Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Ağustos '11

 
Kategori
Tarih
 

Yaşayan tarihimizin canlı sesi: Fatma Körbahtiyar

Yaşayan tarihimizin canlı sesi: Fatma Körbahtiyar
 

2010 Ekim sonu.. Bu onu dört veya beşinci ziyaretim. Her seferinde unutuyor beni, ama tanırmış gibi bakıyor yinede gözleri.. 

Onun adı Fatma Körbahtiyar. Fatma nine, Kurtuluş Savaşında Kuvay-ı Milliye’de Atatürkle düşmana karşı omuz omuza çarpışmış bir babanın en büyük kızı. Babası mercekli özel yapım silahlar kullanan ve gözlerini vatanına bağışlayan bir asker olduğu için Kör Bahtiyar olarak anılmaya başlamış o zamanlar. Bu yüzden Fatma nine soyadı kanunuyla birlikte babasının ismini ve nişanını almanın onuruyla başlıyor her sözüne.. Ben “Fatma Körbahtiyar’ım” diyor.. Küçük boncuk gözleri sulandıkça dağılan suluboya bir fırçayla boyanmış gibi… Yaşlandıkça dağılmış, açıklaşmış sanki gözlerinin rengi. Yeşil ile ela arasında gidip gelmekte. Geçen yıl gördüm onu ilk kez, bir kandil veya bayram günüydü. Odalarını dolaştım tek tek huzurevinin çoğunlukla yalnız gitsem de o gün yalnız değildim. Fatma ninenin odasına girdiğimde ilk önce yatakta yatan yaşlı bir nineyle ilgilendim, hastaydı ve yürüyemiyordu. Elimi sıkı sıkı tutarak anlatmaya başladı, gençliğini, gördüklerini, yaşadıklarını öyle ya hayatın ona verdiği en güzel ödüldü gençliği. Kırmızı topraklı ada yollarını, Kuran-ı Kerim’in kenarlarını altın yaldızla işledikleri Beyoğlu günlerini, hastalıklarını ve huzurevine gelişini hepsini neredeyse hiç atlamadan anlattı bana. Hani olurya kafam başka yere gider yahut dalarsa diye gözlerimin içine nakış nakış işler gibi... gözlerini gözlerimden hiç ayırmadan. O anlatırken hep kulağım ondaydı yalnızca ara sıra Fatma nineyle konuşan arkadaşlarıma dönüp bakıyordum. Yatmıyordu Fatma nine. Başında başörtüsü önünde yuvarlak bir masa, karşısında televizyon, oturuyor sağına ve soluna oturan arkadaşlarıma bir şeyler anlatıyordu. Televizyonda yine gündemdeki bir konu tartışılıyordu. Demek ki kimsenin olmadığı zamanlar haberleri takip ediyor diye düşündüm. Zaten başka ne yapabilirdi ki. Ne yapabilirlerdi. Birbirleriyle her gün beraber olmaktan yada konuşacak şeyler bulamadıklarından belki kimse kimseyle konuşmuyordu. Bedenleri gibi sesleri de yorgundu aslında. Yavaş yavaş çevrilen takvim yaprakları gibiydi onlar için kelimeler. Ve ne zaman biteceğini merak ediyorlardı bu takvimin. Orada olduğum zamanlardaki hislerimi sadece birkaç kelimeyle tarif etmem çok zor. Hüzünle, heyecanla, umutla birlikte aslında daha önce karşılaşıp konuşamadığım vatan ile de burada tanıştım. Aslında çok küçükken yazdığım ve bir törende okuduğum 23 Nisan şiiriyle duyurmaya, anlatmaya çalışmıştım bu vatanın önemini, bendeki sevgisini. Ama onu kazanılırken yakından gören, tanıyan, bugünmüş gibi anlatabilen biriyle hiç tanışmamıştım. Sanki bir duyguya ilk kez isim verilmiş gibiydi.. Ve ismiyle anmak daha da kuvvetlendiriyordu beni.. Bi zaman sonra yaşlı nine benim ellerimi gevşetti ve seninde başını şişirdim güzel kızım dedi. Tabiki aksine dinlemenin mutluluğunu ona hissettirip alnından öptüm. Kırlaşmış beyaz saçları ne kadar sertleşmişti, okşadım küçük bir kızın saçlarını okşarmış gibi . Öyle sevgiye muhtaç, şefkat dolu bakıyordu ki gözleri, öyle dese de bırakmak istemiyordu aslında elimi güzel sözlerle gönlünü aldım ve yine gideceğimi söyledim. Zamanım çok az kalmıştı, aslında arkadaşlarım olmasa ben kalabildiğim kadar fazla kalacaktım ama onlarda o gün bana emanet edilmiş küçük arkadaşlarımdı benim. Sonra Fatma nineye döndüm, arkadaşım heyecanla bana Fatma ninenin babasından söz etti. Yakınına iliştim yavaşça Fatma nine’nin ve kendimi tanıttım. Gülümsedi.. Güzel sözler etti hepimiz için, hayırlı dualarda bulundu. Sonra anlatmaya başladı. Kelimeleri koşarak çıkıyordu dudaklarından herkesin aksine benden bile