Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Mart '10

 
Kategori
Dünya Şehirleri
 

Yaşasın, Yaşlanıyorum!

Yaşasın, Yaşlanıyorum!
 

Bugün benim doğum günüm!

Çoğunlukla insanlar inanmak istemeseler de bugün 53 yaşımı doldurdum. Burcunun tüm özelliklerini taşıyan bir Koç'um ben. Çıkmakta direnen beyaz saçların envanterini de öyle keyifle tutuyorum ki berberim ayıklayıp kesmeye yeltenirse de çok kızıyorum. Sizin anlayacağınız, torunlarımın gururlanacağı; gezmiş, okumuş, yazmış yakışıklı bir dede olma yolunda hızla ilerliyorum.

Çok sevdiğim bir dostum: "Senin yaşlanmaya vaktin yok." demişti. İnsanın yaşlanacak vaktinin olmaması sinemaya gidecek vaktinin olmaması gibi bir şey değil oysa. Vakit en azından bunu düşünmek için olmalı.

Teoman'ın çok sevdiğim bir parçası var. Paylaşmadan edemeyeceğim.

Babamın öldüğü yaştayım.
Bugün benim doğum günüm.
Kelimeler büyüyor ağzımda.
Bildiğim bütün hayatlar
Paramparça.


Doğum Günü haftamı dünya üzerindeki sığınaklarımdan birinde geçirmeyi severim. Bu da benim şımarıklığım. Hep de iş olmaz ki. Bulunmaktan en keyif aldığım ülkelerden biri de Avusturya'dır. Alplerin o dingin sessizliği çeker beni. Salzburg'un otomobille 1 saat güneyindeki Gastein Vadisi'nin hem yazı hem de kışı ayrı bir güzeldir. Ben doğanın uyanışını, ilkbaharı çok severim. Bahar kokuları içinde doyulmaz dağ yürüyüşleri yaparsınız. Böckstein'da bulunan Heilstollen da "Body Regeneration" için birebirdir. Yani, vücudunuzu yenilersiniz. Radhaus dağı içinde bulunan 2238 mt'lik Heilstollen-Curative Tunnel (İyileştirici Tünel) hücre yenilenmesi için gerekli oranda 44 kBq/m3 radon gazı içermektedir. Lunaparklardaki gibi küçük bir trenle dağın içine yolculuğa çıkarsınız. Tren yolculuğu+mağarada istirahat süresi 90 dakikadır. Dayanabilme gücünüze göre 5 istasyondan birini seçer ve ara mağaralardaki şezlonglarda 60 dakika uzanırsınız. 1 no'lu istasyonda sıcaklık 37° iken, 5 no'lu istasyonda 41.5°dir. Nem oranı da 70-100% arasında değişmektedir. Gazın vücudun her yerine sirayet edebilmesi için istirahatler çırılçıplak yapılmaktadır. Mağaralar oldukça loş da olsa, kadınlar ve erkekler ayrı mağaralar kullanmaktadır. Heilstollen'a haftada 3 kez girmenize izin verilmektedir ve o haftanın sonunda yepyeni bir "Siz" bulacağınızdan emin olabilirsiniz. Her ne kadar arkadaşlarınız soluduğunuz radon nedeniyle geceleri parladığınızı söyleseler de ben Heilstollen'ın vücudu yenileyerek yaşlanmayı geciktirdiğine inanıyorum. Test edildi, onaylandı:) Bir gidişimde ünlü bir Amerikan şirketinin üst düzey yöneticileri de haftalık Body Regeneration kürü için oradaydılar. Sağlığa zararsız seviyedeki radon gazını solumanın hücre yenilemesi dışında romatizma, solunum hastalıkları ve özellikle ağrı tedavisindeki faydaları kanıtlandığından, Gasteiner Heilstollen, Avusturya ve Alman Sağlık Bakanlıkları tarafından da onaylı bir tedavi merkezidir.

"Ee, nerede insan manzaraları?" dediğinizi duyar gibi oldum:)

Viyana baharı karşılıyor ve hava inanılmaz. Martta sıcaklık 20°C. Sokaklar, kafeler tıklım tıklım. İğne atsanız yere düşer de bir daha bulamazsınız! Eminim ki turistler havaalanında programlanıyorlar. Schoenbrunn Sarayı'nı gezeceksiniz, Stephansplatz'da dolaşacaksınız, Stephansdom'u ziyaret edeceksiniz; sonra da hemen yanı başındaki Figlmüller'de** dev şinitzeli mideye indireceksiniz! Oysa 10 dakika yürüyüp kanalın diğer tarafındaki Landstrasse'ye geçseler, envai çeşit mağazada, AVM'de ve restoranlarda çok ucuza alışveriş yapabilir, karınlarını doyurabilirler. Ama gitmiyorlar. Çünkü bilmiyorlar. Tek bir turist göremezsiniz etrafta! Çekik gözlüler dahi yok! Yerli halkın alışveriş caddesidir orası. Ben Landstrasse'ye "Saklı Cennet." adını taktım.

