Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Mart '08

 
Kategori
Dünya Kadınlar Günü
 

Yaşamın içinden kareler. Kadınlar…

Yaşamın içinden kareler. Kadınlar…
 

Kadın, kadın, kadın, / Hepsi kadın. / Yücelten, / Göklere çıkaran, / Tabulaştıran, / Yerin dibine batıran, / Yozlaştıran, / Hepsi kadın. / Annem de kadın, / Doğuran, emziren, büyüten./ Karım da kadın, / Mutluluğu, / Yudum, yudum içiren./ Kızım da kadın, / Gülücüğüyle, / Hayat veren./ Havva da kadın, / Ademi kovduran, / Hepsi kadın./ Kağnıyla mermi taşıyan, / Sapan süren, / Dayak yiyen, / Hükmeden zekasıyla, / Kavuran bakışlarıyla, / Tarihi değiştiren, / Asınca suratını, / Hayatı dar eden, / Cilveli sözleriyle, / Cennetleri getiren, / Kadın./ Kadın, kadın, kadın./ Hepsi kadın…/ diyor Şair Süheyl Türkoğlu.

Evet, kadın bunların hepsi ve daha fazlası. Fakat bereketli Çukurova toprakları gibi en çok da analığı ile anılan, analığa yakıştırılan. Anadolu. Anayasa. Anavatan. Gibi isimlerle belki de yüceltilen. Bir taraftan yüceltilirken bir taraftan saçı uzun, aklı kısa diye yerilen. Bir tarafta erkeğin zulmü. Bir tarafta kadının kanına yaptığı zulüm. Kefeye koysak hangisi daha ağır gelir bilemiyorum. Fakat şu bir gerçek ki hala eksik etek görülen, ya da hala gereksiz yere yüceleştirilen, ya da çamurlarda sürüklenen, bazen gözü morarmış, dudağı patlamış işe giden ve sorulduğunda hep her nedense merdivenden düşen kadın. Kadın. Kadın. Tabii bir de adına en fazla, en önce günler hediye edilen kadın. Yaklaşan sekiz Mart dünya kadınlar dolayısı ile bu hafta yaşamın içinden karelerimize de işte bu kadınları konuk ettik. Amacım tarlasından, ahırına, bankasından oteline çok daha fazla, çok daha geniş perspektifte bakabilmekti kadına ve kadının dünyasına ama kendi günümüzün yaklaştığı tamamen aklımdan çıkmıştı. Sağ olsun haber departmanımızdan Fatih arkadaşımızın hatırlatması ile bir güne ne kadar sığarsa artık, mümkün olduğunca farklı portrelerde kadın konuk etmeye çalıştım. Bakalım kadınlarımız ne diyormuş. Bu gün için ve daha fazlası için.

İlk konuğumuz uzun yıllardır iş hayatının içinde olan, biri 18 diğeri 13 yaşında iki kızı bulunan, eşiyle ve birçok yardımcı elemanı ile birlikte çalışan, güzellik merkezi sahibi, işletmecisi, güzellik uzmanı, estetisyen Hatice Baş.

A. Sarıkaya. Hatice Hanım. Uzun yıllardır iş hayatının içindesiniz. Çalışmak bir kadın için artı bir değer mi, yoksa eksi bir değer mi size göre.

H. Baş: Birçok zorlukları olması yanında tabii ki artı değer. Benim en büyük sorunum, çocuklarımla yorgun argın eve gittiğim zaman hazırda sıcak yemek olmaması.

A. Sarıkaya. Kaç saat çalışıyorsunuz Hatice Hanım?

Sabah saat sekizde evden çıkıyoruz, kışın 7-8 gibi yazın ve hafta sonları daha geç. Bu da oldukça yorucu oluyor tabii.

