Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Haziran '14

 
Kategori
Sosyoloji
 

Yaşadığımız 'Toplumsal Anomi'!

Yaşadığımız 'Toplumsal Anomi'!
 

Görsel: www.teknobeyin.com. Hep böyle dağınık, tek ve sırtı dönük!


Son zamanlarda, içerde ve dışarıda olup bitenlere bakınca sormadan edemiyor insan: "Biz neredeyiz? “Sözün bittiği yer!'”denir ya, gerçekten orada mıyız? Onca sır perdesinin ardında, onca trajik olay, arayış ve bunlara dayalı yorum, laf yığını arasında aslında fırtına öncesi bir sessizliğin ortasında, bağrında mıyız? Pozitivist, teknoloji merkezli ve akılcı (rasyonalist) temelleriyle tanımlanan modernizmin suları hızla geri çekilirken (gelip geçicilik, süreksizlik ve kargaşanın egemen olduğu) post modern zamanın yağmur bulutları yüksek gördüğü tüm tepelere sağanaklar halinde bindirirken görünen tablo öncelikle bir toplumsal 'anomi'ye işaret etmekte...

'Anomi' terimi, köken olarak Yunanca olup basit anlamıyla "ka­nunsuzluk" ya da "normsuzluk" anlamına gel­mektedir. Bu sözcük oldukça derin ve özel anlamlar içermekte... Teriminin üç farklı, ama bir­biriyle ilişkili anlamı var: İlk anlamı kişisel bir düzensizliği dile getirir. Bu durum, toplum­sal yapının sağlamlığına ya da normlarının ka­rakterine uymayarak bir yön yitimine uğrayan ya da yasalara uymayan başıbozuk bireyle algılama alanına çıkar. İkinci anlamı, bizzat normların çatışma halinde olduğu ve bireyle­rin çatışmanın gereklerine uygun çabalar içi­ne girdiği sosyal durumları ifade eder. Üçün­cü anlamı ise, hiç bir norma sahip olmayan bir sosyal durumu anlatır ki, buna "anarşi" de di­yoruz. Kısaca anomi, bireylerin toplumsal bağlarının koptuğu bir bunalım durumudur.

Terim, sosyal bilimler alanında sosyoloji biliminin kurucularından Fransız sosyolog Émile Durkheim tarafından 'Suicide' (1897) isimli kitabında popüler hale gelmiştir. Émile Durkheim'e göre Anomi, daha çok bireysel ve grup standartları arasındaki farktan, sosyal standardların aşırı genel olmasından ve sosyal etiğin eksikliğinden kaynaklanır. Toplumsal moral çöküşü ve adaletin işlememesi de bu duruma yol açar. Örneğin, toplumda yaygınlaşan haksızlık ve adaletsizlikler sonucunda bireyler toplumsal aidiyetlerinden koparak aşiret, klan, aile ve birey kimliklerine geri döner ve her türlü toplumsal yapı, eylem ve birlikteliğe karşı güçlü bir direnç geliştirirler 

J. W. Goethe “Son 3000 yıllık tarihin hesabını yapamayan insan bugünü asla anlayamaz!” demiş! Bu söz çerçevesinde geçmiş zamanlarda yaşayan insanların da bugün hissettiğimiz soru(n)larla yüzleşip -o dönemin koşulları içerisinde- çözüm yolları arayıp anlamlar oluşturduklarını da anlarız. Hatta onların bu soru(n)lar ekseninde buldukları bazı yanıtların günümüzde de yine işimize yarayacağını görebiliriz.