hızlıydılar. Sadece hızla koşarken zaman denen tümseğe ara sıra çarpıp tökezliyorlardı o kadar. Bazen de duraklayıp nereye doğru koşacaklarını düşünüyorlar yada arkalarından gelecek kelimeleri bekliyorlardı. Ne söyleyeceğini unutuyordu yani Fatma ninem. Duraklıyor, yoruluyordu arada bir.. O anlatırken daha başlamıştı hayranlığım. Evet o dönemde yaşamış olması büyük bir gururdu onun için ama onu tanıdıkça kişiliğini, mütevaziliğini gördükçe her şeyden ayrı, daha çok seviyor insan onu. Çünkü vatan, millet derken yanında ‘Allah’ demeyi, ‘Şükür’ demeyi hiç ihmal etmiyor. Babasını anlatırken sulanıyor yine gözleri, onun Fransız askerler tarafından esir edilişini anlatıyor bize. Fransız askerler yakaladıkları Türk esirlerle birlikte bulundukları geminin kapalı bir bölümüne kapatıyorlar Bahtiyar Efendiyi. Su yerine deniz suyu veriyorlar ve aç bırakıyorlar günlerce. Türk esirler öldükçe birer birer atıyorlar karaya. Babası Bahtiyar Efendi beş altı dil bildiği için Fransız askerleri dinliyor ve yakınındaki arkadaşına gizlice talimat veriyor. Eğer tekrar gelirlerse ölmüş gibi davran. Ellerindeki süngülerle dürterken canını acıtsalar bile en ufak bir tepki verme. Ve öyle de yapıyorlar. Onları öldü zanneden düşman askerleri bi çuvala sokup atıyorlar. Bahtiyar Efendi kurtuluyor kurtulmasına ya ciddi bir böbrek hastası oluyor. Ve kısa sürede tükeniyor böbreği, ölüyor. Fatma nine bunları anlatırken ellerimi sıkı sıkı tutuyor. Ona sarılmamak için kendimi zor tutuyorum, ağlamamak, ağlatmamak için. Ama taşmak üzere olan su bardakları gibi dolu dolu küçük bir sarsıntıyla düşürüyoruz ilk damlalarımızı. ve susup içimize akıtıyoruz çoğunu.. Fatma nineyi o gün çok fazla yormak istemedim. Önündeki sürahi ve bardağa uzandı, yorulmuştu. Küçük yuvarlak gözlüklerinin üzerinden bardağı inceledi. Yaşlılık diye söylendi bu bardağı buraya koyuyorum iki dakika sonra bulamıyorum. Çok unutuyorum diye gülümsedi. Çok tatlı bir kadındı. Oradan ayrılırken en yakın zamanda yeniden onu görmenin ve uzun uzun konuşmanın hayaliyle heyecanlandım. Sonrada özel günlerde gitmeyi bir alışkanlık haline getirdim. Geçen Ramazan bayramında hava güzeldi ve bahçede otururken bulmuştum onu. Bu sefer başı açıktı ve tanıyamamıştım. Sonra gülüşüyle hatırlattı kendini Fatma nine…Onunla yine yarım saat kadar zaman geçirdim yeni baştan görmüş gibi anlattı yeniden. Merak ettiklerimi sordum fazlasıyla cevapladı sorularımı. Ve bugün.. Cumhuriyet Bayramı.. Cumhuriyet'in 87. yılında 80 yaşının üstündeydi Fatma nine.. Bir korkuyla tuttu ellerimi bugün, sanki kaçırıp götüreceklermiş gibi onu, korkuyla konuşuyordu televizyonu işaret ederek. Aman yavrum diye başlayıp vatan aşkını dillendirdi yine uzun uzun. Sır gibi öğütler verdi, hazine değerinde sözler verdirdi. Yemin ettim kutsal bir kitap gibi öpülesi ellerini alnıma uzatırken. Babam kazandı bu toprakları dedi gözleri dolu dolu, nice şehitlerimizin kanı var dedi ... ne diyeceğimi bilemedim. Güven vermek istedim ama bir kelebek gibi üç gün yaşayabiliyordu artık güvenim. Onda nasıl yaşatacaktım. Korkmayın, biz varız diyebildim sadece. Biz varken içiniz rahat olsun. Sonra sustum. Sanki suçlu olan benmişim gibi hissettim.. Suçladığı ben değildim aslında ama giderken uzun uzun sözlerini düşündüm. Beni bile suçlasa haklıydı çaresizliğimin bir parmaklık gibi önümde yükselmesine sebep bendim, bizdik. O yüzden çok haklıydı Fatma nine.. Suçluyduk hepimiz.. 

 

 

Hatice Demir 

Huzurevi Notlarım 

29 Ekim 2o1o 

 

 

*Aksi ispat edilmediği sürece, 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu 81. Maddesi gereği eserin tamamının telif hakları yazara aittir. Herhangi bir şekilde "hangi yazara ait olduğu" belirtilmeden ve yazarın izni olmadan paylaşılması veya yayınlanması yasaktır. 

 

 
Toplam blog
: 37
: 428
Kayıt tarihi
: 01.11.07
 
 

İçimden geldiği gibi....   ..