Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Mayıs '12

 
Kategori
Deneme
 

Yaşadıklarımdan öğrendiğim birşey var: Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten...

“Sorarsan aşk kandedir/ Kande istersen ondadır/ Hem gönülde hem candadır/ Hiç kalmadı gümanımız” diyen Yunus’u anladık mı acaba?...

Bir yanım surlar, yüksek duvarlar; bir yanım engin deniz… Yukarıda bembeyaz pamuk bulutlar mavi gökyüzünü süslüyor… Usta bir sanatçının elinden çıkmış dünyalar güzeli ebru misali…

Bir ses duyuyorum. Belki de duyduğumu sanıyorum. Kim bilir?... Çok geçmeden yine aynı ses…

“Geçmişten adam hisse kaparmış… Ne masal şey!”

Söz yabancı değil. Ses de aşinası olduğum bir hoş seda… Neden sonra hatırlıyorum. Mehmet Akif Ersoy bu; o mütevazı, yürekli insan…

Uzaklara gidiyorum. Bir dehlize girmiş gibi. Basamaklı, kaygan, dar yolu tırmanıyorum.

“Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden” diyor Ahmet Haşim. Soluğumu tutuyorum. Hışırtıları, tıkırtıları ürpererek dinliyorum.

“Buseyle kilitlenmiş ağızlar.” diyor Haşim bu defa. Ne diyeceğimi bilemiyorum ben. Ürpertiyle sağa sola bakıyorum. Ustayı göremiyorum da. Haşim bu, vazgeçer mi?... “Vuslat demi bir kuş gibi bitâp” diyor, bulutların arkasında kayboluyor…

Güneş doğudan saldı ışıklarını garba doğru. “Sandım ki uzaklaştı yağan kar ve karanlık” diye bir ses duyuldu. Yahya Kemal Beyatlı idi bu sesin sahibi…“İnsan âlemde, hayal ettiği müddetçe yaşar” dedi üstat bu defa…

“Bir uykuyu cananla beraber uyuyanlar” diye seslendi. Cümle âlem bunu düşünürken “Velhasıl o rü’ya duruyor yerli yerinde!” dizesine soluk verdi şairimiz…

Gören göze, gönüle sınır olur mu?... “Gördüm, seni sevdim güzelim gonceyi tersin” derken Hüseyin Siret Özsever bülbüller aşka geldi…

Deniz, mehtap, yıldızlar, şarkılar ve aşk… “Yıldızların altında ibadet ne güzel şey” diyen Faik Ali Ozansoy “Aşkımdaki reng-i ebediyet ne güzel şey” diyerek tamamladı sözü…

Sevgi, sevgili, çarpan yürek, süzülen gözler. Gönül elbette her dem sevdiğini özler… Aşk ölümsüzlüktür. Bunu bilmeyen nice gönül ne aşkı ister ne ölümü... “Ölürsem yazıktır sana kanmadan” derken Orhan Seyfi Orhon kim bilir hangi duygu denizlerinde dolaşmaktaydı...

Ben, sen, o... Hepimizin yaşadığı dünya... Dünyadaki güzellikler.... Güzelliğin istenmesi, özlenmesi. Güzelliğine güvenip aşkını tehlikeye düşürenler, sıkıntıya sokanlar da var dünyada…

“Sevgilim güvenme güzelliğine” derken Kemalettin Kamu kim bilir nasıl bir ruh hâlini yaşamaktaydı? Gurbet şairimiz sevgilisinin gurbetlerde yitip gitmesini istememektedir. Bunu da karşısındakini incitmeden anlatma çabası içindedir…

“Biz topraktan, ateşten, sudan, demirden doğduk!” diye ses veren Nazım Hikmet’e ne demeli?... Bir eli uzak diyarlarda, bir eli Ergenekon’da, bir eli de Anadolu’nun bozkırlarındadır adeta…

Usta Ergenekon’da ateşle demiri buluşturup Anadolu’ya gelmekle kalmaz. Sever, sevilir, sevgilisini hatırlar özlemle: “Ne güzel şey hatırlamak seni” der şairimiz… Usul usul selamlaşır, sessiz sessiz konuşur sevgilisiyle…

Varolmak ya da olmamak. Göze görünmek ya da gözlerden ırak olmak. Üstadımız Necip Fazıl Kısakürek neler söylemiştir neler… Nice gönüllere girmiştir şiirleriyle. “Ne ışıkta gezeyim, ne göze görüneyim” dizelerini okuyup etkilenmemek, kayıtsız kalmak mümkün mü?...

