Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Temmuz '09

 
Kategori
Deneme
 

Yataktan her gün yeni bir umutla kalkmalı...

Yataktan her gün yeni bir umutla kalkmalı...
 

Bowling oynayacağım bugün.
Hatta 2050 olimpiyatlarına, elimde bir baston ve titreyen bacaklarımla da olsa katılacağım.
Bugünkü hedefim bu...
Kendi evimde, seyircisiz, kendi kendimle oynadıktan sonra, halka, oradan da dünyaya açılacağım.
Bu oyun henüz olimpiyatlara alınmamış, o nedenle kurallarını kendim koyabilirim. Yani sanırım?.. Bunu araştırmalıyım, emin değilim.
Bir engel yoksa, değiştirip, günümüze uyarlarım.
Asilik var serde.
İsteyen “Asiye nasıl kurtulur” diye düşünüp dursun, isteyen Asi’ye tuzak kursun...

Ben, bowling oynayacağım bugün, kararlıyım.

10 Labut (kuka) dizme hakkım varmış.
Okudum önce; bowling nedir, nasıl oynanır, tarihcesini falan...
Taa MÖ 5000’li yıllarda Mısır’da oynamışlar.
Ve yine taa o zamanlardan adetmiş, danışılmış bir büyüğe ya da tam tersi, danışmasan da, karışır kendini büyük sanan birileri illaki işine...
Ne olmuş, nasıl olmuş bilmem ama, kilise burnunu bu işe de sokmuş. İstek üzerine mi, değil mi artık orasını bilmem...
Soruldu ya da sorulmadı;
“Bana ne, gidin bildiğiniz gibi oynayın!” dememiş.
Deli Dumrul gibi köprüden geçenden 30, geçmeyenden 40 akçe istememiş... sadece köprüyü tutmuş, caiz mi, değil mi karar vermiş, kural koymuş.

Sonuçta, kukaların; günahları temsil ettiğine ve devrilen her kuka ile insanların günahlarından arınacağı açıklanmış!?
Eğlenerek arınma.. Yiyerek zayıflama gibi...
Varsa yoksa cennette yer kapmak, beğenilmek...
Yaptığın her işi/eylemi Tanrı’ya bağlamak?..
Ben demedim O dedi... Candan Erçetin’in bir şarkısında; “Ben özlemedim kedi özledi” dediği gibi...
Hınzır gibi, muzur gibi...
Altında yatan binlerce psikolojik problemler var gibi?..
Eline geçeni boğazından aşağı yolla gitsin, yaptığının zararlı, yanlış olduğunu bilerek üstelik, sonra at bir parmak, kurtul!.. Yutar mı dersin bunu?..“yukarıdaki”..

Ayna diye bir şey var bizim evde, geçerim karşısına; bakarım tam gözlerimim içine. İnan yalan söylemez o gözler. Yeter ki, kaçırmadan bakmaya cesaretin olsun. Önce kendini kandırmayacaksın, kendinle hesaplaşacaksın; yaptığın her işe bir kılıf bulmayacaksın... Benim çözümüm bu.

Onu da araştırdım... Yiyip yiyip kusmayı yani.
Bulumia Nervosa (kusma hastalığı) tıp şöyle anlatıyor:
“Bulumikler de anoreksikler gibi kendilerinin güvenli bir ortamda yaşamadıklarını düşünürler. Yaptıkları herşeyi başkalarını rahat ettirmek için yaparlar ve duygularını sürekli saklarlar. Yemek, bu kişilerin tek güven kaynağıdır. Ayrıca kusma işlemi burada tıpkı ağlama, bağırma ya da öfke duyma gibi, bir tür duyguların dışa vurumu olarak da algılanabilir. “

"...Güzellik, ona sahip olan bir kişiye hoşluk yaşatan bir nesne ya da şekildir. Aslında söz konusu nesne, güzel olduğu için ona sahip olana haz vermez, kendisine haz verdiği için onu güzel bulur... Sanat güzelliği yaratmaktadır; düşünce ve duygunun güzel ve yüce görünen biçimlerdeki ifadesidir; insanlarda, kadının erkeğe ya da erkeğin kadına verdiği temel zevkin dolaylı yansımalarını uyandırır..."
Bunu da araştırmadım ama geçenlerde bir yazı okuyordum, orada gördüm, yeri gelmişken; Will Durant’ın güzellik ile ilgili tarifini de yazayım dedim.

İtiraf edeyim ki birkaç kez okudum. Ve de neden bu hastalık daha çok kadınlarda görüldüğünün cevabını; erkek egemen, üstelik de günümüzün gelişmiş (!?) toplumlarda aradım.
İlkel toplumlarda Bulumia Nervosa gibi bir hastalığın olduğunu hiç sanmıyorum.

“Yemek” bu kişilerin tek güven kaynağı olduğunu yine de anlayabiliyorum, doğrudur da...
Aksırıncaya, tıksırıncaya kadar yemeyle aynı değil bunlarınki.
Neyse, yine dağıttım, ben bowling oynayacaktım bugün.

Şöyle bakındım etrafıma; bizim evde ne gezer 10 metre salon.
Komik olma kadın! dedim, içimden.

Bu kez; yokluktan yıkacağım kuralları anlaşılan... Karizma yerlerde...
Sonuçta, salon tamam, geriye kaldı; unla şeker misâli, yapacağız elbette bir helva...

Minicik ellerime kocaman gelen, ağır bir top buldum önce.
Cinayet mahalli, alet-edevat tamam, geriye kaldı; maktul...
Gönülüsü de olmaz ki bu işin, zorlayacağım birilerini, punduna getirmem gerek.
Bir atışta birkaç kuş yerde!?
Cennetin kapıları sonuna dek açılacak. İşine geliyorsa?.. İnanç bu.. Sorgulamak olmaz.
Ben demedim o dedi.

Oysa bilim insanları: “Beyindeki bir akıntının, inanç konusunda, aşırılığa neden olduğunu” söylemiş.
Ki; bu akıntıdan dolayı, insanlar bağımlı - tiryaki oluyormuş. Esrar, eroin içiyormuş...masumuz yani.
“Akıntım var!” der geçeriz.

Akıntı fakiriyim ben, ne yazık ki.
Yine de inanmak istiyorum. Ye ye zayıfla, işle işle günahları, at bir top; bir bir arın günahlarından.

Tanrı Baba bir sabah uyanınca, güler halime; “Kimi kandırıyorsun ufaklık!” der gibi geliyor yine de.
“Sana, benim adıma vaaz verenlerin, senden farkı ne? Beni neden ondan öğrenirsin kerata!” der mi der valla.
Dedim ya bu oyunun kurallarını ben koyacağım; vaazcıları, fetvacıları dizeceğim kuka yerine.

Her atışta üçünü beşini sereceğim yere. "Göbeğini kaşıyan adam" mıyım ben?.. Onlar gibi gelmeyeceğim oyuna.

Kendi oyunumu kendim oynayacağım. Tek kişilik ve bir kişiye olsa da...
Yani Macide Tanır gibi yapacağım. Çünkü o da; “Tiyatronun Cadısı” adlı kitabı için;
“Tiyatroda her gece, anlayan bir kişi var diye oynadım. Yoksa, ben varım dedim. Bu kitabı da, okuyacak bir kişi var diye yazdım. Yoksa, gene ben varım. Acaba o kişi, siz olabilir misiniz? “

Saime Eren

 
Toplam blog
: 61
: 771
Kayıt tarihi
: 18.09.08
 
 

Dünyanın en güzel şehri olan İstanbul' da yaşıyorum. Emekliyim. Güncel olayları yorumlamanın yanı..