Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Ekim '18

 
Kategori
İlişkiler
 

Yasak Elma mı, Lekeli Elma mı

Yasak Elma mı,  Lekeli Elma mı
 

Lekeli elma tercihimiz olmalı.....


Doğum yılı eskilerin söylemiyle "tevellütü" 40'lı, 50'li, 60'lı ve hatta son vagondan yakalamış bile olsalar 70'li, 80'li olanlar; özellikle son yıllarda aynı yakınmayı sık sık dile getiriyorlar :  Aaaahhhh... Nerde o eski yılların güzelliği.

 Komşuluktan tutun da, aile ilişkileri, oyunlar, sosyal yaşantıdaki çıkarsız birliktelikler;  kısacası tüm yaşantımız.

Önce televizyon girdi evlere; sohbetlerin, sorun çözümüne odaklı iletişimlerin yerini, diziler, filmler, yarışmalar aldı. Sonraları bilgisayar ve cep telefonu . En yakınlarımız uzaklaşırken en uzaktakiler yakınımız oluverdiler. 

Ben bu son "arkadaşlar"ı  ilaçlara benzetiyorum. Doğru ve isabetli kullanıldığında hemen tüm sorunlarımıza derman olabilecek güçteler.  Dünyada, ülkede neler oluyor , ben  kimim, toplumdaki yerim nedir, nasıl kendimi hayata daha iyi bir şekilde adapte edebilirim sorularına cevap bulacak şekilde bu teknoloji harikalarından yararlanmasını becerebiliyorsak ne alâ .  Hiçbir yararı olmayan oyunlardan, hiçbir amacı olmayan "geyik"lerden ya da genel kabul gören ahlaki değerlere uygun olmayan sitelerden başımızı kaldıramıyorsak yanlış ilaç alıyor, yanlış tedavi görüyoruz demektir. 

Japonlara bu yüzden bayılıyorum.

İnsanlar küçücük bir adada,  üstelik iki bombardımandan sonra harap bir ülkeden, dünyaya kafa tutan teknolojik buluşlarıyla en saygın ülkeler arasında yerlerini aldılar. Buna karşın geleneklerinden atalarından aldıkları aile ve sosyal yaşantı disiplininden asla taviz vermediler. En zengini bile 60 metrekare evde oturuyor, bisikletlerini tıpkı bizim çok önceleri kilitsiz kapılı evlerde oturduğumuz gibi öylece kilitlemeden ayrılmış yerlere koyuyorlar. Deprem anında bile asla emniyet şeridini ihlal etmiyorlar. Bunları ana okulunda başlayan tutarlı ve geleceği planlayarak verilen EĞİTİME borçlular . Bir de az önce sözünü ettiğim geleneksel "insana saygı" prensiplerine bağlı olmalarına.

Biz ne yapıyoruz...  Kredi kartını bedava alış veriş için verilmiş belge olarak görüyoruz. Kazancımızın çok üstünde harcama yapıyor sonra da "yetmiyor" diye bunalıma giriyoruz. Ha;  ülkenin yanlış yönetiminden dolayı haksızlıklar yaşanıyor , emeğin karşılığı alınmıyor, insanlar sömürü düzenine isyan ediyor  o başka bir konu. 

Toplumumuz tam anlamıyla bir "sonradan görme" olgusu içinde.  Herkes ne iş yapıyorsa onu layıkı ile yapsa, geleneklerimizin esası olan  saygı/sevgi, hoşgörü çemberinden çıkılmasa, çalıştığı ve hak ettiği kadarına razı olup kanaat etmeyi düstur haline getirse ne çok şey değişirdi ülkemizde.  Bizi idare eden gücü suçlamaya hakkımız olurdu o zaman.

  KURAN'da da  yüce yaradan ,  "Siz nasılsanız, öyle idare edilirsiniz"  diyerek  yönetimdekilerin de aynı toplumun içinden geldiklerini hatırlatıyor bize.