A. Sarıkaya. Eşiniz çalışmanıza ne diyor. Karşı çıktığı olmuyor mu?

H. Baş: Altın yumurtlayan tavuk kesilir mi? Gülüşmeler…

A. Sarıkaya: Türkiye’ de kadın hak ettiği yerde ve konumda mı sizce?

H. Baş. Tabii ki değil. 3. Sınıf vatandaş yerine koyuluyor. Gittikçe bu daha da artıyor.

A. Sarıkaya: Neden?

H. Baş: Çevremdekilerin kadına bakış açısına gözlemlediklerim bunlar.

A. Sarıkaya: İkici sınıfı anladım da; bu üçüncü sınıf nereden çıktı şimdi.

H. Baş: Bulunduğu yere ve konuma göre. Ayağı yere basan ve basmayan olarak derecelendirdim.

A. Sarıkaya: Kadınlar Politikaya soyunmalı mı? Siz politikaya atılmayı düşünür müsünüz?

H. Baş: Tabii ki soyunmalı ama ben politikayı çok ikiyüzlü buluyorum benim yapıma uygun değil. Daha doğrusu şu anda Mecliste bulunan kadınlara bakıyorum hiç sesleri solukları çıkmıyor ya da çıkartılmıyor. Daha doğrusu kadın olsun erkek olsun partilerin kendi içinde demokrasiyi sağlayamadığını, tek adamlık, liderlik sultasının sürdüğünü düşünüyorum. Partiler liderlik sultasından kurtulmadıkça kadın olsun, erkek olsun siyasetin başarıya ulaşacağını, siyasette başarıyı yakalayacağımızı zannetmiyorum. O yüzden de bana cazip gelmiyor.

A. Sarıkaya: Peki, muhtarlık. Muhtarlık düşünmez misiniz? O da hizmettir sonuçta.

H. Baş: Hayır. Bir şey olacaksam ya en üstte olmalıyım, ya da hiç.

A. Sarıkaya: Şimdi farklı çağrışımlar uyandı bende. Sizin evin reisi kim Hatice Hanım? Galiba???:))

H. Baş: Aslını sorarsan biraz dominantlık var bende ama… Kocam da acayip muhaliftir hani. Daha anlamadan, dinlemeden tepki koyar hemen. Aslında demokrasi var bizim ailede. Ailede demokrasi varsa, sağlanabilirse bu ülkeye de yansır. Yansıyacağını düşünüyorum. Bizdeki en büyük sorun evde demokrasi olmaması.

Hatice Hanıma teşekkür edip ikinci konuğumuza geçiyoruz. İkinci konuğumuz yine çok renkli ve başarılı, kendi ayakları üstünde duran bir konuğumuz. Binnur Kuşcu.

A. Sarıkaya: Binnur Hanım. Turizmin hangi departmanlarında hizmet verdiniz.

Binnur Kuşcu. 5 yıldızlı otellerde Önbüro müd. Butik otellerde ise yöneticilik, işletme müdürlüğü yaptım. 2006 yılında emekli oldum. Şu anda kişisel gelişim eğitimleri vermekteyim.

A. Sarıkaya: Kimlere hitap ediyorsunuz? Belli kriterleriniz var mı?

Binnur Kuşcu: Her yaş gurubuna hitap ediyorum. Özellikle kadınlara. Tabii ki erkeklere de kapımız açık ama erkekler bu konuya pek ilgi göstermiyor nedense.

Sarıkaya: Peki bu konuda herhangi bir yetki belgeniz, eğitiminiz var mı?

Binnur Kuşcu: Yıllar önce Amerika’ya eğitim için gitmiştim. Orada Psikoloji ve kişisel eğitim konularına ilgi duydum ve yıllarca psikoloji hakkında kitaplar okudum. Emekli olduktan sonra yurtdışında eğitimler aldım. Sertifikalarım var. Bu bilgi ve deneyimlerimi şimdi insanlarla paylaşmak ve onlara yardımcı olmak en büyük amacım.

A.Sarıkaya: Nedir bu kişisel gelişim hikayesi? İnsanlar size neden gelmeli?

