Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Mart '09

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Yatak, yüklük altları hazine sandığı gibiydi…

Yatak, yüklük altları hazine sandığı gibiydi…
 

Küf kokan evin duvarındaki siyah beyaz fotoğrafa takıldı gözüm…

Babaannem…

Babam çatıyı geçen yaz elden geçirmişti ama…

Söylediğine göre; komşular taş atıp evin içine su girsin diye kiremitleri kırıyorlarmış…

Gülümseyerek “ olur mu öyle şey” dedim…

“Sen bilmezsin onları” diye cevap verdi…

Bahçenin demir kapısındaki asma kilidi naylon parçasına sarmış… Güldük önce sonra mantıklı geldi… Kilit paslanınca kapı nasıl açılacak?

Hem naylon parçası işaretmiş…

Demir kapıyı açarlarsa, anlayacak babam…

A babam bahçenin duvarları yok!

Eskiden evin önünde leyleklerin yuva yaptığı bir kral ağacı vardı…

Kesmiş birileri…

Kime ne zararı dokunmuş bilmem ki!

Yağmur yağıyor, çimenler ıslak…

Paçalarımız ıslak, gülerek avluya giriyoruz…

Beyaz bir köpek dikiliyor karşımıza sinirli de bir şey… Kendi evimize sokmayacak bizi meymenetsiz… Sırtını kamburlaştırıp bütün gücüyle havlıyor…

Köpeğin yoksa sahibinin hatırı var diye geçiriyorum içimden…

Sahibinin de hatırı yok ya, neyse!

Hatır gönül işi mi kaldı bu devirde?

Hangimiz selamla iş yapıyoruz artık?

Eskiden evin tam karşısında, kerpiçten bir helâ vardı… Gece ödümüz kopardı çişimiz gelecek diye… Gelirdi…

Ayıplamasınlar diye kimseyi de uyandıramazdım…

<ı>“ Koskoca adam oldun, utanmıyor musun sen!!”

O zamanlar bir sürü cinli perili hikâye anlatırlardı…

Çarpılanı, ağzı burnu yamulanı mı istersin, yatağından alıp götürüleni mi?

Bülbül gibi şakırken, kekelemeye başlayanı mı?

Kısmeti, basireti kapananı mı?

Bir dilsiz Recep vardı mesela, onu yatağından alıp götürmüşler! Çocuk bir kendine gelmiş, aman Yarabbi, dağ başında bir yerde… Koşarak eve gelmiş, annesi, babası da Onu aramaya çıkmış zaten…

“Babası ne oldu be oğlum” demiş…

Recep açmış ağzını ama… Konuşamamış…

Götürmedikleri Hoca kalmamış çocuğu…

Sabahtan kaynamaya başlamış ıhlamurlu, gelincik sigaralı, duman altı muhabbetlerde uyumamaya çalışarak dinlerdim bu hikâyeleri, gözlerim kapanmasın diye çok uğraşırdım… Bir battaniyeye sarılmış olarak gecenin kör yarısı uyanırdım…

Sıkıysa tuvalete git!!

Oturma odasının kapısını mahsus hızlı kapatırdım ki, babaannem uyansın!

“ Ali!”

“ Efendim babaanne…”

“ Tuvalete mi?”

“ Evet, korkmuyorum ama!!!”

“ Kapının çengelini takmayı unutma!”

Hırsızlardan bu çengeller korurdu bizi o zaman…

Çengeli taktımı, iş bitti!

Telli dolabın önünden, bir kaşık toz şekeri ağzıma atmadan geçmezdim!

Tevekkeli değil şimdi diş yok ağzımda…

Yatak, yüklük altları hazine sandığı gibiydi…

Akide şekeri mi istersin, lokum mu? Lokumlar tahta kutulardaydı o zaman...

Nemli bisküvilerin arasına lokum sıkıştırır öyle yerdik…

Kremalı bisküvinin atası!

“ <ı>Babanne bize püsküüt kıstırsana beeee…Hadi beee!!!

<ı>

<ı>( “Kıstırma” dedim de… Bizim mahcurlardan biri Bulgaristan’dan yeni gelmiş… Bakmış millet tost yiyor, canı çekmiş… Dayanamamış sormuş; “sucukluyu, kaşkavallıyı kaça kıstırıyasınız?”)

Kuşlokumu, keçiboynuzu, iğde, leblebi tozu, kaymak… Gazoz…

Yıllar önce sarışın bir çocuk bırakmıştım buralarda, yağmur yağmasa balıktadır diyeceğim ama kim bilir nerelerde?

 
Toplam blog
: 1280
: 1114
Kayıt tarihi
: 09.08.06
 
 

Deniz tutkunu.Amatör kıyı balıkçısı. Aynı Şarkı ve Ilık Havada Hoşça Kal adlı kitapların yazarı ..