Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Mayıs '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Yaşlılık ve Ölüm

Yaşlılık ve Ölüm
 

1996 yılı yaz aylarından biriydi. Sıcaktan bunalıp arkadaş grubumuzla beraber orman içinde bulunan piknik alanına gittik. Soğuk suların içine atılan karpuz, oğlak kuyu tandırı derken keyfimiz yerine gelmişti. Öğle vaktine doğru arkadaşımızın dedesi çıkageldi. Ege’nin yaşlıları yaz-kış uzun kollu gömlek, gömlek üstüne yelek ve başta olmazsa olmaz Kemal Paşa’nın köylü kasketini giyer. Bıyıkları ya çizgi bıyık ya da nohut bıyıktır. O da öyle giyinmiş çizgi bıyık bırakmıştı. Bizlere selam verdi. Kendisine ikramda bulunduk. Aldı ama bizim masaya oturmadı. Kendi yaşına yakın arkadaşlarının yanına geçti. Hep beraber içmeye başladılar. Bir süre sonra alkolün etkisiyle duygusal bir hava çöktü içlerine. Derken arkadaşımın dedesi gayet duygusal bir şekilde:

—Arkadaşlar bu bizim son beraber içişimiz olacak. Seneye ben aranızda yokum!
—Haydaaa, ne diyorsun sen Veli dayı, olur mu hiç? Daha çook beraber rakı içeceğiz.
—Yooo, bu son içişimiz olacak!

Veli dede geçen 4 Mayıs günü aramızdan ayrıldı. 11 yıl boyunca her gün her saat Azrail’i bekledi. Sağlığı giderek bozuldu. Azrail onu hiç beklemediği bir anda tatlı bir bahar gecesinde rahatsız etmeden uykuda alıp gitti.

Hayatımız okuldu, işti derken hep memleketten uzakta geçtiği için bayramların büyük önemi vardı bizim için. En küçük fırsatta memlekete gider, hasret giderirdik. Yaşlı ve bizi seven bir ninemiz vardı. Gördüğü yerde sarılır öperdi. Bayramsa mutlaka eski ve yamalı elbisesinin gizli yerlerinde bulunan şekerlerden verirdi. Nezaketen alırdık ama ağzımız çikolatalara alıştığı için ağzımıza atmaz elimizde tutardık. Ayrıldıktan sonra karşımıza çıkan tatlı olsun da ne olursa olsun diyen çocuklara verir onları sevindirirdik. Zamanın, Rus atasözüne göre bazen solucan gibi bazen daldan uçan kuş gibi geçtiği günler çabuk biter, gitme zamanımız gelirdi. Gideceğimiz gün mutlaka uğurlamaya yaşlı nine gelirdi. Gözlerinden akan yaşları temiz ama yıpranmış mendiliyle silerek, “Seninle bir vedalaşayım yavrum, Allah bilir belki bir daha seni göremem.” derdi.

Aradan yıllar geçse de bu anlar tekrarlandı. Artık alışmıştık ninemizin bu sözlerine: “Allah bilir belki sizi bir daha göremem.” Ezberden söylüyorduk. Onun ölmeyeceğine bile inanmaya başlamıştık. Ama birkaç yıl önce göçtü gitti aramızdan. Sözleri kulaklarımızda kaldı.

İnsan gençken ölümü kendisine uzak hissediyor. Hayatın bir sıkışta suyunu çıkaracağını sanıyor. Ancak zaman geçerken asıl suyu sıkılanın kendimiz olduğunu anlıyoruz. Yaşlıları daha iyi anlamaya başlıyoruz. Onlara karşı saygısızlık etmenin, bilmeden onları incitmenin farkına varıp “keşke” demeye başlıyor insan. Oysa onların son günlerinde bizlerden istediği fazla bir şey yok, sadece saygı istiyorlar. Biraz da anlayış.

Yaşlılara üzüldüğüm bir olay daha var. Genelde erken ölen birisinin cenazesinde neden söylendiğini anlayamadığım, “Ah ah, bu öleceğine onun yerine bir tane yaşlı ölseydi ya!” serzenişleri dökülür ağızlardan. Belki günün birisinde bunu söyleyen yaşlanacak, bu sözler kendisine söylenecek. O kadarını düşünemiyor olsa gerek. Bu sözleri duyan yaşlılar boyunlarını bükerler. Sanki ölmek onların istedikleri zaman olacakmış gibi. Onlarda istemezler ömürlerinin son günlerinde paraları varsa zoraki bir saygı, paraları yoksa itilmişlik duygusunu tatmayı. Gerçekten çok zor duygular her gün ölecekmiş gibi güne başlamak. Bu sıkıntıdan çatlamak üzere olup Allah’a canını alması için yalvaran çok yaşlı biliyorum.

Bir ülkenin kalkınmışlığını ölçmek için sanayisine bakmak gereksiz. Yaşlılara ve özürlülere bakalım yeter. İstanbul’a gittiğim zaman Topkapı Sarayı’na değil oraya gelenlere hayran olmuştum. Yaşlı yaşlı yabancı turist kafileleri emekliliğin keyfini çıkarıyorlardı. Bizim yaşlılarımız ise Azrail’in ziyaretini bekliyorlar!

 
Toplam blog
: 150
: 2951
Kayıt tarihi
: 14.01.07
 
 

1975 Aydın doğumluğum, bir Ege sevdalısıyım. Dostluğa, arkadaşlığa önem veririm...