Peki hep dile getirildiği gibi , "Biz hangi arada; böylesine duyarsız,birbirinin ayağına basarak yükselmeyi hedefleyen,çıkarı olmadan elini oynatmayan, tam tersine üç kuruşluk menfaat için en yakınının ayağını kaydırmakta beis görmeyen, hiç ölmeyecekmiş gibi daha fazla, çok daha fazla kazanmak arzusu ile yanıp tutuşan adeta sihirli bir el tarafından "afyonlanmış" bir toplum olduk...

Bu fitili ilk ateşleyen; sorumsuzca  ve  toplumun dengelerini hesaplamadan salt daha fazla reyting almayı hedefleyen televizyon dizileri oldu.

Siyah beyaz televizyon ve renkli televizyonun ilk yıllarında " küçük ev " gibi aile ilişkilerindeki sağlamlığın önemine vurgu yapan " köle İzavra" ile Amerikan toplumunun ayrımcı ırkçı tavrını eleştiren yabancı diziler vardı. Sonraları yerli diziler ekrana gelmeye başladığında, yine aile kavramına dikkat çekici, "süper baba" komşuluğun önemini anlatan" Perihan abla", apartman yaşamının artı ve eksilerini sıcacık bir anlatımla ekrana getiren, tüm aile efradını bir araya toplayan" bizimkiler"... Daha bir çokları... 

Günümüzdeki dizilerde ise en çok dikkatimi çeken unsur; dizideki baş rol oyuncularının aynı anda iki partnerinin olması . Üstelik YASAK ELMA"da olduğu gibi  bırakılan eşe tekrar dönme, olmadı bir öncesine kur yapma iğrençliklerin sergilenmesinin  benim gibi birçok insanı rahatsız ettiğini biliyorum. Bizim gibi "belli yaşlara gelmiş" olanların yanı sıra, henüz genç fakat bilinçli bir kitlenin de bizlerle aynı düşüncede olduğu kanısındayım....  Yine bu dizide olduğu gibi  üst düzey sosyal sınıfın; toplumda" sosyete" diye adlandırılan, büyük çoğunlukla toplum değerlerini hiçe sayan  "krem" tabakanın yaşantılarından kesitleri izleyenler adeta uzaylıların dünyasında buluyorlar kendilerini.Elbette "neden" sorusu daha bir öfke ,isyan, kızgınlıkla soruluyor. Neden bu uçurum? Bir bize bak bir onlara diyor izleyen...

Özellikle genç dimağlarda oluşan  tahribatın vebali sanırım en çok yapımcıların üzerinde olacaktır. 

"O zaman sen niye izliyorsun" diyebilir, bizimkilerin bana yönelttiği soruyu sorabilirsiniz.  Hani meşhur bir deyim vardır  " ununu elemiş eleğini duvara asmış" diye. İşte o sebepten, bana bu saatten sonra hiçbir getirisi götürüsü olmayacağı açıktır. Günün yorgunluğunu, haber saatlerinin iç karartan havasını üzerimden atmak ve başladıktan sonra" bakalım ne olacak" merakımı gidermek maksadıyla ben de izliyorum.

"Yasak elma" lar;  sıradan ,olabilir, herkes yapıyor ben yapsam ne olacak algılamasını yerleştiriyor topluma özellikle de genç kesime... Hatta dayatıyor diyebiliriz. 

  "Yasak elmalar" üzeri parlak ama içi zirai ilacın yoğun kullanıldığı, son dönemde tercih edilmemesi konusunda uzmanlarca sıkça uyarılan elmalara benziyor. 

Bizim tercihimiz; üzeri lekeli hatta kurtların uğradığı  fakat lezzetli; sonrasında zarar yerine yararı olan elmalardan yana olmalı... 

 

 
Toplam blog
: 307
: 1382
Kayıt tarihi
: 08.08.07
 
 

Emekli Türkçe öğretmeniyim.Şimdi Marmara Üniversitesi bünyesinde bulunan, Atatürk Eğitim Enstitüsü ..