Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Şubat '16

 
Kategori
Eğitim
 

Yaşadığımız masal

Kertenkele Safarisi

Bir masalla başlayayım istiyorum. Ben kendimi bildim bileli millet çeşitli masallarla uyutuluyor ve bir türlü uyandırılamıyor. Ama hipnoz edilmişçesine istendik her şeyi yapabiliyor millet. Hele de istenende güç varsa... hani övünürüz ya “Ertuğrul yasası” diye... O da gücünü haklıdan değil, güçlüden yana kullanmıştı ya(!)... Her ne ise biz masalımıza dönelim... 

Masal masal maliki. Oğul uşak on iki. Masal beyin avradı  beni gördü ağladı. Benim de duygularım depreşti. Kelimelere dönüştü. Ve bu masal bir sel gibi olmassa da akıştı insandan insana ne azına ne fazlasına tamah etmeyenlerin anısına. Girdim zaman makinesine. Gördüklerim beni, duyduklarım seni, Anlattıklarım insanları duygulandırır umuduyla bu masalı anlatacağım. Kulağınız bende, gözünüz insanlıkta, yüreğiniz hakkın ve adaletin yanında olsun. Görelim hanım ne söyledi: 

Bir varmış bir yokmuş ülkelerin birinde bir gariban vatandaş yaşarmış. Bu vatandaşın aklı fikri yönetici olmaktaymış. Arkadaşlarıyla ne zaman bir araya gelseler onlara: 

-Bir gün yönetici olursam, her şeyi değiştireceğim, dermiş. 

Gel zaman, git zaman aradan hayi zaman geçmiş. Gün gelmiş bu vatandaş yönetici olmuş. Olmuş ya, ahd-ı vefa sahibiymiş aynı zamanda. Bir çok arkagaşını da yanına almış. 

Bu vatandaş ve arkadaşları bir zamanlar yaptıkları konuşmalar çerçevesinde değiştirme işlemlerine başlamışlar. Önce elbiselerini, ayakkabılarını değiştirmişler. Ardından bindikleri araçları, yaşadıkları semtleri, barındıkları evleri, alışveriş yaptıklar dükkanları değişitrmişler. Kendilerine yatlar, yalılar, gemiler, dükkanlar almışlar yumurta işleme merkezleriyle beraber. 

Sonra bakmışlar ki, bu değişimler kesmiyor yönettikleri birimlerde değiştirmeler yapmaya başlamışlar. Değiştirmeden hem kendilerinin, hem de değişiklik yaşayanların başları dönmüş, ama buna da alışmışlar değişimi yaşayanlar. 

Ben ülkedeki bütün değişimlerden değil, eğitim alanındaki değişimlerden bu masalda söz etmek istiyorum. Belki başka masallarda da diğer değişimlerden söz edebiliriz.

Dinden korkanların kabus saydığı imam hatip okulları ve başörtüsünün ortadan kaldırılma çabalarının en can alıcı zamanıymış şubat kısa ama çarpıcıymış. Akılda kalıcı olması açısından şubat sonunu bu darbeye en uygun zaman kabul edilmiş. 

Yürütülen tanklar, yürütülen askerler, yürütülen düşler, yürütülen alçaklıklar, yürütülen adaletsizlikler almış başını şubat kararları olarak tarihe mal olmuş. Oysa yürütülemeyen insanlık, yürütülemeyen ahlak, yürütülemeyen hak ve hukuk kalmış. Elleriyle başörtülü kızların başlarını açanlar, toplumun inançlarını, güvenlerini, umutlarını bok yeşiline boyamışlar. 

Kapatmışlar imam hatiplerin orta kısımlarını... Kız çocukları zaten okullara alınmamış başörtülerinden ötürü. Götürü bir süreç başlamış bu bağlamda. İşte korku insana neler yaptırmıyor ki... hükümetler değişmiş ama zihniyet değişmemiş. Din korkusu ben de müslümanım diyenler arasında yayıldıkça yayılmış askerin gölgesinde. Bilirsiniz, gölgeler soğuk olur ortam sıcak olsa da. 

Kurulan yeni hükümetler ve yöneticileri hırsızlıkta, arsızlıkta birbirleriyle yarışır olmuşlar. Mesutlar çevrelerini mesut, kişiliklerini basit kılmışlar. Tan/su hakkı olmayanlara akıtılmış. Koca koca bahçeleri olan konaklar yaptırmış çocuklarını askerden kaçırmalarıyla meşhur olanlar. Askerler bu kaçakların tehris belgelerini verebilmek için bile bulamamışlar. 

