Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Ocak '09

 
Kategori
Güncel
 

Yaş odun, ateşi serin tutar, kuru odunun yanında kullanılması faydalıdır

Yaş odun, ateşi serin tutar,  kuru odunun yanında kullanılması faydalıdır
 

12 Eylül darbesine giden yolu ören neydi?

İlk akla gelen, toplumun ikiye bölünmüş olması, her gün onlarca kişinin ölümüne yol açan kardeş kavgası, şiddetin günlük yaşamın bir parçası haline gelmesi, her bir çöp kutusunun ölüm tehdidi barındırması ve ölümlerin giderek katliam halini almasıydı.

Bu şiddet sürecine giden adımın kıvılcımları nasıl atıldı, zaten gergin olan toplum ve onun giderek siyasallaşan gençleri bu kıvılcımlardan nasıl bir yangın üretti buna girmeyeceğim.

Ancak darbeye giden yolu döşeyen bir gerekçe daha vardı; Meclisin cumhurbaşkanı seçememesi. Hatta bu gelişmenin darbeyi daha da meşru kıldığını söyleyebiliriz. Çünkü halk şiddete çare üretecek bir iktidar bekliyordu ama o iktidarı üretmesi gereken meclis cumhurbaşkanı seçememe kavgasına düşmüştü.

2005 yılından bu yana ülkede geliştirilmek istenen şiddet ortamını adım adım gözlemledik. Ergenekon sanıkları ile ilişkileri gün yüzüne çıkan bir saldırganın giriştiği Danıştay saldırısı, Hrant Dink’in katli, Cumhuriyet Gazetesine atılan bombalar, Malatya ve Trabzon’da Hıristiyan din adamları ve misyonerlerinin ölümü toplumda gerginlik yaratan olaylardı. Aslında, belki de bu ölümlere hiç ihtiyaç bırakmayacak PKK terörü, 1999 yılında liderinin yakalanması ile girdiği derin uykudan 2004 yılından itibaren yeniden uyandı ve ülkenin gündeminden şiddeti ve bu şiddete kesin çözüm beklentilerini hiç düşürmedi.

Ancak bir şey eksikti, o da istikrarsız ve yönetemeyen bir siyasi tablo. AKP’nin 2002 seçimlerinde elde ettiği tek başına iktidar bu tablonun oluşmasına engeldi. Aslında bu engel gerekçeninde kendisiydi. AKP’nin varlığı tepkiyi üretirken, yine onun siyasi istikrarı temsil eden gücü, durumdan vazife çıkarmak için gerekli olan meşruiyetin önünde bir engel olarak duruyordu.

İşte 2007 yılındaki Cumhurbaşkanlığı seçimi yaklaşınca sihirli bir formül ortaya çıktı. 12 Eylül anayasasına cumhurbaşkanlığı seçimini kolaylaştırsın diye konulan yöntem altüst edilerek, yeniden cumhurbaşkanı seçilemez hale getirilmek istendi. Bu fikir, ülkemizin saygın hukuk adamlarından Sabih Kanadoğlu’na aitti. Siyaset üretmeyi değil, siyaset üretilemeyen bir Türkiye’yi hedefleyen CHP’de bu fikrin üstüne atladı ve seçimin ilk gününde Anayasa Mahkemesine başvurdu.

Ancak işin bireysel bir fikir üretimi olmaktan öte olduğunu Mahkemeye dava açılan günün akşamı tüm Türkiye fark etti. Çünkü zinde kuvvetlerce, aynı günün akşamı büyük ihtimalle yeni bir ayar çekme ihtiyacı ile bir muhtıra yayınlanmıştı.

Siyaset bu kez gardını aldı ve ertesi gün seçim kararı aldı. Bir süre sonra Anayasa Mahkemesi mesajı almış ve hukukun mantığını alt üst eden bir kararla, toplantı yeter sayısını 2/3 olarak belirlemişti.

Hedefin cumhurbaşkanı seçemeyen bir meclis ve dolayısı ile boşlukta gezen bir iktidar olduğu açıktı. Bu sürecin üzerinde gelişecek yeni bir şiddet dalgası, durumdan vazife çıkarması gerekenlere fazlası ile koz verecekti.

Ancak papaz bu kez pilav yemedi ve AKP ile çok yakın bir düşünce dünyasını paylaşmasa da toplum tercihini bu oyunu bozmaktan yana kullandı. Ardından MHP’nin de tercihi ile tezgâh bozuldu ve derin bürokrasi – ülkücü mafya - Kemalist sol arasındaki “düşmanımın düşmanı dostumdur” ittifakının hesapları alt üst oldu.

Şimdi Ergenekon soruşturmasının geldiği noktada şu soru soruluyor, "saygın hukukçular ile tetikçiler nasıl aynı soruşturma içinde yer alır?" Cevabı oldukça basit aslında. Şartları olgunlaştırmak için hukukun çarpıtılmasına da ihtiyaç vardır ve bir işi en iyi çarpıtacak olan o işi en iyi bilendir. Son tahlilde bu ülkeye deli gömleği giydiren 12 Eylül anayasasını da o zamanların “saygın” hukukçusu olan Orhan Aldıkaçtı hazırlamıştı.

Bu arada kafa karıştırıcı son söylemde şu; İbrahim Şahin ile ona 6 yıl mahkûmiyet kararı verdiren Yargıtay başsavcısı nasıl olurda aynı örgütün üyesi olabilir. Ancak o süreci iyi takip etmeyenler şunu hatırlatmak gerekir. Yargıtay yerel mahkemenin 6 yıllık mahkûmiyet kararını, Ömer Lütfü Topal cinayetinin dosyaya eklenmemiş olması ve yine buna benzer birçok delil göz ardı edilmiş olması nedeni ile bozarken, saygın hukukçumuz davanın daha da derinleştirilmesi gerektiği nedeniyle verilen bozma kararına itiraz etti ve dava İbrahim Şahin’in alabileceği en az ceza ile neticelendi. Bu arada Susurluk davasını karara bağlayan yerel mahkemenin hâkiminin Ergenekon davasında sanıkların avukatı olarak karşımıza çıktığını da eklememiz gerekir belki de.

Tablo net elbette ama görmek isteyene.

 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..