Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Nisan '09

 
Kategori
İlişkiler
 

Yaşlı kadın!

Yaşlı kadın!
 

yaşamlardaki esaretler!


Yaşlı kadın balkonda oturmuş karşısında ki manzarayı seyrediyordu. Manzarası ise alabildiğine yeşilliğe bakıyor ve uzaktan bir evi görüyordu. Yaşlı kadın gece olunca o evin ışıklarına bakar huzur duyardı. Tek başına yaşadığı bu evde, uzakta ki ışık ona arkadaş olurdu. Oysa orda kimler oturur bilmezdi. Orda oturanlar da, yaktıkları ışığın, bir başkasının içini ısıttığını bilmezlerdi… Işığa doğru bakarken birden, her zaman ki gibi geçmişi düşünmeye başladı!...

Evliliğini, çocuklarını ve gündelik telaşlarla geçirdiği ömrünü!..

Kocasıyla tam 25 yıl aynı yastığa baş koymuştu ama hiç anlaşamamışlardı. Paylaşımsız bir evlilik yaşamıştı. Ne zaman konuşmaya başlasalar sonu hep tartışmayla biterdi. Bazen çocukları için susmayı tercih ederdi ama sürekli kendisini eleştirdiği içinde zor sabrederdi. Kocasının onu anlamadığını, 25 yıl beraber oldukları halde kendisini hiç tanımadığını düşündü!.. Nasıl da zordu böylesine evlilik nasılda zordu!...

Evliliğinde hiçbir zaman mutluluğu yakalayamadı… Kocasıyla bir defa olsun dertleşip de içini dökemedi.

Çocuklarına elinden geldiği kadar iyi baktı. Gecesini gündüzünü onlara verdi kocası çalışmayacaksın evde oturacaksın dedi o da öyle yaptı. Giymedi giydirdi yemedi yedirdi… çocuklarını iyi yetiştirip saygın birer meslek sahibi olmalarını sağladı. Sonrada hepsi yuvadan uçup gitti.

Yavrularını hep bağrına basmıştı zamanında… Minicik ellerine ayaklarına bakar, uyurken onları seyrederdi. Minicik ayaklarını ellerini öpmeye doyamazdı. Biliyordu ki bu eller ayaklar bir gün büyüyecek artık öpülmeyecek hale geleceklerdi. Ne kadar öpse de doyamadı… O ellere ayaklara… Bir gün büyüdüler… O eller, ağızlar, annelerine neler söylemedi ki ama anneleri yine de onları çok sevdi.

Şimdi arayıp sormamalarına kızıyor ama bu zamanda ekmek parası kazanmak kolay mı? Yeter ki çalışsınlar diyerek gönlünü ferahlatıyordu.

Şimdiler de ise herkes kendi telaşına kapılmış annelerini önemsemiyorlardı bile! Gitgide evlatlarımız daha mı bir nankör oluyordu ne?..

Kocasını da kaybedince evde iyice yalnız kalmıştı.

Evliliğini düşündü… Gençliğini ve güzelliğini boşa harcadığının farkındaydı. Tek bir hayatı olduğunu ve bunu da nasıl geçirdiğini düşündükçe içi boğuluyordu!...

Neden evlenmişti?.. Niçin çocuk doğurmuştu?.. Neden sadece çocukları için yaşamıştı?... Şimdi çocukları neden yanında yoktu?.. Hep “gelecek” diye ümit ettiği, beklediği o güzel günler neden gelmemişti?..

Alabildiğine haykırmak istiyordu… çünkü kendi hayatına yön verme hakkını beraber yaşadığı insanlar ona vermemişti!.. Kendi içinde şıkışıp kalmıştı… Hep isyanlarını içinde biriktirdi durdu. Eliyle göğsünü yırtıp içindeki tüm yaşanmamışlıkları atmak, bu doyumsuzluktan kurtulmak istiyordu. Hayatı boyunca ona huzur vermeyen toplum koşullarına ayak uydurmaktan bıkmış bunalmıştı. Ama, artık her anlamda özgürdü… Fakat ayağa bile kalkmaya zorlanan bir vücuda sahipti artık!... Tekrar gözyaşlarını tutamadı yaşlı kadın ağladı… ağladı…. ağladı!...

Şimdi, gözleri hep O uzakta ki ışıkta… Gecenin yalnızlığını onunla paylaşıyor ve mutlu oluyordu.

Yanındaki sehpanın üzerine koyduğu çaydan bir yudum aldı…

Gözlerinden inen yaşları eliyle silerken çayının soğuduğunu fark etdi. Uzaktaki o evin ışığı da sönmüştü. Havanın serinliğini hissederek ürperdi. Öyle bir ürperişti ki bu, bütün vücuduna yayılan soğuk, taa içine kadar onu titretmişti.

O akşamdan sonra ki akşamlarda yine o uzaktaki evin ışığı hep yandı!... Ama yaşlı kadın artık göremiyordu. Sonsuzluğuna adım atarken, bundan sonraki hayatında, hep hayal ettiği gibi yaşayacak ve uzaklardaki bir ışığa özlem duymayacaktı. Çünkü artık onun ruhu da bir ışıktı… İstediği yerde, istediği gibi huzuru yakalayacaktı!...

İşte arkadaşlar… bu hikaye bizim içimizdeki yaşamlardan sadece bir örnek! Biz kadınlar, hep anaerkil olarak yetştirildik. Kendimiz için yaşamayı öğretmediler bize…

Genç kızken ailenin namusu, evlendikten sonrada kocanın namusu olduk! Neden?... Biz kendi namusumuza sahip çıkamıyor muyduk? Yoksa biz insan olma özelliklerini almamış mıydık? Ya da, bize bu hakkı mı vermediler? Tabii erkeğin namusunu sorgulayan olmadığı için göze batan hep kadın oluyor. Çünkü toplum buna odaklanmış, bu önemsenmiş ve kabul edilmiş.

Biliyor musuz boşanma davaları avrupa ülkelerine göre neden Türkiye’de daha azdır? ben diyeyim kadınların hep bu toplum baskısıyla oluşan değerlerdendir! Çünkü kadına toplum demiştir ki;

-yuvayı yapan dişi kuştur sen sabret,

-çocukların var sabret,

-kocandır çekeceksin,

-erkeğin elinin kiridir yıkayınca geçer ama kadının geçmez (nasıl bir kirse o)

Vb…. bunlar uzar gider.

Ama ben eminim ki zamanla, kadınlarımız daha çok bilinçli olacak ve yetiştirdikleri çocuklarını artık eski düşüncelere hapis etmeyeceklerdir.

Sizlere kendime özgü bir izlenimimi aktarmak istiyorum. Çocuklarımızın okul başarılarını hiç incelediniz mi? Kız çocuklarımız, erkek çocuklarımıza göre daha başarılılar. Bunu ben bir çok öğretmenlerimiz lede konuştum. Hadi bakalım düşünülelim sizce bunu nedenleri nelerdir?

Bakın yazımı yazarken yine dalmış gitmişim… Nerden başladım nasıl bitirdim.

En iyisi başka yazılarımda tekrar buluşmak dileğimle diyorum. Benimle gönül birliğinde olan, olmayan tüm okuyucularımın gözlerine sağlık diyorum.

Sevgilerle kalınız.

Aysen Aydın

 
Toplam blog
: 76
: 720
Kayıt tarihi
: 26.04.09
 
 

Kendi halinde, düşünmeyi/yazmayı seven  biriyim. En çok değer verdiğim konu ise herkesin bilinçli..