Canım da nasıl pizza çekiyordu anlatamam! Yediğime, içtiğime hep dikkat ederim de bazen böyle canımın çok çektiği yemekler olur. Hemen kalori hesabımı yapar ve öğlen pizza yemem halinde akşam yemeğinde nelerden feragat etmem gerektiğini düşünürüm.

Yeşil-beyaz renklerin hakim olduğu tabelada Pizzeria yazısını görünce, aradığım İtalyan lokantasını tanrının önüme çıkardığına inanıp daldım içeri. İçeri dediğim de lokantanın hemen önündeki, masaların üzerinde şemsiye ve ayrıca ısıtıcılar da olan açık bölüm. E haliyle beni İsveçli sanacak değiller ya, esmer kara yağız bir İtalyan olduğumu düşünerek daha 10 mt öteden İtalyanca konuşa konuşa gelmeye başladı garson! Ben İngilizce konuşmaya başlayınca da rengi değişti ve menüyü bırakıp gitti. Kaderim ve İtalyanca menü baş başa kaldık! Mübarek adam! Sanki herkes İtalyanca bilmek zorunda! Önce çok sevdiğim Car­ne Sup­re­mo yemeyi düşündüm. Aklıma Fa­mig­lia'nın The New Yor­ker'ı da gelmedi değil. Ama sonunda daha İtalyan bir pizza yemeye karar verdim. İtalyanca içeriğinden pek bir şey anlamasam da Pizza Napoletana ve diyet kola ısmarladım. Nerden bilebilirdim ki kabus, con le acciughe cümlesiyle başlayacak!

20 dk kadar sonra garson pizzamla göründü. Göründü de yaklaşmakta olan koku keşke duyulmaz olsaydı! Yuvarlak tahta tabağı ve görünümü muhteşem, kokusu berbat pizzayı önüme koydu. Burnumu yaklaştırdım. Balık kokuyordu! Bu hatayı ben nasıl yapmıştım! Menü içeriğinde balığı çağrıştıracak bir kelime yoktu ki! Çağırdım garsonu. Anlaşamadık, başka arkadaşını çağırdı.

"Signore kardeşim. Ben balıklı pizza istemedim. Şöyle Napoli dolaylarından, kendi halinde, sessiz-sakin, acısı bol bir pizza istedim. Bu balık da nereden çıktı?"

Menüyü eline aldı ve Pizza Napoletana içeriğindeki o canıma okuyan con le acciughe cümlesini gösterdi. "Ançuezli" demekmiş! Kaderimle baş başa kaldım ve başladım balık ezmesini ayıklamaya. Bunu başaramayınca da pizzanın gevrek kenarlarını yemeye başladım. Tam da ben mutsuzluktan çökmüşken -halime üzülen- nereden geldiği belirsiz bir sinek kolama pike yapmaz mı. Müdahale etmesem boğulacak! Belki de boğulmadan kolanın asidi uff yapacak! Can simidi getirmesi için hemen garsonu çağırdım! Türkiye'de olsa hemen koşar gelirler ve binbir özürle yeni bir kola getirirler, değil mi. Benim signore garson ise salına salına geldi ve üfleye püfleye geri gitti. Az sonra elinde bir kaşıkla geldi ve sineği kolanın içinden çıkararak yine gitti!

12 yaşımdayken IQ derecem 145'ti acaba gerilemiş olabilir miydi. Olanı biteni anlamamamın nedeni IQ'mdaki dramatik düşüş müydü! Tekrar düşünecek olursak: Kolama sinek düşmüştü. Garsonu çağırmıştım. Gelip sineği çıkarmış ve gitmişti.

Muhtemel olasılıklar:

1.) Sinek, restoranın kadrolu elemanıydı ve içeceklerin kalite kontrolunu sağlamakla görevliydi.
2.) İçine sinek düşen koladan öncelikle sinek çıkarılırdı ve yeni bir kola 1 saat sonra servis edilirdi.
3.) İçine sinek düşen koladan sinek, müşteriden talep gelmesi durumunda çıkarılırdı; ama yerine yeni kola verilmezdi.

Bekleyecek halim yoktu ve garsonu yine çağırdım.

"Signore kardeş. Az önce kolamdan sinek çıkardın ya yeni kola getirmeyecek misin?"

"Sineği çıkardım ya. İsterseniz yeni bir kola getireyim; ama bedelini ödersiniz."

Demek ki cevap üçüncü olasılıkmış!

"Anladım Signore kardeş. Kalsın, istemiyorum."

