Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Ekim '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Yaşarken...

Bir şeyler kötü gidiyordu ve ben yine beklemem gerektiğine kendimi inandırmakla meşguldüm. Bu turizm hadisesi her kış aynı azabı çektirirdi bize, biliyorduk. İnsanlar uzaktan bana baktıklarında kimselere söyleyemediğim büyük sorunlarım olduğunu sanıyorlardı. Oturup insanların neyi ne sandığını düşünecek zaman değildi oysa.

Büyük dedem sanayi devrimiyle ilgilenmemişti, babam 12 Eylül’le beraber memuriyetinden olmuştu. Benim de ‘ne iş yapıyorsun’ sorularına vereceğim cevap beraberinde birkaç saçma soru daha getireceği için susuyordum.

Hoş soran da yoktu.

Yalnızdım yine.

...

Kapı çalmaya başladı.

Annem ve birinci kattaki komşumuz Mediha teyze Cuma pazarından dönüyor olmalıydılar. Yetişip ellerinden Ispanak, kolyoz, kese yoğurdu, deri peyniri torbalarını alıp mutfağa götürdüm, Mediha teyzenin elini öptükten sonra odama çekildim.

...

13.bölümün sonuna gelmiş ve izleyiciler tarafından tutulmamış bir televizyon dizisi gibi hissediyordum kendimi.

Dünyanın en güzel bahçelerini Laz müteahhitlere satıp, sonra da herifin yaptığı sitede kapıcılık yapan akrabalarım benden çok daha akıllı insanlardı!

Lise sıralarında ‘bize bu memlekette ekmek yok’ diye düşünüp uzman jandarma yetiştiren askeri okullara kayıtlarını yaptıran arkadaşlarım da benden daha akıllıydılar!

Geçen yıl o elime o harika fırsat geçtiğinde Prag’a gitmek için başvurmalıydım belki de!

Yok yok...

İstanbul’dan hiç dönmemeliydim aslında!

Ya da...

Bizim İstanbul’daki deli – dahi arkadaşımız Murat, Adapazarı’nda ırmak kenarında bir komün kurmayı düşünüyordu.

Çiftçilik, toplayıcılık, balıkçılık yapılacak para kullanılmayacaktı.

Sahi ne oldu o iş?

Hem yasalar böyle bir şeye izin verir mi?

...

Otopsim devam ederken annemle Mediha teyze odama girdiler. Mediha teyzenin elinde küçük bir kilit, gelip kilidi başıma tuttu.

‘Anne ne oluyor yahu?’

‘Şşt... Mediha teyzen sana kısmet açma duası okuyacak’

‘Ne işe yarayacakmış ki?’

‘Üzerinde göz var evladım, bak bu duayı yapalım bir daha işsiz falan kalmayacaksın’

Sinirlendim ama bir şey desem de Mediha teyzeye ayıp olacak.

Hem bu yaptıkları onları rahatlatacaksa uyuzluk etmenin alemi yok.

Çaresiz razı oldum.

Annem ‘ne açıyorsun?’ diye soruyor, komşusu da ‘Okan’ın kısmetini’ diye yanıtlayıp sureler okuyarak kafamın üstündeki kilidi anahtarla açıp kapatıyor. Öğle ezanı bitene kadar devam etti bu tören.

Fırlayıp çıktım sonra.

Kısmetim açılmıştı onlara göre, yerde para bile bulabilirdim.

...

Apartmanın altındaki yevmiye ile çalışan simitçi Sabah gazetesi okuyordu. ‘Bizim Çalık’ın adamları her gün 15 liralık yevmiye ile simit satan bu adama sesleniyorlardı.

‘ey millet her şey o kadar güzel ki!’

Amerika Birleşik Devletlerinin üzerimizde denediği onlarca siyasi deneyin sonucuydu bu tuhaflıklar, bu olan biteni gördükçe, okudukça, yaşadıkça acı çekmek düşüyordu bizlere.

