Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Mayıs '16

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Yaşadığın yerin farkında ol...

Yaşadığın yerin farkında ol...
 

Yaşadığın yerin farkında ol…

Bu niyetle çıkmıştım dışarı… Bulunduğum yerin arka mahallelerini gezip, eski yerleşimleri keşfedip biraz da fotoğraflamak istemiştim. Çarşının arkasına geçip köşeyi dönünce bir grupla karşılaştım. Tam da benim niyetimi benimseyip yola çıkmışlar. Tarihi ama harap binaların önünde bir rehber oranın tarihini, yapılacak restorasyonları anlatıyordu. Girdim içlerine, dinledim. Sonrasında onlarla birlikte gezip diğer eski yerleşimleri tanıyıp, bazen eski yaşayanların ağzından, bazen belgelerden öğrenip yaşadık, gezdik birlikte ve tanıştık.

Dikili Vakfı’nın düzenlediği “Doğa ve kültür” gezilerinden birine rastlamışım.  “Dikili Kent Merkezi Kültürü ve Tarihi Gezisi”. Av. Nuri Gündüz’ün başkanlığında çok da başarılı ve özverili çalışmalar yapıyorlarmış. Kütüphaneleri tarayıp bulundukları yerin geçmişini araştırıp, tarihi dokuyu kaybetmeden binaları onarıp tekrar canlandırma düşüncesi var kafalarında. Sanat tarihçisi Çağlayan Hergül rehberliğinde bu gezileri ve çalışmaları büyük bir şevkle, canla başla yapıyorlar. Çağlayan bey akademik çalışmasını “Dikili evleri ve yöresi” konusunda yapıyormuş, doktora tezini bu konuya ayırmış. Beraberinde çok kıymetli kişilikler de tanıdım. Yazar Lütfiye Aydın’da tanyıp sevdiğim bu kişiliklerden biriydi.

Benim artık İstanbul’u bırakıp Ege’ye yerleşme zamanım gelmiş. Bu fikir uzun zamandır vardı ama insan sevdiğinden ne kadar yaramaz olursa olsun bir türlü vazgeçemez ya, hani; sevdiğinin yalanlarında hep bir doğru arar insan, sevmediğinin doğrularında da bir yalan ya hani… Benim de öyle, sevdiğim İstanbul’u terkedememek gibi bir takıntım vardı. Kader kısmet mi diyelim, artık zamanı gelmiş mi diyelim bilmiyorum ama Dikili’ye geldim, gördüm, karar verdim ve ev alıp yerleştim. Bir sene içinde oldu tüm bunlar.

Sevdim burayı… Sakinliğini, denizinin, kumsalının güzelliğini, Ege yaşantısını, en önemlisi şehirleşmemesini.  Dingin bir yaşamı özlermişim. Zeytinyağına alıştım artık başka bir yağ kullanamıyorum mesela… Örneğin İstanbul’a gittiğimde artık sıkılıyorum kalabalıktan ve özlüyorum burayı… Bir yıl adaptasyon sıkıntısıyla yaşadım evet, ama hallettim. Belki Dikili Vakfının çalışmalarına katılıp gerçek buralı bile olabilirim…

“Yaşadığın yerin farkında ol”. Broşürlerindeki bu cümleyi sevdim. Tam da benim düşüncem. Eski yerleşimleri seviyorum, hikayelerini, yapılarını, tarzlarını, yaşam şekillerini merak ediyorum, fotoğraflıyorum, yayınlıyorum. Geçen hafta Ayvalık’ın Cunda’nın eski rum evlerini, daracık sokaklarını, iç içe yaşantılarını görüp gezmiştim. Cunda’da biraz daha bakımlı ve yaşanılır kılınmış eski evler. Ticarete dönüşmüş. Butik otel, cafe vs. Ama güzelliğinden kaybetmemiş. Muhteşem bir güzelliği, sıcaklığı var Cunda adasının. Bir de doyumsuz manzarası.

Dikili’de öyle değil. Bakımsız, harabe evler, binalar. Terkedilmiş, çökmüş bazıları. Ayakta kalanlar da yalnız, çaresiz öylece duruyorlar. Örneğin; 1850 yılında Sakız’lı Aleko Pandozoplu almış o zamanın bu boş arazilerini. Ardından Sakız Adası’ndan Rum aileleri getirip yerleşmişler. Gelişip büyüdükçe yönetim el değiştirdikçe Kırım ve Balkan muhacirleri de gelmişler. Kilise kalıntıları, papazın evi denilen şimdi ayakta zor duran yapı, Rum İnas (kız) mektebi, l886 yılında  Sultan Abdülhamit tarafından bizzat inşa edilen Bahriyun Camii ve diğer klasik Rum evleri. Şimdi avlularında, odalarında başkalarının yaşadığı eski ruhun korunduğu evler. Ve 1880 lü yılların sonunda yapılan Sağlık ocağı ve Dikili Limanı da eskinin korunduğu binalardan bazıları.

Ege’de yaşamak denir ya hani büyük şehirlerde yaşayanların hayali olan… Emekli olduktan sonra şöyle bahçeli bir evin olacak Ege denizi kenarında diye başlayan hayal. İçinde çiçekler, begonviller, sardunyalar rengarenk. Denizden de hafif bir rüzgar iyot kokusunu getirecek. Doğanın sesleri eşliğinde sakin, dingin bir öğle üzeri. Güneş parlıyor, dalga sesleri mavi mavi geliyor kulağına uzaktan. Gözün alabildiğine zeytin ağaçları. Yeşilin tonları sayısız. Ayakların toprağa basacak. Asmanın altına bir masa atılacak ya da ağacın gölgesine. Akşam gün batımını izleyeceksin ufukta bir görsel şölen. Turuncuya boyayacak denizi ve gökyüzünü maharetli bir ressam. Maviden laciverde dönüşünceye kadar her an değişen renk cümbüşü karşısında afallayacaksın. Şiire kesecek her yan. Toprak kokusu burnunda, sofranda ise gülücükler, mutlu yüzler…

Eh işte… Hepsi olmasa da oldurmaya çalışmak. Akrep ve yelkovanlardan uzak anı yakalamak adına… Hayali bile bir antidepresan etkisi yapabilir…

Hayat güzel…

Sağlıcakla kalın…

Şükran Okyay  

 
Toplam blog
: 249
: 3042
Kayıt tarihi
: 19.03.11
 
 

Doğup büyüdüğüm şehirde, İstanbul'da yaşıyorum. Emekliyim. Gezmeyi, görmeyi, keşfetmeyi sevdiğim ..