Binnur Kuşcu: Bu eğitimlerin en büyük özelliği kişinin kendisini tanımasını ve sevmesini sağlamak. Her şeyin önce kendimizi tanımaktan geçtiğine inanıyorum ve sevginin ayaklar altına alındığı, şiddetin çok arttığı günümüzde bu tür eğitimlere her zamankinden daha fazla ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Kişisel gelişim adı üstüne kişiye özeldir. Kişiye ait tüm davranış, düşünce ve duygu kalıplarının temeli çocukluğumuza dayanır. Çocukluğumuzda yaşadığımız travmalar şu anda içinde bulunduğumuz davranışları yansıtır. Sevgisiz ve şiddet ortamında büyüyen çocuk ya terörist olur ya katil..!

Bu eğitimlerde kimseyi yargılamıyoruz. Sadece kişinin kendi içine döndürüp, bu güne kadar yaşadığı travmaların etkisinden arındırıp, kişinin kendi en iyi versiyonunu yaratmasını sağlıyoruz. Kendimi oluyoruz kısaca.

A.Sarıkaya: Binnur Hanım. Ne kadar emekli maaşı alıyorsunuz sakıncası yoksa? Yetiyor mu?

Binnur Kuşcu: Bu konuda çok çok üzgünüm. Yarama parmak bastınız. 28 yıllık emeğim karşılığı 550 ytl maaş alıyorum. Bunun nedeni işverenlerin primlerimizi asgari ücretten yatırmasıdır ve yazık ki Turizm işletmelerinin % 80 hala aynı biçimde devam etmektedir. Bunu herkes bildiği halde bu sorunun çözülememiş olması Türkiye’nin ayıbıdır. İşverenlere de bir şey diyemiyorsun diğer yandan. Özellikle son yıllarda işler çok kötü. Primler çok yüksek. İnsanlar iş bulduğuna dua ediyorlar.

Binnur Hanıma da teşekkür ediyor ve bir başka meslek gurubuna yöneliyoruz. Fakat işleri nedeniyle isim ve fotoğraf yayınlayamıyoruz. Belki de onlara hiç kimse sormadı bu güne kadar doğru dürüst. Sizin bir derdiniz var mı? Sorununuz var mı? Nasıl yaşıyor, nasıl çalışıyor, ne yiyor, ne içiyor, nasıl geçiniyorsunuz diye. Yeme içme meselesi tabii ki işin mecazı. Onları geçiyoruz. Ve madalyonun diğer yüzüne bakıyoruz. Onları pek de sevmedik millet olarak. Sevemedik. Küçüklüğümüzden bu yana hep adlarını vererek korkuttuk çocuklarımızı. Bu meslek guruplarından birisi hemşireler diğeri polislerdir.

Konuklarımız İlçe Emniyet pasaport yabancılar bürosunda görevli iki bayan polis memurumuz. Kadın polislerimize sordum; Diğer meslek guruplarına farklı olan mesleğiniz, size göre daha mı daha mı zor, yoksa daha mı kolay?

Tabii ki her mesleğin kendine göre zorlukları vardır ama diğer meslek guruplarına göre tabii ki çalışma koşullarımız çok ağır. Gece 12’de de olsa 1’de de olsa göreve çağrıldığımız anda gelmek zorundayız. Şu anda ilçe Emniyette olduğumuzdan dolayı biraz daha rahat olduğumuzu söyleyebiliriz. Bunu biraz da ilçe emniyet müdürümüz Hakan Kırca’ya borçluyuz. Kendisine minnettarız. Çok zorunlu olmadıkça bizi dış görevlere göndermiyor. Dış görevlere de çıktığımız oluyor ama yoğunlukla büroda çalışıyoruz.

Peki çocuklar. Çocuklarınız için kreş var mı?

