Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Mart '18

 
Kategori
Öykü
 

Yaşamak İçin Öldük

Yaşamak İçin Öldük
 

Bir şehit evi.


Küçük şirin bir köy vardı, mis gibi kokan çamların arasında. Sabah güneşin ilk ışıkları yansırken dağların doruklarından sessizliği, horozların ilk ötüşleri huzur veren kuş cıvıltıları ve köyün içinden usul usul geçen şırıl şırıl derenin sesi bozardı. Ağıllarda inekler, keçiler beklerdi sütlerini verebilmek için bebeciklere ve çimenlere şöyle yayılıp karınlarını doyurmaya. Güneş göğe doğru yükseldikçe sesler yavaş yavaş artar odun ateşinde pişmiş mis gibi ekmeğin kokusu yayılır ortaya kurulmuş yer sofrasına dizilirdi uyku mahmuru çocuklar.

Ali ve ailesinin evi de böyle bir evdi. Küçük bir bahçesi , sıvasız duvarları yer yer yosun tutmuştu. Tahtadan kapısı her girip çıktıkça sızlardı sanki yaşlanmış tahtaları. Ali ve beş erkek kardeşi kuruldular sofraya. En büyükleriydi Ali. Koskoca bir delikanlı olmuştu artık. Abi olmuştu kardeşlerine.

 -   ‘’ Elinizi yüzünüzü yıkadınız mı bakayım ‘’ diye sordu.. Veysel atıldı hemen
 -   ‘’ İlk önce ben yıkadım abi ‘’
 -   ‘’ Aferin Veysel’im ‘’ dedi.  Ve devam etti. ‘’ Ben askere gidince abilik yapacaksın kardeşlerine ‘’
 -  ‘’ Tamam abi ben çok iyi bakarım onlara sen hiç merak etme ‘’,

Babaları Hasan gururla bakıyordu onlara. Bir kız evlatları olmamıştı eşine yardımcı olacak. Ama aslan gibi altı oğlu vardı. ‘’ Abiniz haftaya askere gidiyor, artık siz bana yardımcı olacaksınız çocuklarım ‘’ dedi.

Ali’nin ise içi içine sığmıyordu. Biliyordu zor bir görev onu bekliyordu ama çok da gururluydu. Annesinin usul usul gözyaşı döktüğünü görünce dayanamadı. ‘’ Anacığım niye ağlarsın, bu benim görevim. Vatanım, milletim bana emanet, biz olmasak nice olur bu ülkenin hali , sen üzülme gurur duy oğlunla, sapasağlam gidip gelecek. Hani sana söz vermiştim ya. Dönünce seni İstanbul’a götüreceğim, o resimlerde, televizyonda gördüğümüz vapurlara bindirip , mübarek camileri ziyaret edeceğiz. Annesi sildi gözyaşlarını usulca. ‘’ Aslan oğlum sen bir gidip gel, şu görevini yap Allah’ın izniyle. Ben başka bir şey istemem ‘’ dedi. Ali’nin içine çoktan  bir taş oturmuştu. Göğsünün orta yerine ağır bir taş. ‘’ Haydi herkes iş başına , çok işimiz var ‘’ dedi. Çocuklar sofradan kalktılar tek tek. Ortanca oğul Ahmet atıldı aradan.

-    ‘’ Abi ben de gelecek miyim acaba İstanbul’a?  Bizi de götürür müsün? ‘’ diye sordu.
-    ‘’ Aslanım hiç bırakır mıyım sizi ? Hepimiz birlikte gideceğiz.

Ahmet büyük bir sevinçle ‘’ Yaşasıııın ‘’ diye çığlık attı. Ve hemen dışarı fırladı tavuklara yem vermek için. Çünkü, bu onun göreviydi.

Ve bir hafta su gibi akıp gitmişti. Abilerinin askere gitme vakti gelmişti.  Her askere giden evlat gibi arkadaşlarıyla eğlendi. Bir gün önce kınalar yakıldı, o silah tutacak ellere. Davul zurnalarla yolcu edildi bizim Ali.  En küçük kardeşleri Mehmet henüz yedi yaşındaydı. ‘’ Anne bende gidecek miyim askere ? ‘’ diye sordu yarı mahzun  ses tonuyla anasına.‘’ Elbette Mehmet’im  sen ve kardeşleriniz hepiniz gideceksiniz Sağ salim gidip gelmek nasip olur inşallah ‘’ .

