Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Ocak '15

 
Kategori
Anılar
 

Yaşadığımız zor yıllar

1945 yılı mayıs ayının başlarına gelindiğinde, ikinci dünya savaşı sona ermişti. Ama arkasından da insanları her konuda bir sürü sıkıntılarla başbaşa bırakmıştı. Ben bu savaş yıllarından etkilenmedim diyecek babayiğit aileler varsa da pek azdı. Veya varsa da ben bilmiyordum Onların temelleri de zaten sağlam zemin üzerine kurulmuştu. Olanlar fakir fukara ve gurabaya oluyordu. Ülkemiz, sıkıntılar içerisinde idi.

Elektrikli aydınlatma pek okadar yaygın değildi. Radyo dahi belirli kişilerde vardı. Biz önemli dünya haberlerini bu komşularımızdan öğrenirdik. Halkın çoğunluğu, mum, gazlambası, lüks ve. gemici fenerleri denen aydınlatma araçları ile aydınlanıyordu. O zamanlar herkesin evlerinde üç veya beş numara fitilli gaz lambaları vardı. Misafir gelmişse salon beş numaralı fitilli gaz lambaları ile aydınlatılırdı. Diğer odalardaki aile bireylerinin çoğu büyük gaz lambasının bir boy daha küçüğü ile idare ederdi. Bizim evimizde de elektrik aydınlatması olmadığından genellikle fitilli gaz lambası kullanıyorduk. Kardeşimle ben hep bu üç numara lamba ışığında oturur ve ders çalışırdık, ödevlerimizi de bu lamba ışığının altında yapardık. Işığı pek kifayet etmezdi ama buna mecburduk. Bir gün hiç unutmam,okula ev ödevi götürecektim. Üç-dört saat hazırlayıp bitimine çok az bir zaman kala, kardeşimin biraz daha fazla ışık için gazlambasının fitilini yükseltmesi neticesi lamba şişesi boğazından atmış, kırılan kızgın cam ödevin üzerine düşüp ödevimi yakmıştı. Tabii ertesi günü.ödevimi teslim edememiştim. Geceleri de ayni oda da yattığımızdan,lambanın fitilini kısar öyle yatardık Gece.ihtiyaç için kalkacak olsanız o kısık ışıktan istifade ederek giderdiniz. Lamba bir yandımı sabaha kadar sönmeyip bazen çok ışık bazende kısık ışıkla idare edilirdi. Sabahleyin kalktığımız da yanık gaz kokusu genizimizi yakardı. Biz alışmıştık bu kokulu havaya dersem inanın doğruyu söylüyordum.”Yaşadığımız zor yıllar”dı bunlar. O zaman ki şartlar buydu!

Çarşıya pazara ve okula gelip geçtiğimiz yollar o kadar da düzgün olmayıp bazı yerler stabilize ve bazı yerler ise  taş yoldu. Genellikle ağır vasıtalar, bu taş yolu kullanıyor, biz ise stabilize yolu tercih edi yorduk.  Ne kadar dikkat etsekte kış aylarında okula gelip giderken çok defa çamura bata çıka gidiyorduk.. Annemden azar işitmediğim günler pek nadirdir diyebilirim. Nice sonraları babam lastik çizme aldı da bu durumun önüne geçebildik. Halbuki ayakkabımın ve paçalarımın kirlenmemesine,  çamurlarla batmamasına son derece özen gösteren biriydim. Kar çok yağdığında da kara lastik ayakkabılar bile bir şey ifade etmiyordu. Bu ayakkabılar üst kısımdan kar aldı mı pek kullanışlı olmuyordu. Böyle zor yılları yaşamamıza rağmen, daima kendimi mutlu hissediyor ve bu mutlu insanların dünyasında yaşadığım için de son derecede seviniyordum, hep.

   Okulumuzda ise kılık kıyafete, temizlik ve ütüye çok önem veriliyordu. Bunların başında şapka ve kravat ile sakal traşı hep ön planda tutuluyordu. Aslında bizim yaşımızdaki öğrencilerde pek traş olacak sakala rastlanmıyordu ama, mezun olunca Yd.Sb. olarak askere gitmek isteyen sınıf arkadaşlarımızın yarısı sakal traşı olarak okula geliyorlardı.Çünkü onlarla aramız da yalan olmasın ama beş altı yaş fark vardı. Bu durumu bilen Baş Muavinimiz sabahları toplanma sırasında kapının önünde durup; Sen ayrıl sen ayrıl diye sakallı gördüğü arkadaşlarımızı traş olup gelmeleri için, okula almayıp geri -gönderiyordu.

