Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Mustafa Çifci Aşk Yazarı

http://blog.milliyet.com.tr/mustafacifci

29 Nisan '14

 
Kategori
Dostluk
 

Yaşam bir sır değil midir?

Yaşam bir sır değil midir?
 

İnsan kimi zaman dostlarını ziyaret etmeli.

Hatta uzun zaman görmediği ama hep gönlünün bir köşesinde yaşattığı yakınlarının bir gün ansızın kapısını çalmalı.

Hele hele saygı duyduğu, ona karşı hep içten bir bağlılık yaşadığı büyüklerinin hal ve hatırlarını sormayı hiç mi hiç ihmal etmemeli.

Değer verdiği ne varsa sahip çıkmalı.

Çünkü hayatımıza ne kadar çok değerli insan girerse yaşantımızda o kadar “değerli” oluyor. Örnek alınan güzel şeyler güzel etki yapıyor.

Birçoğumuz bu ziyaret olayını yeterince yerine getirmiyor hep bahanelerin ardına sığınıyoruz. Hep özlemini çektiğimiz, birçok güzel şeyleri hep gelecek günlere erteliyoruz. Özlenen birçok şey yine özlem olarak kalıyor. Çünkü hayat hızla akan bir nehir gibi... Ve bizler bu nehirde iyi yüzmesini beceremiyoruz. Birçoğu yarı yollarda perişan olurken, birçoğunun kayığı yolda su alıyor. Birçoğu da batıyor. Birçoğu da başkalarının kayıklarında sahile erişiyor. Hileli ve aldatmacalı olsa da gemisini yürütenlere kaptan deniyor. Birçok şey de anlaşılmadan sır olarak yok oluyor.

Zaten yaşamın kendisi bir sır değil midir?

Yarının ne olacağını ya da bir kaç saat sonra başımıza ne geleceğini bilmek mümkün mü? Elbette hayır.

Çünkü sabah evden çıkıp işe giderken başına balkondan düşen bir saksıdan dolayı insan ölebiliyor. Elbet yaşam bir sır yumağı!

Ama ne ilginçtir ve ne gariptir ki, bir gün her şeyin biteceğini, yaşadığımız güzel günlerin bir gün sona ereceğini bildiğimiz halde, bütün bunları unutup, sanki bu hayat bizim için sonsuzmuş gibi hiç düşünmeden öylesine yaşıyoruz. Durumumuz iyi ve günlerimiz hoş geçiyorsa yakın arkadaşlarımızı, dostlarımızı, aile yakınlarımızı, çocukluk arkadaşlarımızı hiç aramaz ve aramak ihtiyacını da hissetmeyiz. En gerekli olan yardımlaşma ve güzel ilişkiler en sonra gelir. Tıpkı insan sevgisinin ve aşkın günümüzün yükselen değerler arasında yer almadığı gibi. Aile toplantılarında anılardan daha çok yatırımlardan, borsa ve döviz kurlarından konuştuğumuz gibi. Oysa o kadar önemli ve lüzumlu ki bu ilişkiler…

Galiba biz insanlar tam olarak büyüyüp adam olmadık. Birey olarak da kendi doğru yolumuzu bulamadık. İnsanları tam sevemedik. Doğayı tam sevemedik. Kendimizi tam sevemedik. Hep yarım ve eksik kaldı bazı şeyler.

Şimdi gecenin içinde yüreğimi hüzün sarmışken yarım kalmış özlemlerimi anımsıyorum. Doyamadan kaybettiğim sevdiklerimin acı yokluğunu damarlarımda hissediyorum. Yaşanıp biten aşklarımı anımsıyorum.

Kendi aşklarımdaki duygularımın savrulmasını köy romanlarındaki aşklara benzetiyorum.  Meğerki ne güzel anlatılmış eski romanlarda aşk hikâyeleri ve hayatın gerçeği. Zengin aile erkek evladının hizmetçi kadına olan şehvet duygularını... Ama davulun dengi dengine çalmadığı durumlar o kadar çok olmuş ki… Zorla bir şeylerin yapılamayacağını, yapılsa da zorla güzelliğin mümkün olmadığını. Zorla yapılan her güzelliğin bir zaman sonra çekilmez bir hal alacağını. Bir tarafta zenginliği ve kültürü bir arada barındırmaya çalışan bir aile ve şımarık bir genç, diğer yanda ne istediğini bilemeyen, hayallerinde yaşayan fakir kız. Bir yanda kendini beğenmeler, bir yanda hor görmeler…

Oysa zenginlik dediğiniz her şey,  eğer ki eğitimle ve insan sevgisiyle, insan olmanın vasıflarıyla örtüşmüyorsa elbette sonradan görmelerin ve nankörlüğün egemenliği altına girecektir. Çünkü o filmlerde yaşanan aşk değil, sadece cinsellik olduğu gerçeğiydi. Çünkü gerçek sevgi olmadan hiçbir şey tamam olmaz. Her şeyin gelip geçici olduğu bu yaşamda, hayatın zevk alma duygularından sadece ve sadece bir tarafıdır cinsellik. Bir bütünün parçaları gibi. Çünkü parçalar bütün olmayınca tamam olmayan bir şeyler kalıyor hayatın her alanında.

Güzel insanlar çoğunlukta olmuş olsalar da bazen kötü, cimri, bencil, düşüncesiz hep kendini düşünen insanlarda vardır. Ve bu tür insanlar her yerde karşımıza çıkabiliyor. İş yaşantımızda, hatta oturduğumuz apartmanlarda. Ne kadar iç içe, ne kadar yan yana olsak da, oturduğumuz evler ne kadar çok katlı olmuş olsa da,  aslında o çok katlı odaların birçoğu yalnızlık dolu... O odalarda sadece günü kurtaran ilişkiler yaşanıyor. O odalarda, gözyaşını ve hüznü bulmak hiçte zor değil. Çünkü o odaların çoğunda, insan kendi yalnızlığını yaşıyor. Ve insanlık tarihi milyarlarca yıldan söz edilse de henüz ortak bir anlaşma yolu bulunmuşta değil.

Ne olursa olsun, her şeyin bir sonu var.

Bir gün bizimde, bizim hayatımızın da bir son günü olacağı gerçeği gibi...

Yaşam ise bir armağan gibi....

Cenneti ve cehennemi kendi dünyamızda yarattığımız gibi.

Sevdiklerimizi zamansız kaybettiğimiz gibi.

Güzel günlerin kıymetini bilemediğimiz gibi…

Yaşamın bir sır olduğunu çözemeden…

 

 [Bu yazı 12.09.2003 tarihinde - Hürses Gazetesi’nde yayınlanmıştır.]


 AşkYazarı MustafaÇifci®www.mustafacifci.com 

 
Toplam blog
: 297
: 523
Kayıt tarihi
: 16.04.13
 
 

Yazılarında insanı derinden etkileyen yoğun bir duygusallık, hüzün, karamsarlık ve yalnızlık vard..