Anasının yüreği  bu sözleri söylerken  inceden inceye sızlıyordu. Baba Hasan ise her baba gibi hem gururu hem de gururdan akıtamadığı gözyaşlarını akıtarak ‘’ Yavrum Allah yardımcın olsun ‘’ dedi  usulca mırıldanarak.  Günler gelip geçti. Ara sıra arıyordu Ali telefonla ailesini. ‘’ Anam , babam ben çok iyiyim. Sizi ve kardeşlerimi çok özledim ‘’ diyordu ve köyün delisi Emin’i bile soruyordu, nasıl iyi mi diye…

Kezban Ana ise ne uykuları  eski uyku ne de yedikleri , içtikleri eski tattaydı. ‘’ Benim bu  yürek sızım hiç bitmez., beş yavrum daha var vatanı korumaya ‘’ diye iç geçirdi. Ve günler eskisinden daha uzun, daha zor bir altı ay geçti.  Havalar soğudu, ve yapraklar düşüyordu ağaçlardan. Soğuk ve rüzgar pencere kenarlarından inatla içeri girmek uğulduyordu dışarda.

Dışarıdan bir araba gürültüsü geliyordu. Çok da yoktu hani köyde araba. Hasan doğruldu yerinden. ‘’ Hayırdır inşallah ‘’ deyip pencereye koştu ve peş peşe gelen askeri araçları gördü. Ama yerinden bir santim diye kımıldayamadı. Küçük Mehmet ‘’ Baba kim onlar ? ‘’ diye sordu. Aynı anda Kezban Ana koştu. Ve elindeki tabakları fırlatıp kapıya seğirtti.

Tam da kapının önünde durmuştu arabalar. Ama içindeki yüksek rütbeli, bol apoletli subaylar içinden çıkmak istemiyor gibiydi sanki. Deli gibi bağırdı Kezban Ana. ‘’ Oğluma bir şey mi oldu ? ‘’ diye sorabildi sadece.Kezban Ana o sessiz duruşlardan anladı ilk göz ağrısı oğlunun şehit olduğunu. Hasan çivilenmiş gibi duruyordu kapıda. Çocuklar ise şaşkın şaşkın bakıyordu yan yana dizilmiş. Ve  o ağlaşmalardan anladılar ki abileri uçmuştu cennete. Hasan’ın ağzından tek bir cümle çıktı. ‘’ Vatan sağ olsun ‘’.

Günler geçti böyle. Ne güneş eskisi gibi doğuyor, ne de çiçekler eskisi gibi açıyordu. Hasan bir gün bütün karısını ve çocuklarını topladı. ‘’ Hazırlanın bakalım. Yarın İstanbul’a gidiyoruz‘’ dedi.  Kezban kocasının yüzüne yarı ağlamaklı bakıp ‘’ Alim’ siz mi ? ‘’ diye sordu umarsızca. Hasan ‘’ Oğlumun isteğini ben yerine getireceğim. Bu yavrumun bana bir vasiyetiydi hanım ‘’ dedi.

Ve ertesi gün hepsi İstanbul’a gitmek için yola koyuldular. Vapurlar geçerken boğazın hırçın sularına Kezban’ın gözyaşları karıştı. Camilere gidip dua etti, şehit oğlu için.  Bir Türk anasına yakışır metanetle ‘’ Sen rahat uyu canım yavrum. Benim beş aslan gibi yavrum daha var bu vatanı koruyacak. Allah’a emanet ol kınalı kuzum ‘’ dedi.

NİLGÜN KOÇ

 

 
Toplam blog
: 9
: 160
Kayıt tarihi
: 04.02.18
 
 

Denizli doğumluyum. Önce Dokuz Eylül Meslek Yüksek Okulu'nu daha sonra Anadolu Üniversitesi İşlet..