Bahçelerden bir bahçe... Bol gübreli... gübreler suni, ağaçlar huni, bırakalım onu bunu, baş yönetici her nasılsa hastalanmış. Kendini Türk hekimlerine emanet etmiş, ama hekimlerin verdikleri ilaçlar yakıp yıkmış bu yöneticiyi sanki. Hastaneden zorla çıkarılmış ilaçlar kesilmiş yönetici de ölüm iyiliği olsa gerek toparlanmış, ama çok uzun bir zaman da yaşamamış. Bekli de dervişlerin hüsamların halka attığı kazıkların acısına dayanamağından hakkın rahmetine kavuşmuş. 

Bu arada bir çok kurumda olduğu gibi eğitimde de derviş bakışıyla yürürlüğe giren toplam kalite görünmüş ufukta. Doğan aya sen doğma ben doğayım diyecek kadar şahşahalı ve gösterişliymiş.

Bakalım derviş ne söyler hansız hamamsız toplam kalite yönetimine dair... 

Toplam Kalite Yönetimi... Öğrenciyi merkeze koyan, bunu kendince bir erdem sayan, yalnızca kendi sesini duyan, bir zavallı desen değil, hain desen değil, ne olduğunu kestiremediğimden bir sıfat bulmak yerine masala devam etmek... 

“Müşteri velinimetimizdir” derler ya. öğretenler satıcı, öğrenenlerr alıcı, galiba bu alçaklık gelecek nesillerin başına kalıcı. Sınıfta kalma kalkmış anlamı da kalkmış tedavülden öğrenip öğrenmemenin. Okullar bilgi yuvaları değil, yol geçen hanı olmuş.

Masal bu ya, herkesin diploması olacak. “Avrupa Birliği”ne girilecekmiş daha önce girilemeyen "Gümrük Birliği”ne girme aşkıyla. Tanrım ne güzel, ne görkemli hayaller bunlar. Bu hayallere inanmamanın ezikliğini duymak lazım, ama galiba bizde o erdem yok. 

“Kilombo’dan Gelen Kardeş”

“Kilombo’dan Gelen Kardeş” yıllar önce sihirli kutuda seyredilen siyahi insanların kurtuluş umudunu anlatan bir dizi kahramanına verilen admış. Bu ad masal kahramanımıza verilecek ad olması gerekiyormuş. Çünkü her zaman bu ülkede Müslümanlar siyahi insanların kaderini paylaşmaya zorlanırlarmış. Müslüman olmak yalnız olmakmış. Müslüman olmak tehlikeli olmakmış. Müslüman olmak rejimi değiştirmğe teşebbüs demekmiş. Müslüman olmak gaddar olmakmış; el kesme, taşlayarak insan öldürme, sorgusuz sualsiz kelle kesme demekmiş. Hülasa Müslüman hak sahiplerinin karşısında herşeyi sahiplenen bir canavarmış işte. Bu canavar yok edilmeli, yok edilemiyorsa zincire vurulup, asla serbest bırakılmamalıymış. 

Masalımızın başında sözünü ettiğimiz yönetici olma isteği olan vatandaşa dönelim. Bu vatandaş da kendisinin Müslüman olduğunu söylüyor ve Müslümanlığından korkulduğu için türlü denk dubara ile rejime muhalif sözler sarf etmesi gerekçesiyle zindana atılmış. İnsanlar aynı dizideki gibi bu vatandaşı Müslümanların kurtuluş kahramanı olarak kabul edip onun ve arkadaşlarının yönetim vaadlerine inanarak, ellerinden gelen çabayı gösterip, bu vatandaşın yönetici olması için çalışmalara başlamışlar.

Gel zaman git zaman demeğe gerek kalmadan elbirliğiyle Müslümanların özgür olacağı bir ortam düşleyen halk vatandaşımızı yönetici seçmiş, hem de tek başına.

