Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Eylül '10

 
Kategori
Felsefe
 

Yaşamın belirsizliklerini kabul etmek, korkuyu aşmak

Yaşamın belirsizliklerini kabul etmek, korkuyu aşmak
 

Herkesin hayatı kontrol edilebilir, çünkü hayatı yaşamanın yolu sevgiden geçmiyorsa korku kontrolü ele alır. Sevgi dolu olmayan bir yaşam, yaşam değildir. Korku dolu olan bir insan sertleşir, kökleri kurur.

Sevgi yoksa korku kaçınılmazdır. Cesaretin yokluğu, korkunun ipleri ele almasına neden olur. Devletler, ordular, dinler, amirler bireyden saygı ve anlayış beklemez, itaat bekler. Onlar sorgulanmak istemez, onlar aslında sevginin yokluğunun ispatıdır. İnsan eğer gerçekten özgür olsaydı, aydınlansaydı bunların hiçbirine ihtiyaç kalmazdı. Sen basitçe kendini varoluşta solurdun.

Sevmeyi öğrenmemişsen korkuyu her zaman yanı başında bulursun. Ya sevgiyle gerçekten yaşarsın ya da korkuyla hayata adım atacağın hep o “bir günü” beklersin. O hep yarındır ve o yarın asla gelmez. Nasıl gelebilir ki... İçinde hiç merhamet, hiç minnet yok, varoluşa sunabileceğin hiçbir şey yok.

Ama seversen, sevmenin güneşi doğarsa korku kaybolur. Korku, gölgeden, karanlıktan başka bir şey değildir. Tüm korkular öyle ya da böyle sonuçta ölümle ilgilidir. İlk başta bakınca korkular sayesinde insanın hayatta ve tetikte olduğu söylenecektir. Ancak bir süre sonra bu kişinin potansiyelini gerçekleştirememesine, kendi sorumluluğunu alamamasına, hep bir tohum, hep bir vaat olarak kalmasına neden olur. Gelişmek için, ilerlemek için hayatın getirdiği riski kabullenmek, sorumluluğu almak gerekir. Ancak bu sayede hayat bir dans, bir coşku, bir minnet olabilir.

Sadece sevgi ölümü fethedebilir. Korku aslında bir öneme, bir değere sahip değildir. Korku insanın donmasıdır, kendini hipnoz altına almasıdır. Korku yaşamını yönlendiriyorsa, korkuyla hareket ediyorsan, sevgi yeterince güçlü değildir. Kendine güvenmen, kendi sorumluluğunu alman, kendini gerçekleştirmen henüz mümkün değildir. İnsan korkularını nasıl aşacağını değil, daha derinden, daha coşku dolu nasıl sevebileceğini öğrenmeli. Korku üstüne konuşmak, onun üstüne düşünmek ancak karanlık tarafı güçlendirir.

Korkunun yerine sevgiye odaklandığında, onu güçlendirdiğinde, tüm dikkatini sevgine, sevmeye verdiğinde korku yok olmaya başlar. Korkunun karanlığı, sevginin ışığında çabucak eriyip yok olur. Korkuyu yok etmek, korkuyu aşmak için çaba göstermek, enerji harcamak yerine sevmeye değer vermek çok daha önemlidir. Sevgi dolu her eylem, içinden sevgi taşan her söz hayatla derinden bir bağ kurar, kurulan bağları güçlendirir, ışığı büyütür.

Sevgi dolu konuştuğun zaman yapıcı olursun. Ancak sağlıklı bir zihin sevgi dolu konuşur. Sevgi dolu bir benlik birliği derinden duyumsar, enerjiyi, sıcaklığı, parlaklığı duyumsar. Coşkusu, cesareti ona belli bir zarafet kazandırır. Sevgiyle dokunduğu zaman, dokunuşundan tüm varoluşa bu güzellik akar. Sevgiyle doldukça mevcudiyetinin daha derinden farkına varır. Varoluşa güvenir ve onun değerli bir parçası olduğunu anlar.

Korku tamamen gereksizdir çünkü korku insanı yaşatmaz, öldürür. Hayatın toprağında uzanan köklerini kurutur, onu daha kuru, daha cansız yapar. Gerçek acıyla ve gözyaşıyla dolu olmak, korku duymaktır. Sen korku duyduğunda, varoluş da korku duyar; sen acı çektiğin de varoluş da acı çeker. Her birey varoluşun başka bir eli, başka bir gözüdür.

