimse gidemedi Amerika'ya
kendi Amerika'sı da olmadı hiçbirimizin
yağmur aldı
rüzgar aldı
zaman aldı
o vahşi siyah atları
herşey o eski rüyada kaldı

çarpıp geri dönen düşlerimizin üstünde
çürümüş cesetleri yüzüyor şimdi vahşi siyah atların
öldükleri sahilleri kendileri de bilmiyorlar
peki sen, anımsıyor musun?

Böyle bir gecede Farid Farjad'tan daha güzel kim eşlik edebilirdi sevgili şairlerime... Bu gece sadece benim için çalıyor Anroozha 1 albümünde ne varsa... Tekrar, tekrar.... durmadan.... ve hiç yorulmadan... Ama ben en çok albümdeki yedinci parçayı seviyorum bu gece... Öyle ki, bazen sıra ona geldiğinde iki kez çalsın istiyorum, kırmıyor çalıyor sağ olsun...

Gecenin sessizliğinde içerden oğlumun Farid Farjad'ın kemanına karışan sesini duyuyorum ben son iki hediye paketine gelmişken... Sayıklıyor uykusunda... Bakıyorum ki son iki hediyeden biri bana Tanrı'dan... Oğlumun sağlığı var içinde... İçeride sağlıkla uyuyup belki de sadece uykusunda sayıklayabildiği için mutluyum!  Bundan güzel armağan mı olur? Binlerce kez şükürler olsun...

Son armağana gelince...

Bir de ne göreyim, hediye bana kalbimden! İçinde ne olduğunu öyle merak ediyorum ki, aceleyle açıyorum ve paketi açmamla, sevinçle atmaya başlıyor kalbim yıllar sonra yeniden...

Evet mutluyum, belki daha da önemlisi umutluyum yeni yaşımın ilk dakikalarında...

Bugün benim 31. yaş günüm...

Yürüyorum ebediyete uzanan yolumda ve yürürken gördüklerimi anlatıyorum da... Hayatın olağan akışı içinde çok uzun yaşamış sayılmam belki... Ama uzun olsun ya da kısa, hayatım boyunca kendime göre iyi-kötü günler gördüm ve Nazım'ın da Otobiyografi'sinde dediği gibi  ben de kendi gerçekliğimin içinde "insanca yaşadım diyebilirim" sanırım... 

"ve daha ne kadar yaşarım
                  başımdan neler geçer daha
                                              kim bilir..."


5 Ekim 2011-İzmir

 

 
Toplam blog
: 42
: 1011
Kayıt tarihi
: 16.06.10
 
 

1980 'de doğdum. Batı'da küçük bir şehirde büyüdüm. Büyüyünce durduğum yerde duramaz oldum. Kuş o..