Eşsiz güzellikleriyle Anadolu; kadın, erkek; çocuk; genç, yaşlı; köylü, kentli... Kekik, ıtır, reyhan; ağaçlar, kuşlar; renkler, biçimler onun şiirinin yapı taşlarıdır… Adeta kurtla kuşla, ağaçla taşla konuşan Bedri Rahmi Eyüboğlu gün gelir özel birine seslenir: “Daha nem olacaktın bir tanem/ Gülen ayvam, ağlayan narımsın/ Kadınım, kısrağım, karımsın” der. Gönlündekiler dile gelir, bir güzel şiir olur… Dilden dile dolaşır durur dünyanın nice köşesinde…

Gün gelir, “Gün Ağarırken” der usta şair, verimli insan Fazıl Hüsnü Dağlarca bir dize düşer: “Öyle seviştiler ki/ Kadın erkekte kaldı/Erkek/ Kadında.” dillerden düşmez ustanın dizeleri. Nice insan bunu bilir, bunu söyler coğrafyanın farklı köşelerinde…

Sevgileri yaşamak ya da ertelemek deyince hangimiz hatırlamaz “Sevgileri yarınlara bıraktınız” diyen Behçet Necatigil’i?... İyi mi yaptık sevgilerimizi ertelemekle? Bir sevgiyi yaşayarak çoğaltmak ya da yarınlara erteleyip hep düşlerde yaşamak. Hangisi daha güzel acaba? Bu sorunun karşılığı ne yazık ki bende yok. Sevgiyi çok bilen biri değilim zaten…

Sevgi söz konusu olunca, şiir dile gelince, İlhan Berk’i anmamak en azından vefasızlık olur. “Denize bakan evler gibiydim seninle” diyen usta kim bilir neler yaşadı, neler düşündü bu dizeye can verirken? Yeryüzünde böyle bir dize düşen başka bir söz ustası var mı acaba?...

Halim Yağcıoğlu sevgilisini bütün kalbiye öpenlerdendir: “Seni bütün kalbimle öpebilirim sevgilim.” Başka söze gerek var mı aşka dair? Bilmiyorum ben…

“Vazgeçmededir aşkın güzelliği” derken Sabahattin Kudret Aksal neler düşündü, neler yaşadı acaba?... Sevgiliye biraz kırgınlık, ona karşı yürekte biraz incinmişlik var sanki…

Özdemir Asaf “Beni çağırmadınız, kalkıp ben kendim geldim” derken, Arif Damar “Gece seni birden bire hatırladım” dizesiyle aşkını selamlar…

Evliya Çelebi bir sabah kalkar, besmeleden sonra “Şefaat ya Resulullah” diyecekken “Seyahat ya Resulullah” der. O günden sonra da dur durak bilmez. Dünya kazan Çelebi kepçe olur dolaşır diyar diyar…

Attila İlhan da “yola bir düşüldü mü ömür boyu gidilir” derken ünlü gezginimizi doğrular gibidir. Şairimiz değişiklik peşinde biridir zaten: “hep aynı manzarayı kullanmaktan bıktım usandım” derken İlhan değişmeden, gelişmeden yana olduğunu söyler bize.