Ekonomide derviş babacan tavır içinde bir önceki tavrını sürdürmeyi uygun bulmuş ya da böylesi işlerine gelmiş bu yönetici vatandaşların. Sağlıkta hastane ve sağlık ocağı payları devam etmiş. Eğitimde ise Toplam Kalite Yönetimi... Kim neyi topluyor, neyi dağıtıyor belli değilmiş. Eskiden üç beş yılda değişen eğitim sistemi artık her yıl değişir olmuş. Ne öğrenci, ne öğretmen, ne de okul yönetimleri bu hıza ayak uyduramıyormuş. Her seçim öncesi istikrar ve tekbaşına iktidarın gereği üzerinde duruluyormuş. Akşam yatan eğitim yöneticileri, gece gördükleri rüyalarını tabire bile gerek görmeden uygulamaya koymaktalarmış “Kilombo’dan gelen kardeş”in arkadaşları. Ne çok hayal kırıklığı, yürek kırıklığı, umut kırıklığı... Kur’an nerede, Müslümanlar nerede, yönetenler nerede?  Hangi Allah’ın, hangi yasasına göre, nerede yaşanabiliyormuş? “Kilombo’dan gelen kardeş” Müslümanlara göre değil, kendisini ve arkadaşlarını alkışlayanların fıtratına göre bir yol tutturmuş ve “yola devam” sloganını bulmuş. Hala yola devam ediyormuş, ama bundan Müslümanların beklentilerine uygun bir sonuç çıkmıyormuş.

Yollar yapılmış çok şeritli... Öğrenciler okullarına daha rahat gidip orada daha rahat eğlansin dinlensin evlerine dönsünler diye. Düz Liseler, Düz Liselerin içinde Süper Liseler açılmış. Meslek liselerin adları değiştirilmiş. Sınıf geçme ve liselere giriş şekilleri değiştirilmiş. Arkasından liselere giriş şekillerin değiştirilmesi de değiştirilmiş. Tekrar değiştirilen liselere giriş değiştirilmişmiş. Çünkü okullar atlı karıncası ve dönme dolabı olmayan lunaparklarmış. Okulların statülerini değiştirip hepsini Anadolu Lisesi yapmışlar. Değişen ve parasız dağıtılan kitaplar yeterli gelmemeğe ve öğrencilerin öğrenme istekleri kaybolmaya başlamasından dolayı muzdarip olan yöneticiler teknolojiyi kullanmaya karar vermişler. Öğrencilerin ellerindeki gelişmiş, akıllı telefonları bir yasaklayıp, bir serbest bırakarak. 

“Seksek Sekerek Mahmure”

Önce kara tahtalar varmış. Sonra yeşile dönüşmüş kara tahtalar... Ardından beyaz tahtalar; renkli ispirtolu kalemlerle yazılıp silinebilen. Sonra akıllı tahtalar... aklını bakanlıktan almış. Gönlünü öğrenciye vermiş akıllı tahtalar... Ve bu tahtalara bağlı öğrencilere verilen tabletler.. tablet kavramı bende -neden bilmem- hap kavramını çağrıştırıyor. Sabah aç karına bir tablet, akşam tok karına bir tablet...

Basıda yazıldığına göre bizim akıllı öğrenciler tabletlerin şifrelerini kırarak kendi zihinsel açlıklarını giderecek filmler seyrediyorlarmış. Akıl akıldan üstündür ne de olsa... bu akıllı tahtalara ayak uyduramayanlar yine Öğretmenlermiş. Çünkü bunların işleri güçleri yatmakmış. Koca yaz tatilini yatarak geçiriyorlar,  arkasından seminer dönemi onbeş gün boş boş okullara gidip lak lak ediyorlarmış (Çünkü kendilerini leylekler getirmiş ya, onları yad etmek için olsa gerek). Sonra resmi ve gayri resmi tatiller... bunlar da yetmiyormuş gibi yağmur tatili, çamur tatili, kar tatili... yarı yıl tatili ise cabası...

Sonra haziran... yine seminer yine ense... bu insanlar ayaküstü devleti sömürüyor, devletin haberi olmuyormuş. Bir kere akıllı tahta var, akıllı tabletler var, akıllı öğrenciler var, ama devlet bu akılsızlar ordusunu yıl  boyu yatırmak için para veriyormuş. Yine basında yer aldığına göre, “Artık okullarda güvenlik ve emniyet görevlerini öğretmenler yapacakmış”. Hiç olmazsa bu asalaklar bir iş yapıyor olacaklarmış. Artık yatma zamanı değil, çalışma zamanıymış

Okullar hayırsever vatandaşlar tarafından yaptırılıyormuş. Yeterli gelmeyince hayırsevdirilen vatandaşlara da okul yaptırılabiliyormuş. (Tabii biz duyduklarımızın yalancılarıyız.Kârı varsa haram olsun.)  

Okulların ihtiyaçları da aynı yolla sağlanıyormuş. Ya okul müdürleri, ya aile birliği mensupları ellerinde bir koçan makbuz ile kapı kapı dolaşarak ihtiyaçları karşılayacak meblağları denkleştirmeye çabalıyorlarmış. Bazen de diploma verilirken, sanat okullarında belge verilirken yardım konusu gündeme geliyormuş.

