Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Şubat '07

 
Kategori
Mizah
 

Yataklı trende aşk

Yataklı trende aşk
 

Gece seferi yapan Viyana - Berlin trenine bindiğimde, kalkışa sadece iki dakika vardı. Her zaman olduğu gibi yine son anda yetişebilmiştim ve koşuşturmaktan dilim bir karış dışarı sarkıyordu.

Hemen kompartımanımı buldum ve sabaha kadar deliksiz uyuyacağım yatağımı yaptım. Dört kişilik kompartımanda benden başka kimsenin olmadığını sevinçle farkettiğimde vagon görevlisi de bilet kon-trolü için gelmişti.

Görevlinin dediğine göre Linz'den bir yolcu daha binecekti ama ben o zaman çoktan uyumuş olacağımdan dert etmedim tabii. Gerekli düzenlemeleri yaptıktan sonra yatağıma uzandım ve yasak olmasına rağmen bir sigara yaktım. Kompartımanda tek başıma olduğumdan yalnızlığın tadını çıkarmam gereki-yordu.

Elimde kitap yatağıma uzandım ve derin düşüncelere daldım...İşim gereği iki hafta boyunca Viyana'da çalışacak, ondan sonra da üç gün Berlin'de izin yapabilecektim. Bin kilometrelik yol arabayla çekilmeyeceğinden yataklı vagonu tercih etmiştim ve yaklaşık bir senedir bu hat üzerinde yolculuk yapıyordum.

İlk başlarda çok cazip geliyordu bu tren yolculukları, macera vadediyordu ve her an her şey olabilirdi. Ne de olsa "mıç mıça" yatıyordu yolcular ve yakın temas durumları vardı. Bu durumdan istifade tanışılabilir, karşılıklı adresler, telefon numaraları ve e.posta şeyleri verilebilir, kısa veya uzun vade "düzeyli" birlikteliklerin alt yapısı hazırlanabilirdi.

Bu tür salakça fantazilerim bir iki ay sürdü. Benim kör talihimden midir, bilmiyorum ama ya çok veledi olan gürültücü ailelerle, ya geveze teyze ve amcalarla, ya da birakeş öğrencilerle doluyordu benim kompartıman. Her yaştan güzel hanımlar ise diğer kompartımanlara doluşuyordu nedense. Tren bileti firma tarafından internet aracılığınla (teknolojinin gözü kör olsun) alındığından ufak bir rüşvet karşılığı bazı ince ayarları yapacak muhattap da bulamıyordum.

Bu isyankar düşüncelerle uyuyup kalmışım tabii. Hafif bir sarsıntıyla uyandım. Tren Linz'de durmuş, şimdi de hareket ediyordu. O kadar yorgundum ki, ne göğsüme düşen kitabı bırakabiliyor, ne de gözümdeki okuma gözlüğünü çıkarabiliyordum. Vaziyetimi hiç bozmadan gözlerimi kapadım ve gecenin bu saati kompartımanıma ortak olarak beni rahatsız edecek münasebetsiz yolcuyu görmemek için uyumaya çalıştım.

Önce o büyülü parfüm kokusu geldi burnuma, sonra ayak sesleri duydum bulunduğum kompartımanın önünde biten... Ve kapı açıldı... Alt ranzada yatıyordum ve gözlerimi açtığımda bir çift şahane bacakla burun buruna geldim. Daha iyi görebilmek için okuma gözlüğümü çıkardığımda karşımda bir "afet" duruyor ve bana gülümsüyordu...

Nedense birdenbire dinçleşmiş, karşımda duran güzellik sayesinde uyku muyku kalmamıştı bende. Her centilmen Türk erkeğinin yaptığı gibi yerimden fırladım ve valizini bir kavrayışta üst kattaki rafa yerleştirdim. Yerleşmesine yardımcı olurken kafamdaki tilkilerin kuyruk sallamalarına engel olamıyordum (Böyle durumlarda bir acaip olur bu satırların yazarı)... Biraz sohbet edebilir miydim bu güzellikle yoksa dönüp k..çını yatar mıydı? .. Boş yere endişelenmişim...

Tren kantininden ikinci kez aldığım kırmızı Tirol şarabını yarıladığımızda kraliçe yerine iyice yerleşmiş ve bir sigara tellendirmişti. O da benim gibi yasakları ve kuralları iplemiyordu ve kim bilir daha nice kural ve yasağı iplemeyecekti.

Berlinli'ydi ve Linz'de yapılan bir iş toplantısından dönüyordu. Üstelik o da benim gibi uçaktan korktuğu için treni tercih etmişti ve bekardı benim gibi...

Geceyarısına kadar süren sohbetimizde bir çok ortak yanımızın olduğunu farkettik. Artık yatalım dediğimizde içim içime sığmıyordu... Sabah kahvaltısını Berlin'de yapacaktık başbaşa. Ondan sonrası Allah kerim...

Yatar yatmaz düşünceler daldım tabii... Büyük bir aşk doğuyordu işte. Üstelik düzeyli bir aşk... Hem de ilginç ve romantik bir ortamda. Aptallık edip "Seni seviyorum" diyememiştim ona ama sabah Berlin'de kahvaltı ederken şok bir evlenme teklifi yapabilirdim. Çocuklarımız olurdu boy boy(Oğlumuz olursa ismini Bahnhof koyardık)... O, evinin kadını olurdu tabiyatıynan! Benim kazancım ikimize de yeterdi.

Ben yarı uykulu bulutların üzerinde dolaşırken, "Gooooorrrrrrr, Hiiiiiiiiiiiiiii" diye kulakları tırmalayan bir sesle kendime geldim... Eyvah, dedim... Yoksa trenimiz mi düşüyordu? .. Bu ne rezalletti!.. Avusturya Tren Yolları'na da ne oluyordu böyle? .. Kraliçemi kim rahatsız ediyordu bu gürültüyle? ..

Trenimize hiç bir şey olmuyordu değerli okurlar...Benim hayatımın kadını resmen horluyordu. Zaten şüphelenmiştim. "Bu güzel kadında bir acaiplik var"diyordum. Yoksa benimle niye ilgilensin ki? Resmen horluyordu işte ama ne horlamak.

Şeytan diyor, kap yastığı, yüzüne bastır ve boğ! Yok, olmaz! En iyisi kabasına bir şaplak at ve kendine getir. Getir ki uyanıp horlamasını kessin. Sen de uyu rahat rahat.

Aşkımız başlamadan bitti tabii. Sabaha kadar beni uyutmadı bu hatun. Çıldırmamak işten değil. Kahvaltısı da yerin dibine batsın, aşkı da deyip kulaklarıma kağıt mendil tıkıştırdım. Horlamalarla hırlamalarla Berlin'e vardık.

Ben uyur numarası yaptım tabii... Kraliçemiz de pılını pırtısını toplayarak gitti. Büyük bir felaketten kurtulmuştum. Hemen kalkarak toparlandım. Baktım valizime bir not iliştirmiş...

"Beyefendi, acilen bir doktora gidin ve tedavi olun. Horlamalarınızla beni sabaha kadar uyutmadınız. Kahvaltı sözümü yerine getiremiyorum, üzgünüm!"

 
Toplam blog
: 312
: 1658
Kayıt tarihi
: 10.02.07
 
 

Önceleri konuşurdu insanlar, "yazmak", sonraların işi... Duygu ve düşüncelerimizin yanı sıra gözl..