Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Mayıs '12

 
Kategori
Anne-Babalar
 

Yaşasın Annem

Anne, ayırtıp bir kenara koyduğu Pazar alıverişinden artırdıklarını düşündü. Evin yiyeceği için ayrılan paradan biriktirme alışkanlığını evliliğinde edinmişti. Kocasının sıraladığı sorularla aldıklarını tek tek hesaplayarak verdiği parayı yeniden bir daha bulurdu.
 

Kendisine yöneltilen her soru kocasına duyduğu kırgınlığı çoğaltıyordu. Her attığı adımın, harcadığı paranın ince elenip sık dokunarak sorulması nasıl da zoruna gidiyordu. Yüreğinde duyup yaşadıklarını pazar çantasının başında dikilen kocasının görmesi olanaksızdı. O, yalnız alınanlarla ve harcanan parayla ilgileniyordu .

Pazar çantasına özenle yerleştirdiği sebzeyi, meyveyi kocasıyla birlikte boşaltırlardı. İşte tam bu sırada hesabı da verirdi. Harcamayıp kesip artırdıklarını hesap inceliği içinde her aldığının üzerine paylaştırır el elde, el başta derdi. Böylesine hesap içinde hesap yapmayı kadınlığın, anneliğin gereği sayardı. Oğluna çorabı, kızına ipe dizilmiş renkli boncukları yoksa nasıl alırdı! Çocuklarının sevinçlerini görünce tüm kaygılarını, üzüntülerini silip atardı yüreğinden. Kocasına karşı duyduğu kırgınlık bile giderek azalırdı.

Kocasının böyle ince hesaplarına yer yer karşı koyduğu da olurdu.

Her şeyin hesabını soruyorsun ama eksikten haberin var mı ?

Neyin eksik söylesene !

On beş yıllık evliliğimizde neyini gördüm ; beni bırak , oğlanın , kızın sırtındakiler nasıl alınır hiç düşündün mü ?

Senin , onların giyip yıprattıklarının parasını bir başkası mı veriyor !

Başlayan tartışma sonuçlanmadan kavgaya bırakıyordu yerini, sonra gözyaşlarına. Çocuklar evlerindeki bu bağrışmalardan bir şeyler çıkaramadan odaların köşelerine kaçıp saklanırlardı. Birbirlerine sarılıp sessiz sessiz ağlaşırlardı. Annelerinin durup durup hıçkıran sesini duyduklarında kız oğlana daha sıkı sarılırdı.

Anne evliliğinin ilk yıllarını anımsadı. Gözyaşlarından uzak o yıllar geçmişte kalmıştı. Hanımlığının, nazının geçtiği, kocasının gönlünce davrandığı geçmişi gününe taşıyamamıştı. Giderek yıpranan bedeni miydi nedeni? Yoksa kocasıyla birlikte çoğaltmaları gereken sevgi mi azalmıştı yüreklerinde? Tüm bunların yanıtını bulamıyordu, bilemiyordu anne. Kafasını yorması olumlu bir sonuca ulaştırmıyordu anneyi.

Geride, uzaklarda kalan bedeninin diri olduğu o günlerde kulağına fısıldanan aşk yüklü sözleri sanki kocası söylememişti. Yüreğini hoplatan, kocasına baygın baygın bakmasını sağlayan bu sözler şu anda karşısında duran, erkeğim diye güvendiği adamın ağzından mı çıkmıştı? Durmadan dönüp duruyordu beyninde bu sorular.

Yıllardan sonra ulaştığı bugün dünü aratıyordu anneye. İki çocuktan sonra yitirdikleri bir bir önündeydi. Gergin yüz kasları, bakımlı kalem parmakları ve direnci yerini nelere bırakmıştı?! Yüzündeki kırışıkların, tenleri çizen parmaklarının yıllar öncekilerle tanışıklığı yoktu.

Pazar çantasının başında geçmişine uzanan bir yolculuk yaptığını anımsadı birden. Gerçeklerden kaçar gibi düne sığınmak gereğini duydu. Arasıra bu yola başvurması kurtuluşu değildi annenin kuşkusuz. Ama yine de denemeye değerdi.

Mutfağın karşısına düşen yatak odasından oğlunun, kocasının sesleri, gülüşleri geliyordu. İtiş kakışmalarını buradan duyuyordu. Mutfakla yatak odası arası kaç adımlık yerdi ki, olsa olsa dört adım. Bu kadar yakından oğlunu, kocasını duyması olağanüstü bir durum değildi.

Pazar çantasının başında yalnız olması, kocasının üstten aşağı hesap sormaması bir gün önceki kavgalarını anımsattı anneye. Kız ve oğlanın kaçıp giz yerlere saklandığı o kavgaydı şimdi mutfakta yalnız olmasına neden. Demek bir günlük dargınlıkları vardı kocasıyla. İşte bugün sorusuz, hesap vermeden geçecekti. Sevinmeliyim mi diye kendine sormadan da edemedi.