İnsan esnek olmayı, ön yargılarından özgürleşmeyi seçtiğinde, yumuşak olduğunda, gereksiz tüm zırhlardan, batıl inançlardan kurtulduğunda açık olmayı öğrenir. Varoluş insanı tam da böyle ister, kendine ve varoluşa güvenmesini. Çalışman, eylemlerin, sevgiyle ifade bulduğunda yaşama açılan pencerelerden gün ışığı girer ve içini yıkar. Sağlıklı, minnet dolu olmak demek, varoluşa sevgiyle bağlı olmak, nehirlere, kuş seslerine, geçen bir buluta, bir çocuğun şarkısına âşık olmak demektir. Tüm varoluşa kollarını açmak ve kendini, hayatı kucaklamaktır.

Yaşam belirsizliklerle doludur, yaşamak risklidir. Yaşamı yaşanır kılan da budur. Kendini tanıman bu riskleri kabullenmene, bunlarla kendine ulaşmana, daha bilinçli olmana bağlıdır. Bu belirsizlikler olmasa fırsatlar da olmazdı, yaşam durağan ve sıkıcı olurdu. Tüm bu belirsizlikleri kabul edip sorumluluğu aldığında, kendine ve varoluşa güvendiğinde korku artık orada olamaz.

Korku insanın kendine, içine, egosuna kapanmasına neden olur. Korku insanı sertleştirir; korku tüm yeniye kapıları, tüm risklere, gelişme fırsatlarına pencereleri kapatmak demektir. Korku çok sığdır, çok yüzeyseldir ama insanı yönetir. Devlet vatandaşını, öğretmen öğrencisini, koca karısını, ebeveyn çocuğunu korkuyla yönetmeye çalışır. Bu yüzden çok fazla kanun, çok fazla kural, çok fazla dini yasak, çok fazla polis, çok fazla din adamı vardır. Bunların hepsi sevginin yokluğunun, derinden bir anlayışın yokluğunun, farkında olmadan yaşadığının ispatıdır.

Ben devlete karşı değilim, Kropotkin gibi devletin yok olması ve karmaşa yanlısı değilim. Ben sadece insanın devlete duyduğu ihtiyacın, özgürlüğünü engelleyen geleneklerin, kuralların karşısındayım. Mahkemeye, avukatlara, polislere, din adamlarına duyulan ihtiyacın karşısındayım. Tüm bunlar senin üstünde durmadan bir otorite yaratır; seni bir araca, komut verilen bir bilgisayara indirger. O zaman senin kendin olman, kendini gerçekleştirmen, kendini soluman mümkün değildir. Sen gerçek olamazsın, basit bir kopya olursun. Sana söyleneni olduğu gibi kabullenip, hiç sorgulamadan gerçekleştiren bir cahil olursun. Aydınlanman için önce kendini sevmen, kendine ve varoluşa güven duyman gerekir.

Sen sevgi dolu olduğunda içinde duyumsadığın anlayış, kurduğun empati derinleşir. Geçmişin çöp torbalarından, sana durmadan hatırlatmalar yapan psikolojik hafızandan, seni bugün de bir mahkûm haline getiren koşullanmalardan, yeniyi, riskli yaşamanı engelleyen önyargılardan kurtulmaya başlarsın. Onların hepsi birer çöptür ve senin bugünü, şu anı yaşamanı engeller, şu anın güzelliğini net olarak görmene engel olur.

Sevgi dolu her sözün, her eylemin seni de sevilebilir kılır. O zaman avukatlar, polisler, din adamları işsiz kalır, mahkemeler boşalır. Her yıl açılan davalar, hapishaneye atılan insanlar, din adına işlenen cinayetler artıyor. Hepsinin nedeni insanın acı içinde olmasıdır, hem içsel hem de dışsal fakir olmasıdır, kandırılmaya göz yummasıdır.

Korkan insan çevresine bir duvar örer, hayatla olan bağlarını koparır. Onun için yeni olan her şey, görünürdeki tüm engeller bir korku kaynağıdır. Bütün ilkler, bir panik yaşatır. İnsan korkuyla ele geçirilir ve artık kendi kendinin sahibi değildir. Artık korku onu ele geçirmiştir ve insanı kendi değil, farkındalığı değil korkuları yönetmeye başlamıştır.