 Sözünü ettiğimiz bu 'eski yanıtlara' göz atarsak çok önemli ve ilginç olanlarıyla karşılaşmamız sürpriz sayılmamalı... Örneğin, yaşamını düşünceye adayan ve bu uğurda bir çok güçlüğe göğüs gererek düşünenlere ışık tutmaya çalışan Baruch (Benedictus) Spinoza (1632-1677), 'Kavrayış Gücünün Gelişimi'' adlı eserinde şöyle der: "İnsanın mutluluğu ya da mutsuzluğu, tek bir etkenden kaynaklanır. Sevgiyle bağlandığımız olgunun niteliğinden. Sevgiyle bağlanmadığımız bir olgudan, nifak doğmaz. Yitirirsek, üzülmeyiz. Bir başkası sahip çıkarsa, kıskanmayız. Tutku ve nefretten arındırılmış bir ilgisizlikle izleriz sevmediğimiz olguyu. Buna karşın, aşkla bağlandığımız ve geçici nitelikteki olgulardaki devinimler bizi derinden etkiler." Spinoza, bu saptamadan yola çıkarak sevgiyle inanıp bağlandığımız gerçeğin mutlak ve ölümsüz nitelikte bir ideal olması gerektiğini anlatır uzun uzun. "Çünkü" der, çoğu insanın sevgiyle bağlandığı üç olgu, "Varsıllık (zenginlik), tensel zevkler ve iktidar, mutlak ideale varmak için birer araç değil de, amaç olarak görüldükleri zaman kişiye zarar verir." Spinoza'ya göre, eğer varsıllık, tensel zevkler ve iktidar 'araç' olarak kalırlarsa, ölçüleri kaçırılmaz, tam tersine asıl amaca varmakta yararlıdırlar.

İşte böylesi bir 'eleştirel bir akıl' ve bilinç çerçevesinde Spinoza'dan , söz ettiği mutlak idealden, kanımca her insanın tüm insanlığa yapabileceği, en azından yakın ya da uzak çevresiyle paylaşabileceği, ama evrensel nitelikte değeri olan eylem ve hizmetleri anlamak gerekmektedir.

Oldukça uzun bir süredir dünyaya ve yaşama temel bakış açısı (Spinoza'nın bu araçsal üçlemesini sağlayacak ana etken anlamında) "daha çok para kazanmak" olan ve bu nedenl e insanları, tüketmeye, hem de her şeyi ve hızla tüketmeye koşullandıran bir ortam içindeyiz Bu atmosfer içerisindeki yaşam dünyasında, bireysel olarak "yabancılaşma" ve "geleceğin koyu belirsizliği" gibi güçlü duygular içerisindeki günümüz insanı, yoğun bir kaygı içinde yaşa(tıl)makta ve çoğu kez tükettiği ölçüde mutlu ve özgür olabildiği sanısına kapılmakta...  Bu çerçevede, her tür tüketimi en 'insani" değer olarak sunan, araçları hem abartan hem de amaç haline getiren 'yeni dünya düzeni' kendisini var kılabilmek için 'birey olma'ya birincil derecede önem veriyormuş görüntüsü altında aslında 'bireyci' olmayı özendirmektedir.

Bu ortam içerisinde; alt sınıflar söz konusu bu araçsal üçlüye, bazı fırsatçı avantalarla kıyısından bucağından ulaşmaya çalışırlarken yönetsel güçlerin -ya da buna aday olanların- ana güdülenme amaçları da yine aynı temelle sınırlı olagelmektedir.

Buna koşut olarak da her yerde ve her koşulda 'rekabet'', süreç odaklı yaşamak yerine sonuç odaklı eylemler insan başarısının temel yolu olarak öne çıkarılmakta, geleneksel ve örgütlü 'dayanışma' ve 'yardımlaşma' modelleri hem ötelenmekte hem de 'sosyal sorumluluk', 'iyi yönetişim' gibi kavramlar altında özünden uzaklaştırılarak çıkarcı piyasa kodlarına dönüştürülmektedir. Böylece zaten iktisadi ve sosyal sistemin temel atmosferini oluşturan 'yabancılaşma' hali daha da derinleşmektedir. Bu bağlamda da 'bilinçli ve çağdaş bir birey' olarak 'eleştirel aklı' diri tutacak bir eğitim ve ideal ortamı, çeşitli yumuşak, aldatıcı söylem ve yöntemlerle giderek daraltılmakta ve nefessiz bırakılmaya çalışılmaktadır. Öte yandan devletin en üst kademesinden başlayarak "anomi" özendirilmekte, "anomi" hayat tarzı haline getirilmiş durumda, kuralsızlık, aklına eseni yapmak, keyfilik…  Bunun herhangi bir bedeli, yaptırımı da yok, herkes keyfiliği talep etmekte…
Bedavacılık, kayırmacılık, keyfilik…

Bu üç temel eğilim Türkiye’nin kültürünün de siyasal kültürünün de temeli şu anda !
Buna dayalı bir demokrasi uygulaması dünyada mevcut değil, Türkiye’de de uzunca süre daha mevcut olabilme şansı da yok aslında! 