Allah ne verdiyse kıt kanaat geçiniliyormuş. Ama işler de gereği kadar olmasa da yürüyormuş.

Halk, liderlerinin tavsiyeleri doğrultusunda, “Allah devlete ve millete bir zeval vermesin” diye dualarını ve şükürlerini eksik etmiyorlarmış. Umuyorlarmış ki, gelecek daha güzel gelecek, yaşamlarına olmasa da gönüllerine.

(T)EBA İle Bağlanmışız Hayata

Bir Eba uzmanı görünmüş güzel mi güzel... Doğan aya sen doğma ben doğayım diyecek kadar... Ebayı anlatmış aklı kıt, duyguları bol, düşünceleri sel olan ama bir türlü kendilerini gösterme maharetine haiz olmayan şu öğretmen denen zavallılara...

Eba herkesin evine kadar ulaşabilen derslermiş. Çocukları öğretmen denen varlıklar iyi yetiştiremedikleri için takviye serbest kurslar mahiyetinde bir çalışmaymış. Bu kurslarda isteyenler ana sınıfı seviyesinde çizgi film seredebilecekler (ki bu çizgi filmler bakanları çok etkiliyor traş olurken ıslıkla fon müzüğini çalıyorlarmış görenler kim bilir nasıl bir eşlik yaparlar Allah bilirmiş. İsteyenler TEOG’a hazırlanabilirler, ya da öğretmenlerin anlatmada başarısız oldukları derslerdeki eksikliklerini giderebilirlermiş. Buna Üniversite sınavlarına hazırlananlar ve ortaöğretim deslerindeki eksiklikler de dahilmiş.

Oysa ne okullar varmış gözden ve gönülden ırak, ne bakanlar görür, ne görenler tedbir alırlarmış. Tuvalerleri arızalı bu okul binalarının temeli de duvarları da öylesine çürükmüş ki, okul yüneticileri bakanlığa yazıp bilgi vermelerine karşın, gelen heyet binanın çürüklüğü yüzünden tamirirn mümkün olmadığını, el vururlarsa binaların yıkılabileceğini, bu haliyle idare edebildikleri kadar idare etmelerini söyleyip giderlermiş.. Ülkenin en gözde yerlerinde bu okul binaları varsa, diğer yerlerdekiler nasıl muhayyilesi bile zormuş. 

Hatta bu okul binalarında mescit diya ayrılan kısımların tavanından geçen tuvalet boruları patlayarak mescidi bile necis basarmış, ama yine de oralı olan olmazmış. Çünkü Eba varmış. Binalar yıkılsa da bu ağ sayesinde eğitime devam edilebilirmiş.

Sahi, dershane denilen sömürü düzenini ortadan kaldırmak için ciddi bir çaba başlatılmış. Okullarda kurslar düzenlenmiş, Ebada kurs materyalleri yayınlanmış bunların dışında herhangi bir yayınevinin meteryallerinin kullanılması ve öğrencilerden para alınması yasaklanmış ve uymayanlar hakkında yasal işlem başlatılacağı duyurulmuş. Gel, gör ki, buna ilk uymayan yine bakanların baktırdığı il müdürleriymiş. Her dönemde iki deneme sınavı yapılmasına karar veren il yönetimlerinden bazıları, ortaöğretimin bütün sınıflarında bu çalışmalarını uygulamaya koymuşlar. Hem de her okulda öğrenci başına para toplanılıp verilen hesap numaralarına yatırılmasını okul yönetimlerinden resmi yolla isteyerek. Bu emir doğrultusunda okul yönetimleri öğrencilerin sınavlara girmelerini mecburi değil, zorunlu kılıp, sınavlarda aldıkları başarıların performans notu  olarak kendilerine yansıtılacağını söylüyorlarmış. “Bu ne pehriz, bu ne lahana turşusu” diyeceksiniz, ama demeyin bunca uzmanın bir bildiği vardır çok bildiği olmasa da.

Her neyse, artık sizlere ebadi mutluluk ve huzur diliyorum. Sizler erin muradınıza biz çıkalım kerevetinize (biz de kerevet yok ya!). İyi uyanmalar sevgili milletim

5 Şubat 16

Bodrum

 
Toplam blog
: 74
: 571
Kayıt tarihi
: 24.12.07
 
 

1965 Tortum doğumluyum. Ankara Gazi Üniv. Fen Edebiyat Fak. mezunuyum. T.D.E öğretmeniyim. İki ço..