Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Kasım '13

 
Kategori
İlişkiler
 

Yasak Yaşamlar

Yasak Yaşamlar
 

 

“Her insanda bir cinsiyetten diğerine bir salınım vardır ve genelde asıl cinsiyet yüzeydekinin tam tersiyken, erkek ya da dişi kimliğini belirleyen sadece giysileridir.”

Virginia Woolf / Orlando                                              

Birden billur bir kadeh kırılganlığına dönüşüvermişti duyguları. Sebebi O’nun yokluğu muydu gerçekten? Yoksa bir erkeği kendisine tercih edişi miydi onu bunca üzen?

“Doğrusu bu!” demişti giderken.  

 Doğru?

 Neyin doğrusu? Neye göre, kime göre doğru?

 Başkalarının doğrusuna göre yaşamak ağır bir yük gibiydi omuzlarında. Kendi yaşamını kendine göre yaşamak istemesi neden kocaman bir yanlış olarak dikiliyordu karşısına?    Neden sahip çıkamamışlardı birlikteliklerine?

Hep savunmayla geçen bir savaşı kazanamazsın!” demişti giderken.

 Galiba haklıydı.

Dışarıdakilere hep bir şeyleri kabul ettirmeye çabalamaktan yorulmuştu O’da. Duyguların tükenişi dedikleri bu olmalıydı. Her şeyin tükendiği, bittiği yerde hayata kaldığı yerden devam etmenin olmazlığını yaşıyordu. Yalnızlığıyla baş başa kaldığında bunu hak etmediğini düşündü. Yeryüzündeki milyarlarca insandan biriydi ama onlar gibi yaşamını kendi seçme özgürlüğü yoktu, hiç olmamıştı. Birileri tarafından hep kullanılmış olması, artık kendini korumaya almanın zamanı geldiğini göstermiyor muydu?

Kendisini hemcinslerine yakın hissetmesi bir tür korunma içgüdüsü müydü?

İnsanlar neden farklı doğruların da olabileceğini kabul etmiyorlardı?

Doğrunun tek ve değişmez olduğu gerçeği herkesin işine geldiği için mi?

Toplumun değer yargılarını denetim altında tutmak, sorgulamaktan kolay olduğu için mi? Yoksa, insanların nasıl mutlu oluyorlarsa öyle yaşamalarından duyulan etik kaygılar için miydi tüm karşı koymalar?

 Ama haksızlıktı bu!

 Doğru ya da yanlış, insan kendi seçimini yaşamak özgürlüğüne sahip olmalıydı.

 Birlikte yaşayacağı insanın cinsiyetini toplumun belirlemesi kişilik haklarına saldırı değil miydi? Sınırlarını kendi çizdiği ülkesinde yabancı gözlerin yatak odasına kadar girişini asla kabullenemiyordu. Ünlü ahlak felsefecisi bile,”Ahlak, bireylerin iyi bir yaşama sahip olmalarına aracılık etmek için vardır, onlara, gerektiğinden daha fazla karışmak için değil. Ahlak insan içindir, insan ahlak için değil” * demiyor muydu?

O halde?

Herkese uygun bir çözümü asla bulamayacaktı. Başkalarını mutlu etmek uğruna yaşamını bir karabasana dönüştürmenin de bir anlamı yoktu. Böyle bir yaşam sürdürmektense, tek çıkışa doğru yürümek en doğrusuydu galiba. Bu fikrin doğru olup olmadığını tartışacak durumda değildi. Bir robot hareketliliğiyle ecza dolabından aldığı iki kutu ilacı bir bardak suda eritti.

“İşte bu kadar!” dedi içinden.

 “Biraz sonra derin bir uyku ve perde!”

Son sahneye hazırlanmak meğer ne kolaymış. Her şeye rağmen, yaşamı tercih ettirecek bir yönü olmalı ölümün.

Belki de bilinmeze doğru yol alırken geriye dönüp bakmak, hayatın kendisine beklediği eli uzattığını görmek istiyordu farkında olmadan. Bardağı dudaklarına götürürken buna hazır olmadığını hissetti.

İçindeki öteki ben ölüme direniyordu.

Çözümün bu olmadığını anlatmak istiyordu ona.

 Elindeki bardağı pencereden sokağa fırlattı. Ölümün, cam kırıkları arasından asfalta yayılışını seyretti uzunca bir süre. Ölüme karşı, öteki insanlara karşı güçlü olmalıydı. Sokaktan geçenlerin durup ona bakmaları umurunda değildi.

Umurunda olmamak…

Anahtar sözcük buydu işte!

Dudaklarında beliriveren gülümseyiş içine doğru ılık ılık aktı.

Kararını vermişti.

Neyse o olacaktı, nasıl hissediyorsa öyle yapacaktı. Bir yanıtı hep olacaktı bedenini, davranışlarını, yaşamını sorgulayanlara.

“Ben buyum!” diyebilecekti. Yaradılışındaki imalat hatasının tek suçlusu kendisi değildi elbet! 

 

Sokağın köşesindeki barın ışıkları davetkar bir bakış gibi çağırıyordu onu. Ruhunu sarmalayan tüm sıkıntılarla vedalaşıp dışarı çıktı. Nemli rüzgar, avuçları terli bir sevgili gibi okşadı yüzünü. Gece, tüm yasakların, tabuların, olmazların üzerine omuzlarındaki siyah dantel şalı örtüvermişti.

Barın kapısında kısa bir tereddüt geçirdi.

Bu saatte yalnız bir kadın!

Omuzlarını silkti, içeri girip kendine bir kadeh kırmızı şarap ısmarladı. Loş ışıkta barın diğer ucunda oturan genç bir kadının kendisine gülümsediğini farketti.

O da gülümsedi…

 

 

*William Frankena / Etik

 

 

 

 
Toplam blog
: 235
: 2079
Kayıt tarihi
: 26.09.07
 
 

Burada yazarken kim olduğumuzun, ne olduğumuzun bir önemi olmadığını düşünüyorum. Önemli olan yaz..