Yalnızlığını, dargınlığını unuttuğu bir sırada hâlâ boğuşmaları bitmemiş oğluna, kocasına, "Kahvaltı hazır. “ diye seslendi. Oğlunun annesinden, düşündüklerinden uzakta, “ Anne yumurtamı yağda pişir." dileğine karşılık vermedi. Yüreğinde duydukları oğlunun isteklerini yerine getirmesine yetiyordu. Yumuşak başıyla kalkıp yumurtayı uzun saplı tavada tereyağı içine kırıp gıcırdattı. Yumurtanın kokusu önce mutfakta, sonra yatak odasında duyuldu.

Yan odada yatan kızına daha bir yakındı anne. Kendi dünü, bugünü mü duyuruyordu bu yakınlığı? Kızının yastığı kaplayan saçlarını elinin içine alıp okşadı bir süre. Sona kulağına sevgiyle:"Benim güzel kızım, dert ortağım kalk, sana pazardan bak neler aldım! “ diye konuştu. Oğlu için yüreğinde taşıdıkları kızı için de vardı. Ama, kadınlığı kızına olan düşkünlüğünü artırıyordu. Belki de düşünde kurup ulaşamadıkları bu yakınlığı doğurmuştu  kim bilir!

Anne düşünceler arasında koşturup durdu usunu. Sonra iç geçirdi. Kızı uyanınca boynundan göğsüne doğru kayan renkli boncukları gördü. Eliyle tek tek hepsini yokladı. Birden kalkıp başucunda oturan annesinin boynuna sıkı sıkı sarıldı. Minik dudaklarını dokundurmadık yer bırakmadı annesinin yüzünde. Ne pörsüyen yanaklarına ne de sönen göğsüne aldırıyordu. Annesi onun için yediğinde doyamadığı baklavanın en hasıydı.

Baba – oğul mutfaktaki masada yerlerini almışlardı. Her zaman olduğu gibi Karşı karşıyaydılar. Anne ile kızı da birlikte gelip masaya yanaştılar. Tereyağında pişmiş yumurtayı gören oğlunun gözleri ışıdı, ağzı büyüyüp yanakları çukurlaştı. “ Yaşasın annem! “ diye ünledi. Masadakilere istediğini elde etmenin mutluluğunu duyuruyordu.                                                       

Anne, özlemlere, düşlere kavuşmanın ne kadar güzel olduğunu en iyi bilendi. Oğlunun sevinci, “ Yaşasın annem! “ diye ünlemesi, kızının ulaşamayan kollarıyla sarılıp boynunu kucaklaması üzüntülerini unutturmuştu. Oğlundan bir kez daha yüksek sesle, “ Yaşasın annem! “ diye bağıra bağıra yinelemesini bekledi. Oğluysa, çinko tabakta tereyağına bulanmış yumurtasına ekmeğini banıp banıp ağzına götürüyordu.    

Karısının Erzincan üzümü gözleri yine eskisi gibiydi. Annede yitip gitmeyen tek güzellik gözleriydi. Zorluklar, üzüntüler onlardan bir şeyler alamamıştı. Sevecenlikle bir süre izledi karısını. Konuşan bakışlarını yönelttiğinde karısı gözlerini kaçırmadı, izin verdi bakmasına. Diliyle olmasa da gözleriyle konuşmasını sürdürmesini istedi. Dargınlıklara dayanamıyordu artık.

Mutfak masasına yakın duran pazar çantasını gördü baba. Boşaltılmıştı. Demek bugün günlerden cumartesi. Karısının erkenden kalkıp Pazar alışverişini yaptığını , kahvaltıyı hazırlayıp masayı donattığını görünce sevindi. Konuşan bakışlarını çoğaltıp karısında gezinmesini sürdürdü .

Kocasının bakışları, oğlunun, “Yaşasın annem! “ ünlemesi anneyi mutluluktan uçurdu." Demek çok şeyler istemiyormuşum ben. “ diye içten içe konuştu kendisiyle. Dargınlıklara paydos dedi. Artık yokluktan, yoksulluktan yakınmayacaktı. Evindekilerle geleceğe uzanıp dal budak vermeyi, çiçek açıp meyveye durmayı düşledi. Yine düşlere sarıldı anne. “ Düşsüz de yaşanmıyor ki! “ diye içinden geçirdi.

Anne, sevinç duymanın, mutluluğu tatmanın zor olmadığını yakalamıştı bu kez.

  

 

 
Toplam blog
: 1064
: 732
Kayıt tarihi
: 24.03.12
 
 

Türkay KORKMAZ, umuda yolculuğu ertelemez. Mermeri delenin damlanın sürekliliği olduğunu bilir. Y..