Şairimiz çocuk yanının da farkındadır. Sevince çocuklar gibi saf, temiz, karşılıksız sever. Bu yüzden de acılar çeker. “çocuklar gibi sevdim devler gibi ıstırap çektim” diyen usta gün gelir “ne kadınlar sevdim zaten yoktular” dizelerini fısıldar…

“Tohum şiir yüklüydü” diyen Talip Apaydın, “Ben hiç yoruldum mu severken” diyerek dostlarla konuşur adeta…

Önemli kilometre taşlarından birinde bizi Can Yücel karşılar. Daha sohbeti koyulaştırmadan Yücel sözünü söyler: “Ben senden öğrendim deniz yakmayı.” Ben hiç deniz yakmadım oysa. Denizi severim, bir de var ki yıllardır bozkırın ortasında denizi özleyerek çile doldururum…

Sivas dolaylarında mı desem Ağlasun’da mı? Bizi kendine has gülüşüyle Hasan Hüseyin karşıladı. Çay içtik, türkü söyledik. An geldi elini uzattı şairimiz, Anadolu’daki çocukları gösterdi bize: “bak şu bebelerin güzelliğine.” Ustanın gösterdiği yere baktık. Çiçek bahçesi gibiydi. Renk renk, ışık ışık çiçekler rüzgârla birlikte şarkı söylüyordu…

Usta gönül kulağıyla dinledi bu şarkıları. Sonra ayağa kalktı, uzaklara baktı. Gözleri daldı. Doğu bir elinde Batı bir elindeydi sanki. “gün gün ile barışmalı/ kardeş kardeş duruşmalı/ koklaşmalı söyleşmeli/ korka korka yaşamak ne” dedi Hasan Hüseyin haykırır gibi. Rüzgâr sustu. Kuşlar uçtu. Fırtına dindi…

“Bir yalnızlık büyütürdün saksıda” dizesini okudu Ahmet Oktay. Başka bir şey demedi…

“O sahibinin sesi gramofonlarda çalınan şey” dedi Ece Ayhan. Sustu…

Unutmak, hatırlamak, vefa söze konu oldu… Sevdiğini, sevmediğini söyleyenler oldu. “Biliyor musun az az yaşıyorsun içimde” dedi Edip Cansever… Sevginin az az yaşanması olur mu? Ben bunu da bilmiyorum…

“Böylece bir kere daha boynunlayız sayılı yerlerinden” diyerek bir dize düştü Cemal Süreya. Bu dizeyi yanlış anlayanlar, ayıplayanlar, kınayanlar oldu ama doğru anlayanlar da vardı… İnsanlar asırlardır sevgilileriyle buluşuyor sayılı, sayısız yerlerinden…

Hacı Bayramı Veli diyarında dolaşırken bir can tanıdım, çoban çeşmesinin yanında, uzun selvilerin gölgesinde…

“Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten/ Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği” dedi ansızın… Ataol Behramoğlu’nun bu dizesini belirsiz bir zamanda okurken o dost, ay doğmuş, batmıştı. Güneş ilk ışıklarını denize göndermişti bile…

Sevdalı gönül bunu söylemekle kalmadı. “Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var” dedi. Arzuyla, aşkla sürdürdü sözlerini:“Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına/ Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır/ Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana”… Behramoğlu’nun şiir ikliminde dolaştırdı bizi can…

Rüzgâr bir şarkı söyledi denizdeki dalgalarla beraber: “koskoca bir ağaç görüyorum/ufacık bir tohumda/ o ne ağaç ne tohum/ om mani padme hum”…

Asaf Halet Çelebinin söyleyecek sözü vardı elbette: “ben bir meyveyim/ ağacım âlem/ ne ağaç/ ne meyve/ ben bir denizde eriyorum”…

Not: Dalgınlığım sonucu, bu yazı kısa bir süre dizgi ve noktalama yanlışlarıyla yayınlanmıştır. İlgililerden ve siz değerli okurlarımdan özür dilerim...

 
Toplam blog
: 54
: 877
Kayıt tarihi
: 30.06.10
 
 

Kamu yönetimi alanında yüksek lisans yaptım. İletişim, medya sektöründe çalışıyorum... Yazmayı se..