‘peynirli mi yine?’

‘Yok bu defa sade ver, oğlan nasıl, kaçıyor mu yine okuldan?’

‘Kaçıyor ya...’

‘Peynir sürme, sade olacak demiştim’

‘kuru kuru yiyemezsin sen bunu, bugün de peynir benden oluversin’

Kilit duası işe yarıyordu galiba.

Simidi kemirerek Güllük’te yürümeye başladım, kaç gündür ihmal ediyorum bugün Ali’nin yanına uğrayıp tamir etmesi için verdiğim udu geri almalıyım. Üstelik Ali’nin sıcak sohbeti zihnimin bu bulanıklığına iyi gelebilir.

...

Çaylarımızı getirdikten sonra ‘Senin uda bir müşteri buldum’ dedi Ali.

‘Satılık değil ki’ dedim.

‘Öyle ama adam sesini çok beğendi, hem şuncacık şey için verdiği parayı duysan dudağın uçuklar’

‘Haluk amcamın hediyesi bu ud, kimseye satamam’

‘Aptalsın sen’ gibisinden suratıma ters ters baktı Ali.

-Evin bir odasını saz atölyesine çevirmişti, sanatına bir de zanaat ekleyip kendini sağlama almak istiyordu Ali.

Lafı değiştirmek istedim. Hep olurdu bu, antika bir enstrümandı ve ne zaman sokağa çıkarsam birileri talip olurdu.

‘Sen boş ver onu şimdi. Senin şu Finlandiya’ya kaçan birader ne yapıyor?’

‘İyi hergele. Bir kağıt fabrikasında iş bulmuş’

‘Ne işe yarıyor ki orada?’

‘Ağaç kabuğu soyuyor. Nasıl bir işse ben de anlamadım; temizlediği ağaç başına 45 Euro veriyorlarmış’

‘İyi işmiş. Peki günde...’

‘İlk günler günde bir ağaç yüzüyordu, şimdi ikiye çıkarmış’

‘Seni de yanına alsın bence, hem Dünya’nın en güzel kadınları Finlandiya’da yaşıyormuş’

‘İmkan olsa beş dakika durmam buralarda. Geçen gün hatırını sormak için aradım, evinin bulunduğu sokağa bir kova su dökmüş su anında donmuş...’

‘Eee?’

‘Akşama kadar buz kayağı yapmış hergele. Oradaki herkesin en büyük eğlencelerinden birisi bu’

Atölye olarak kullandığı odaya girdik sonra, içeride yarım yamalak bir piyano bile vardı.

‘Müzisyenleri anlamak çok zor, hepsi egoist, kaprisli insanlar’

‘Hepsi değil’ dedim.

Paramparça olmuş bir Elektro gitar aldı eline; ‘adam patronuna kızıp duvara vurmuş gitarını, şimdi de pişman olmuş tamir etmemi istiyor’

‘Bence burayı açmakla çok iyi yaptın... Neyse gideyim artık.’

‘Fikrini değiştirip udu satmak istersen ara beni. Böyle fırsatlar her gün insanın karşısına çıkmıyor biliyorsun’

‘Olmaz öyle şey’

...

Türk filmlerinde olur a böyle şeyler. Adam zor durumdadır ve ailevi hatırası olan bir eşyasını üç otuz paraya satmak zorunda kalır sonra da kahvedeki arkadaşlar aralarında para toplayıp eşyayı geri alırlar ve ‘bunu kahvede unutmuşsun’ diye tutuştururlar eline.

Şimdi iyilikle, güzellikle, emekle, alin teriyle örülmenin tam zamanı aslında. Benim fırsatlardan anladığım bu.


Okan Ünver

 
Toplam blog
: 104
: 489
Kayıt tarihi
: 06.03.08
 
 

1978 doğumlu Antalyalı bir müzisyenim, devamını ben de bilmiyorum..