Diğer sektörlerde olduğu gibi bizim de en büyük sorunumuzda bu. Maalesef yok. Örneğin dış göreve gittiğimiz zaman, maçlar, festivaller vs. Bütün gün görevde oluyoruz. Çocuklarımızı ya bir akrabaya ya da kreşe bırakmak zorunda kalıyoruz. Genelde hafta sonu olduğu içinde bir hayli exra ücret ödemek zorunda kalıyoruz.

Peki, siz dış görev dediğiniz, fazla mesaileriniz için ek bir ücret alıyor musunuz?

Hayır almıyoruz. Bu da başka önemli bir sorun.

Kadının çalışması artı bir değer midir size göre, yoksa eksi bir değer mi?

Maddi olarak tabii ki artı bir değer ama çocuklarımız açısından eksi bir değer. Çocuklarımızla yeterince ilgilenemiyoruz. Mesai sonrası o denli yoruluyoruz ki; deyim yerindeyse pilimiz bitmiş oluyor. Onlara yeterli ilgiyi gösterebilmek için ise yeni, dolu bir pil gerekiyor. Bazen bir sorularına bile cevap veremiyor aksi çıkışlar yapabiliyoruz. Buda bizi çok üzüyor haliyle. Diğer yandan ülkemiz şartlarında kadının evde oturma gibi bir lüxü yok artık. Kalmadığına inanıyoruz.

Kadın polislerimize de teşekkür ettikten sonra soluğu bir başka önemli sektörde, hastanede alıyoruz. Yine kamu kurumu olduğu için sorularımız ve cevaplarımız kısıtlı ve dikkatli ama hiç olmazsa isim yayınlama hakkı alıyoruz Başhekimimizden. Bu da bir şey.

Konuğumuz acil doktorlarından Nesrin Özatalay

A.Sarıkaya: Acilde çalışan bir doktor olarak en büyük sorununuz nedir Nesrin Hanım? Size göre poliklinik mi daha zor, acil mi?

Nesrin Özatalay: Her iki tarafında zorlukları var ama poliklinik biraz daha rahat. Acil fiziksel olarak daha yorucu. Mesailerimiz daha fazla. Ayda 10 nöbet. Her nöbet 24 saatten ayda 240 saat yapıyor. Duygusal olarak da daha fazla yük bindiriyor. Maddi ve manevi olarak yük altında hissediyorum kendimi. Bunun en büyük nedenlerinden ikisi de gece artan trafik kazaları ve yoğun uyuşturucu kullanımına bağlı yaşanan sorunlar, problemler.

A.Sarıkaya: Kurumunuzda kreşiniz var mı?

Nesrin Özatalay: Hayır yok ama fazla sorun olmuyor.

A.Sarıkaya: Özel günler için ne düşünüyorsunuz. Örneğin 8 Mart dünya çalışan kadınlar gününün kadınlara ve sorunların çözümlerine katkısı, yararı oluyor mu?

Bolca laf üretmekten başka bir çözüm üretildiğine tanık olmadım bu güne kadar.

A.Sarıkaya: Hastalardan şikayetiniz var mı?

Nesrin Özatalay: Karşılıklı şikayetlerimiz oluyor zaman zaman. Şikayetlerin en temelinde iletişimsizlik sorunu var. İletişim kurmakta zorlanıyoruz.

A.Sarıkaya: En önemli sorununuz nedir? Bu konuda sizin çözüm önerileriniz var mı?

Nesrin Özatalay: En büyük sorunumuz tabii ki fazla mesai. Hasta çok. Nöbetimiz boyunca 200-250 hasta bakıyoruz. Takdir edersiniz ki bu da çok yorucu.

A.Sarıkaya: Nesrin Hanım. Oldukça uzun ve pahalı bir eğitim sürecinden geçiyorsunuz. Aldığınız maaş bu emeklerinizin karşılığı mı sizce. Fazla mesai alıyor musunuz?

Nesrin Özatalay: Nöbetlerde cüzi bir nöbet parası alıyoruz. Emeklerimizin karşılığı değil ama son yıllarda döner sermaye katkısı ile fena sayılmaz. Önemli olan bereketli olması, huzur içinde harcamak.

