Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Nisan '12

 
Kategori
Çevre Bilinci
 

Yaşam teleskopumuz sona yöneldi

Yaşam teleskopumuz sona yöneldi
 

Güneşi öpen gri, asık suratlı bulutların kavgası uzun sürerdi hep. Ufku kararan şehrimizi cızırtılı maytaplarla aydınlatan gürültü yerini iri gözlü yağmurlara bıraktığında saklandığım evin en kuytu köşesinden çıkar, pencereden doyumsuz güzelliği seyre dalardım. Her yağmur yağışında aynı tekerleme dilime dolanır, arap kızının rolüne bürünüp büyük bir ivmeyle mahallemizi yıkayan sellere gözüm takılır kendimi unuturdum...

Her ne hikmetse annemin camları parlattığı gün gök gürültülü, şimşekli yağmur yağar, kamçı gibi camları döven gümüşi damlacıklar hiç leke bırakmadan neşeli adımlarla denizlikleri tramplen gibi kullanıp, bahçeyi bütünüyle kaplayan ağaçların üzerine düşmek için birbirleriyle yarışa girerlerdi. Ne çok severdim henüz tertemiz; günlerdir içi susuzluktan kavrulmuş toprağın doyasıya içtiği yağmurun tenekeyle kaplı çatılardaki tıplayan sesini… Suya doymuş toprağın amber kokulu buğusunu…

Güneş aniden saklandığı öfkesi geçmiş bulut kümelerinden sıyrılır; yağmurun attığı cila ile yedi rengi saçan ebemkuşağı tüm haşmetiyle kucaklardı asumanı. Ninemin içi dışına çıkmış masallarından aşina olduğum bu renk cümbüşünden geçip, henüz kötülüklerle, hastalıklarla tokalaşmayan çocuk ruhumla bol bol oyuncağa sahip olmayı dilerdim…

O zaman ki yağmurlar şimdiki gibi bulanık değil pırlanta saflığındaydı. Kovalara biriktirilen küçük su baloncuklarıyla saçlar durulanır; ipeksi yumuşaklık, lame parlaklık elde edilirdi.

Gökyüzü bile daha berrak, nebatat renk kartelasına inat daha canlıydı. Ormanların florası çeşitli, denizlerin verimi bereketliydi. Terkozlardan akan su gürül gürül ve kaynağın gözünden içilen suya eşdeğerdi.
Ve biz üredik, çoğaldık... Bitki ve hayvanların yaşam alanlarına tecavüz edip; tabiatın terazideki muhteşem dengesini yok ettik. Doğanın insanoğlundan aldığı intikamı kaderden sayıp yüzsüzlüğümüze kılıf uydurduk…

Yapılan bilimsel araştırma verilerine dayanarak; bilim adamlarının bitmez, tükenmez uyarılarına kulağımızı tıkayıp, bildiğimiz yoldan bir milim bile sapmadık…

Kutupların erimesi sonucu fok balıkları ölecekmiş, denize kıyısı olan şehirler, ada devletleri sular altında kalacakmış…

Bilinçsizce avlanan hayvanların nesli tükenecekmiş…

Göller kuruyup çöl olacakmış; su kaynakları kirlenip hastalıklar çoğalacakmış hatta kuruyup aç ve susuz kalacakmışız…

Ormanlar seyrekleştikçe sele, erozyona maruz kalıp zehir solumuş ciğer gibi kalakalacakmışız…

Kirlettiğimiz ve dip trolüyle ortamlarını silip, süpürdüğümüz deniz mahsulleri ve derya kuzuları bitecekmiş…

Sera etkisi yaratacak doğaya düşman deo, parfüm, spreyleri kullanarak, egzoz ölçümlerinden kaçarak, fabrikalardan kirli, sarı dumanları havaya saçarak asit yağmurları yağacakmış; mevsimlerin huyu değişip termometreleri çatlatacak aşırılıkta sıcaklık, soğukluk olacakmış…

Su havzalarını, dere yataklarını, ormanlık yeşil alanları, sahil şeritlerini imara açıp, betonla donatarak; her türlü afette tüm kusurlarımızı örtüp, yaradana sığınarak, suçu diğerine atarak sorumluluğumuzdan kaçacakmışız…

Bu günümüze sahip çıkamazsak yarın diye bir şey olmayacağı insanlığın umurunda mı?

Ama ben pırıl pırıl turkuvaz kubbede asılı kalmış ruhumu dinlendiren renkli tacı; ışıltılı, bereketli lacivert denizi, baş döndüren yeşile doymuş ormanların faunasını, henüz kirlenmemiş yağmurların çocuksu saflığını çok özledim…

Ya siz…?

 

 
Toplam blog
: 64
: 325
Kayıt tarihi
: 25.11.11
 
 

Öğretmenin, öğrenmenin yaşı yoktur felsefesine inanan öğretmenim. Yıllarca okuyarak belleğimde ol..