Ve sen eğer kendinden korkuyorsan, o zaman her şeyden, diğer insanlardan da korkarsın. Ancak kendini seven, kendine değer veren bir insan başkalarını da sevebilir. Kendinden nefret eden, kendinden sürekli kuşku duyan bir insan başkalarından da nefret eder, kuşku duyar. Her ilişki bir yüzleşme fırsatıdır, insana bir ayna sunar. Her ilişki, aslında insanın kendisiyle kurduğu bir bağdır, bir iletişim halidir. Karşındaki kişi yalnızca bir aynadır, yüzleşme fırsatıdır. Her ilişkide insanın içinde ne varsa ancak o ortaya çıkabilir.

Sen geçmişinden kurtulup şu anı yaşadıkça, şu anın farkında oldukça, politik ya da dinsel üstünde hiçbir otorite olmadan kendine yaşama fırsatı tanıdığında, kendi olasılığının, potansiyellerinin farkına varırsın. Hiyerarşilerin, yaptırımların giderek güçlenme eğilimine karşı, sen kendi olma cesaretinin altın sonucunu alırsın.

Bir şeyden özgürleşmek, sıradandır ancak bir şey için özgürleşmek yaratıcılığı içerir. Bir şeyden özgürleştiğinde, esas sorun şimdi ne yapacağındır. Bazı mahkûmlar vardır, öyle esarete alışmışlardır ki onların ilk yaptıkları yine bir suç işleyip artık yuva olarak gördükleri hapishaneye geri dönmektir. Onlar için gerçek ceza özgürlükleriyle ne yapacaklarıdır. Onlar özgürlükleriyle ne yapacaklarını bilemezler.

Bir şeyden özgürleşmek geçmişe bağlıdır. Bir şey için özgürleşmek, kendini yaşamak ise her zaman altın şimdi içindir ve geleceği yaratır.

O zaman toplumun verdiği değerlerin, etiketlerin, sınıflandırmaların, ödüllerin hiçbir önemi kalmaz. Hayatı tam derinden solumaya başlarsın. O zaman yavaş yavaş, kendiliğinden içinden doğan, muazzam bir farkındalık, bir anlayış, bir disiplin ortaya çıkacaktır. Artık korkunun gölgeleri yerine sevginin tüm güneşine, tüm sıcaklığına sahip olursun.

Öz farkındalığın sen her ne yaparsan yap, kalben yapmanı ve güzel, sevgi dolu olmanı sağlar. Basitçe kendi olmak, kaygıları bir yana bırakmaktır. Tüm hayata ve durumlara karşı açık, yüzleşmeye hazır, kabul edip yaşamaya hazır fakat her an için bilinçli ve farkında olmandır.

Sen kendini unutmadığında, kendini bastırmak yerine özgür kıldığında, her ne yaparsan yap erdemli olur. Aşırı disiplinli insanlar ya da ahlakçılar için, özgürlük ahlaksızlık olarak algılanır. Ahlaksızlık kontrolün zıttı olarak görülür. Oysa özgürlüğün disiplini tamamen doğaldır, sana dayatılmamıştır, onun senle ilişkisi doğaldır. Farkındalığın sağladığı özgürlük, ahlaksızlığı, kötülüğü barındıramaz. Tam tersine ahlaksızlık, kötülük korkusu nedeniyle toplumlara kontrol getirilmiş, insan denetim altına alınmaya çalışılmıştır.

Kendini sürekli kontrol altında tutmaya çalıştığın zaman kendini zorlarsın, kendini bastırırsın, yaşamın giderek kurur, bir coşkusu kalmaz. Her gün etrafında görmediğin duvarlarla hareket edersin ve bu bile çıldırmak için yeterlidir. O yüzden zaten doğal bir farkındalığı yaşadığında, içinde ve dışında aynı kişi olursun. Göründüğün gibi olmazsın, olduğun gibi görünürsün. Maskelere ihtiyaç kalmamıştır. Maskeler olmadığında ahlaksızlık yoktur, yalan yoktur, tam tersine yaşamın coşkusu vardır. Kendini gerçekleştirmenin, varoluşu kucaklamanın dansı, keyfi vardır.

Sevginin güneşi açtığında önce senin korkularını ortadan kaldırır ve içini aydınlatır. Sonra bu güneş iletişim kurduğun herkese yansır, herkesi ısıtır. O bir ilişki değil, basitçe evrenin içinden taşmasıdır.

 
Toplam blog
: 48
: 2763
Kayıt tarihi
: 15.09.10
 
 

Sanskritçe: Kendini bilen ve kendinin ustası olan. Doğdu, büyüdü, ölecek. Sonsuza kalmak için değ..