Öte yandan;

AVM'ler, vitrinler, televizyon ekranları ve internet artık her türlü lüksün eşitlenmişlik kisvesi altında pazarlandığı ve görüntüsel tüketimin sağlandığı, sanal mutlulukları daim kılan yerler haline gelmiştir. Hemen malik olamasak bile lüksü gözlerimizle eşitçe tüketebiliriz. Kaldı ki lüks artık tekil değil çoğuldur! Seyyar tezgahlara inerek inanılmaz biçimde demokratikleştirilmiştir. Hemen her türlü malın, her sınıfsal gruba hitap eden, görüntüde aynı fiyatta farklı türleri sınıflar arası ve sınıflar içi çatışmaları iyice yumuşatan bir işleve sahiptir.(1)

Finans piyasalarıyla perakende arasındaki -kriz dönemleri dışında tıkır tıkır işleyen- ortaklık geç-kapitalist refah imgeleri yaratarak yeni yoksul kesimlerin bir refah görüntüsü satın almalarını sağlamaktadır. (2) Fakat gerçekte ise,  2007 yılı sonlarından beri -dozu zaman zaman azalsa da- süregelen genel iktisadi kriz, bunun olası sosyo-ekonomik, politik ve psikolojik yansımaları, mevcut toplumsal ve bireysel sorunlarımızı arttırma potansiyeli taşımaktadır.

Özetle, bugün Türkiye'de gelişen sosyo-kültürel yapı, çatışmacı anlamıyla rekabeti teşvik, "gemisini kurtaran kaptan" anlayışı ve "güç/ başarı için her yol mubah" ahlakıdır. Yükselerek toplumun hemen her kesimine yayılan bu değerler derinden derine anomik bir toplum inşa etmiştir. 

İçinde bulunduğumuz,

gerek küresel gerekse bölgesel kaotik arayış ve dönüşüm ortamının da bileşik etkisiyle, anomilerimizin daha da artıp içinden iyice çıkılamaz hale gelmesi olasılığı karşısında, ben de, 'insan ve toplum odaklı' böyle bir anımsatma gereğini hissettim.

Dünya aslında olduça uzun bir süreden beri, belki de 1789'dan bu yana oldukça tuhaf ve giderek küreselleşen bir çelişki sarmalında yaşıyor; bireyin toplumsal ve dini prangalardan özgürleşmesiyle, iktisadi ve zihinsel hegemonyalar kıskacında tutsaklaşması atbaşı ilerliyor. Bizde ise, içinde bulunduğumuz bu çağda bile, bu cümlede değinilen özgürleşme bir türlü gerçekleşemediği gibi diğer iki tarihsel pranga da geçerliliğini korumakta...

Sanırım sizler de çağdaş, bilinçli ve yurtsever her birey gibi benzer gözlem ve sezgileri zaman zaman hissediyorsunuzdur. 

İ. Ersin KABAOĞLU,

28 Haziran 2014, Ankara

Kaynakça:

(1) W.Benjamin,"Pasajlar",YKY,1994, Çev.A.Cemal,s.77-94.

(2) Frank Mort,"Tüketim Politikası", Yeni Zamanlar İçinde,s.157. der:S.Hall/ M.Jackques, Çev:A.Yılmaz,Ayrıntı Yayınları,1995. 

 
Toplam blog
: 366
: 2333
Kayıt tarihi
: 05.10.07
 
 

Samsun/Ladik doğumluyum. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım babamın görevi gereği ülkemizin Orta ..