Zaman zamanda Okul Müdürü tarafından görevlendirilen okulumuz öğretmenleri, kahvehanelere ve büyük kıraathanelere gece baskını düzenliyor tanıdıkları öğrencilerin kimlik bilgilerini alıp ertesi günü disipline sevk ediyorlardı. Yine Okul Müdürü ve Baş Muavinle birlikte hoca derstede olsa sınıflara aniden baskın düzenleyip sigara yoklaması yapılıyordu. Herkes ceplerinde ne var ne yoksa sıranın üzerine koysun denildi mi herşey bitiyordu. Ben bile şapkamın siperi kısa diye ceza yedim. Ahlak notumu karnemde düşük yazmışlardı. Hatta babamın bu not neden düşük diye beni sorguladığında  şapkamın siperinin kısa olmasından, dediğimi aradan yıllar geçmiş olmasına rağmen bu gün bile  hatırlarım. Bir kalem açmak için bile çakı bıçağının dışında kesici alet de taşımak yasaktı. Hoş demirhane ve tesviye bölümündeki arkadaşlarımız bu işten vareste tutuluyordu. Yasak olmasına yasaktı ama okul idaresi ne yaptı ise de buna mani olamadı.  Şimdi diyeceksiniz ki öyle iş mi olur? Basbayağı oluyordu işte.  Ben bile demirhanedeki arkadaşlarıma kaç tane kesici alet hazırlayıp vermişimdir. Onlar sıcakdemir olarak bize dövüp getiriyor,  bizler de tesviyesini yapıyorduk. Bunu önlemekte söylediğim gibi pekte kolay değildi. Çünkü bu bir arkadaşlık hizmeti idi.

Mezun olan arkadaşlarımızın yüzde ellibeşi yüksek tahsil yaptı. Yüzde onbeşi de teknik malzeme satan dükkanlar açtılar. Geriye kalan yüzde otuzu ise sanatkar işçi olarak çeşitli fabrikalarda çalışmaya başladılar. Devremizin istatisdiki durumuda kısaca buydu. Şimdi bütün bunları niçin anlattınız der gibi olduğunuzu görüyorum? Bundan maksat, yaşadığımız zor yıllardan yeni nesilde bilgilensin istiyorum! Ben çok zor şartlar altında tahsil yaptım. Bu arada çok zorluklara da göğüs gerdim. Çocuklarımıda okutup yüksek taksil yaptırdım. Ama onlara bu sıkıntıları yaşatmadım.İki çocuğumun birden üniversite de olmaları nedeniyle,isteklerini zamanında hemen karşılayamadık. Ama, genede onları diğer arkadaşlarına imrendirmedim. Bu konuda çocukları ile ilgilenen benim gibi,  nice çocuk babaları için için adeta kendilerini yiyip bitiriyor olabilirler. Ne güzel bir sevgi, ne güze bir mutluluk, bundan daha güzel bir şey olabilir mi? idi. Bunlar çok çok güzel özverili davranışlar ise de, ya imkanı olmayan bu adamcağızlar ne yapsın? Ben kendi payıma “yaşadığım zoryıllar zor” neticesinde onları düşündüğüm çok anlarım olmuştur.

Kısacası yeni bir dünyada yaşamaya başladık.Teknoloji o kadar hızlı adımlarla ilerliyordu ki onu yakalayabilene aşkolsun diye düşünürüm hep. Elektronik cihazların tamir, bakım ve servisini yapan bir arkadaşıma işlerinin nasıl olduğunu sordum. Güzel şeyler anlatmakla birlikte;- Şu rafları görüyormusun dedi. Bunlar bir ay önce aldığım tv ve bilgisayar malzemeleri! Şimdi ise fonksiyonel olmaktan çıkmış!        - Peki ne yapacaksınız, bu kadar malzemeyi? -Kullanabilirsek kullanacağız yoksa hurdaya gidecek.İşin içinden yetişmiş birisi olarak, oldukça sıkıntılı zor yılları yaşıyoruz dedi. Bir yandan yeni teknolojileri görüp seviniyorken bir yandan da çok üzülüyorum. Bu sadece benim başımda değil. Bu teknolojik çağı yaşayan herkesin başında. Zarar görecek olan yalnız biz değiliz. Bütün dünyada, bu işten İster istemez etkilenecek. Ya bu hıza ayak uyduracağız ya da oturup kara kara düşüneceğiz. Başka çaremiz de yok,  dedi. Arkadadaşıma hak vermemek elde değildi.