Nesrin Hanıma teşekkür ediyor, doktorların en büyük yardımcısı, eli ayağı, sağ kolu olan hemşirelere geçiyoruz. Daha doğrusu “kanatlı beyaz melekler” olarak da anılan hemşireleri temsilen bir tanesine söz hakkı veriyoruz. Hemşiremiz Çiğdem Uğuş.

A.Sarıkaya: 8 Mart dünya kadınlar gününün size bir faydasını gördünüz mü şu ana kadar. Size ve kadınlara bir katkısı oluyor mu sizce?

Çiğdem Uğuş. Bir katkısı olduğuna inanmıyorum. Görmedim de bu güne kadar. Benim için önemli olan böyle bir gün kutlanıyorsa anlamlı olması için, biz bu günde sizin için bunu yaptık deyip somut bir uygulamayla, projeyle çıkmalılar karşımıza. Geçmişten bu güne ne değişti kadınlar adına bu günlerde. Bunu yaptık diyebilecekleri ne oldu? Şiddet mi azaldı? Kadınlar daha mı özgür. Geceleri daha mı rahat dışarı çıkıyoruz. Çıksak bile rahatça eğleniyor muyuz? Bu anlamda ilerlemeyi bırakın gerilediğimizi düşünüyorum. Öğrencilik yıllarımda Muğla da şimdikinden çok daha rahattık. Burası Turizm bölgesi olmasına rağmen o yıllardaki rahatlığı ve özgürlüğü bulamıyoruz bir bayan olarak.

A.Sarıkaya: Çalışma koşullarınız nedir, nasıldır.

Çiğdem Uğuş. Biz acil durum olmadıkça fazla mesai yapmıyoruz. 2 günde bir 16 saat mesai yapıyoruz. 24 saat bize ağır geldiği için bize doktorlar gibi 24 saat nöbet vermiyorlar.

A.Sarıkaya: Hastalarla yaşadığınız en önemli sorun nedir. Hastaları bir kaşık suda boğmak istediğiniz anlar oluyor mu mesela.

Çiğdem Uğuş. Biz hastalardan çok hasta yakınlarından şikayetçiyiz. O hasta. Onun nazını niyazını mecbur çekeceğiz de hastalardan önce onlarla ilgilenmek, onları yatıştırmak zorunda kalıyoruz çoğu zaman. Hasta yakınlarından daha bilinçli ve anlayışlı olmalarını bekliyor, talep ediyoruz. Lütfen!

Hemşire hanıma da teşekkür edip hastaneden ayrılıyoruz.

Ve geldik son konuğumuza. Yine çok becerikli, çok çalışkan 20-18-17 ve 16 yaşlarında dört kızı olan ama kesinlikle gözlerinize inanamayacağınız bir başka işletmecimiz, mükemmel yemekler yapan “özellikle mantı ve yaprak sarma” aşçımız Songül Köse’ ye.

A.Sarıkaya: Hiç keşke erkek olarak dünyaya gelsem dediğiniz oldu mu Songül Hanım.

Songül Köse: Hayır! Hiç demedim. Kadın olmaktan çok mutluyum.

A.Sarıkaya: Kaç yıldır çalışma hayatındasın?

Songül Köse: Kendimi bildim bileli aslında. Daha önce beş yıl kendi seralarımızda çalıştım. İşçilerimizde oluyordu. Hem onların yemeğini yapıyor, hem de onlarla beraber çalışıyordum.

A.Sarıkaya: Neler yetiştiriyordunuz serada?

Songül Köse: Domates, salatalık, patlıcan, biber… Her tülü sebze! İki yıldan bu yana ise eşimle restoran işletiyoruz. Yemek yapmayı sevdiğim için zevkle yapıyorum. Daha doğrusu ben çalışmayı çok seviyorum. Çalıştıkça çok mutlu oluyorum.