Hava güzel, ağaçlar çiçek açmış. Aslında ançuez de fena değilmiş! Bu motivasyonla tam da yeni bir lokma almaya hazırlanıyordum ki... Haydaaa... Çatalımın ucunda görünen siyah incecik şey kılçık olabilir miydi. Çatalla biraz daha çektim. Gelmeye devam ediyordu. Elimle çekmeye başladım! Az sonra 10 cm uzunluğunda bir saç teli parmaklarımın arasındaydı!

Saç bana bakıyordu, ben de ona. Sinek gitmemiş olsaydı, o da katılırdı bakışmamıza. Saç-Sinek-Ançuez ve de ben! Bir de Signore garson! Aklıma birden Jared Diamond'ın, "Guns, Germs and Steel'' yayınlanan Türkçe adıyla "Tüfek, Mikrop ve Çelik" adlı kitabı geldi. Viyana'nın tarihini de bu olayın değiştirebileceğini hayal edip zoraki gülümsedim.

"Signore kardeş, bakar mısın?"

Bakacak hali kalmamıştı garibin! Söylenmesi ta Roma'dan duyuluyordu!

"Bak kardeşim, ben Osmanlı torunuyum. Sen hiç Osmanlı Şamarı nedir, duydun mu?" demedim tabii.

"Kardeş bu ne?" derken saçı, beyaz peçetenin üzerine yerleştirdim. İtinayla yıkanmış ve de kremlenmiş bir saç işte der gibi bakıyordu garson!

Saçlı peçeteyi eline aldı, kafasını sallaya sallaya içeri gitti ve İngilizce bilen arkadaşıyla geri geldi. Meğerse o saç değilmiş, pizza fırınını temizleyen fırçanın kılıymış mış mış!

"Yahu bu nasıl fırça ki kılları 15 cm uzunluğunda! Çağırın bana aşçınızı. Fırçasıyla gelsin."

Bu arada, etraftakiler de başıma gelenleri ve bu ilginç konuşmayı izliyordu.

Aşçı geldi. Başında şapkası; ama saçları neredeyse belinde !

"E bu saç ne signore aşçı bey kardeşim? Aynı senin saçının renginde."

Baktı ki kurtuluş yok, itiraf gecikmedi. "Doğru, fırçanın kılı değilmiş; ama emin olun ki pis değil saçlarım!"

Keskin Babaaa... Ceddin Dedeeee...

"Signore size kahve ikram edelim."

Tuna nehri akmam diyoorr... Etrafımı yıkmam diyoorrr...

ATA BELLEK-SÖZLÜK

Pizza nedir?

Böyle bir kelime bulunamadı!

Hava güzel. Çiçekler-böcekler ve de ilham perim yanımda. Artık hüzün dolu şiirler yok. Tuz gölünde de kelebek mi olurmuş !

Tourist-Free sokaklardan yürüyerek Reitschulgasse'ye geldim. Davetkâr kahve kokusunu duydum önce ve sonra da Starbucks'ı gördüm az ileride. Girdim. Pek kalabalık değildi içerisi. Macchiato'mu alarak cam kenarına henüz oturmuştum ki az ileriden kahkaha atarak yaşlıca bir Amerikalı çift bana doğru gelmeye başladılar ve yanımdaki masaya oturdular. Durup durup gülmeye devam ediyorlardı. Ne mutlu insanlar diye düşünmeye başlamıştım. Onlara baktığımı görünce, iki gülme krizi arasında bana selam verdiler.

"Merhaba. Biz San Francisco'dan Abby ve Earnest."

"Ben de Ata. Türk'üm. Viyana'nın sizi çok mutlu ettiğini görüyorum."

Cümlemi bitirmemle Earnest yine gülmeye başladı.

"Mr Ata. Saatlerdir yürüyoruz. Sonra bir bakıyoruz, yine aynı yerdeyiz. Bu şehirde kaybolmak mümkün değil; ama 15 dk önce öyle bir sancı girdi ki karnıma, acilen tuvalet bulmam gerekiyordu. O yediğim Bockwurst'te bir sorun vardı eminim. Starbucks'larda tuvalet olduğunu biliyorduk; ama biz karı-koca kahveden de kokusundan da nefret ederiz. Ama durum acildi ve mecburen daldım içeri ve tuvalete girip rahatladım. Kahve içmeyecek olsak da eminim ki vatandaşına yardımcı olmaktan memnuniyet duyacak bir Amerikan şirketiydi Starbucks! Tuvaletin kapısından çıkar çıkmaz, bana bakan tabelayı görünce de kendimi kaybettim işte."

Thank you for choosing Starbucks (Starbucks'ı tercih ettiğiniz için teşekkür ederiz.)

** http://blog.milliyet.com.tr/Sinitzel_in_boylesi__/Blog/?BlogNo=197664

 

 
Toplam blog
: 462
: 1159
Kayıt tarihi
: 07.03.09
 
 

Ne güzel bloglar yazdık, ne muhteşem dostluklar kurduk; onlar kaldı baki... ..