   Mahallemizde, 1915 Çanakkale savaşında şehit olmuş, kahraman büyüklerimizin dul eşleri vardı. Bunlar çok muhterem, çok sempatik, çok sevimli mi sevimli, yaşlı teyzelerimizdi bizim. Yakınlarından uzak, yalnız başlarına yaşarlardı. Çoluk çocuğu yokmudur bunların acaba, diyeceksiniz belkide. Var olmasına var da, yanlarında değiller. Ara sıra gelip ziyaret edip gidiyorlar. işte o kadar.

   - Babam, bir gün bana bak oğlum dedi;

   - Bu teyzelerimiz pekala sende biliyorsun ki, şehit büyüklerimizin bize bir emanetidir. Şimdiye kadar bunların hizmetini komşularımız ile birlikte hep beraber sürdürdük. Zaten zor zahmet yürümeye çalışıyorlar. Bu nedenle evden de pek dışarıya çıkamıyorlar. Ben kendi adıma bunları hiç unutmadım, her gün kendilerini ziyaret edip devamlı takip edip durdum. Bundan sonra bunların günlük ihtiyaçlarının, çarşı-pazar ihtiyaçlarının temininde sen görevlisin! Kendilerini yoklayıp ekmek alınacaksa, sen alacaksın, çeşmeden suları gelecekse sen getireceksin. Belediye ile elektrik idaresi veya bankalar ile olan yaşlılık ve şehitlik parası işlerinde yine sen görevlisin tamam mı, dedi. Para aldıkları bankanın Müdür Muavini Hüseyin bey amcanın kızı ile görüştüm.- Bu konuda bir sıkıntın olmayacak. Oğlunuz bana gelsin ben yardımcı olurum amca, demiş. Elektrik ve su parasına gelince ; Bu da çok bir şey tutmaz, ben sana veririm. Onlarıda bir zahmet yatırırsın oğlum, dedi. Yaşlı olmaları nedeniyle çok defa elektrik su parası makbuzlarını bile kaybediyorlardı. Maaş günü geldiğinde ise, hep benim yolumu bekliyorlardı. Bende bu işi zevkle yapıyordum. Onların dualarını almak ve kendilerine maaş paralarını verirken yüzlerindeki seviçlerini görmek, benim için en büyük mutluluktu diyebilirim. Bazen sobaları tüter, bazen damlarının çatıları akar, bazen de ihate duvarlarının kiremitleri uçar. Daha neler neler. Ne zaman şikayetleri olsa arkadaşlarımızla birlikte bir hazır kıta gibi isteklerini anında yerine getiriyorduk. Onların bizim için ettikleri dualar, bize yetipte artıyordu bile.

- Askerlik dönüşü  ben bu şehit eşleri teyzelerimi, ziyarete gittim. Giderken onları çok sevindirecek hediyeler de götürmüştüm yanımda! Ama gittiğimde de bu beş teyzemizden üç tanesinin vefat etmiş olduğunu, öğrendim. Birden ne yapacağımı bilemedim. Keşke bir kez daha görebilseydim diye çok hüzünlendim, çokda ağladım. Ne yazık ki ”Kadere keder olmuyordu.” Şimdi gel de, akan gözyaşımı kurut diyorlar bana,nasıl kurutacaksak? Neredeyse kendimi kaybedecektim ben! Yapabileceğim fazla bir şeyde yoktu. Sadece rahmet dileyebildim. Babam, çok üzülürüm diye bu konuyu bana açmamıştı. Daha sonra da diğer iki teyzemizi bu bozuk moral ile ziyaret edebilirmiyim acaba diye de  çok düşündüm. Fakat her nasılsa,  ayaklarım bir türlü gitmedi. Bu ölüm haberleri bende büyük bir travma yarattı. Umarım ziyaretlerine belki üç beş gün sonra gidebilir  ve onlara afiyet dileyip, ellerinden saygıyla öpebilirim...

    

 
Toplam blog
: 13
: 460
Kayıt tarihi
: 19.02.13
 
 

Ankara, Tekniker Yüksek Okulu Makine Bölümü mezunuyum. 1941 doğumlu olup, emekliyim. Günde mutlak..