A.Sarıkaya: Kaç kişi çalıyorsunuz mutfakta, restoranınız kaç kişilik? Ağırlıklı olarak hangi yemekleri çıkartıyorsunuz?

Songül Köse: Benden başka bir bayan aşçımız, bir de erkek aşçımız var. Bir tanesi de yeni ayrıldı. Restoranımız 60 kişilik. Fakat yazın bahçeye de masa atıyoruz. Ağırlıklı olarak mantı ve gözleme ama. Her güne özel bir de yemek çıkartıyoruz. Örneğin yaprak sarma ve içli köfte gibi. “Kendi ellerimle sarıyorum. Ev lezzetinde.” Müşterilerimiz hangi günde hangi özel yemeği çıkartırttığımızı bilir ve ona göre gelir.

Dedim ya ben çalışmayı çok seviyorum diye. Bir ara yedi ay tek başıma işlettim burayı. Sulu yemek olsa tek başıma işletirim.

A.Sarıkaya: Peki, sana sıkı bir soru şimdi. Evde bütün yemekleri kadınlar yaptığı halde, neden bütün ünlü aşçılar erkek sana göre.

Songül Köse: Bilmem çok seviyorlar herhalde. İşlerini severek yapıyorlar.

A.Sarıkaya: Peki. Kadınlar çalışmalı mı sence ve neden?

Songül Köse: Çalışmalı tabii ki. Hem vaktini verimli değerlendiriyor, hem ele güne, hatta kocasına muhtaç olmuyor. Hem de para kazanıyor.

A.Sarıkaya: Peki Songül Hanım. Doğru söyle hiç dayak yiyor musun yada yedin mi bu güne kadar.

Songül Köse: Ben de dayak yiyecek göz var mı diyor. Dayak yememek için evlenmeden önce 5 yıl karate kursuna gittim. Şimdi bütün kızlarımı da gönderdim. Erkek gibi yetişsinler istedim diyor. Neden diyorum. Ortalık kötü diyor.

A.Sarıkaya: Peki hangi kuşaktın. Kocan evlenmeden önce bunu biliyor muydu?

Songül Köse: Biliyordu. Geçmiş zaman ama Siyah kuşağa ramak kalmıştı.

A.Sarıkaya: Peki sen onu dövüyor musun bu durumda diyorum.

“Hep beraber, eşi de katılıyor. Gülüşmeler. Ben de bilmiş gibi tam adamına sormuşum yani.”

A.Sarıkaya: Kadın politikaya girmeli mi ve neden diyorum?

Songül Köse: İyi olur. Kadın her girdiği ortama demokrasi, güzellik ve ılımlılık katar diyor. Bir de temizlik tabii diyerek gülümsüyor.

A.Sarıkaya: Peki, sekiz Mart dünya çalışan kadınlar gününün sana bir faydası oldu mu bu güne kadar diyorum.

Songül Köse: Görmedim. Bilmiyorum. Tanımıyorum kendisini diyor.

Son konuğumuzdan Mantı tarifi de aldım ama cidden çok yoruldum. Onu da bir ara sunarım size. Tüm kadınların dışarıda çalışsın çalışmasın, “çünkü ev kadınlığı kadar zor ve bedava bir meslek yok“ 8 Mart dünya kadınlar gününü kutlar, hepsine mutluluklar dilerim. Eminim yeryüzünde kadınlar olmasaydı, yaşamasaydı; bütün şikayetlerine rağmen “erkekler” uydumuz olan Ay’ı çok önceden keşfederdi. Kadınlarının değerini bilmeyen toplumların yükselebileceğine, inanmıyorum.

Kadın olsun erkek olsun; hepinize bol güneşli daha insanca yaşayabileceğiniz günler. Sevgilerimle.

 
Toplam blog
: 669
: 1503
Kayıt tarihi
: 19.01.07
 
 

Bir on dört mart sabahı güneş henüz arz-ı endam ederken üzeri yongalarla kaplı, küçük pencereli, ..