Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

AYFER AYTAÇ GAZETECİ YAZAR

http://blog.milliyet.com.tr/ayferaytac

06 Ağustos '19

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

Yatış Beleş

 
Halk otobüslerine tanıtım kartıyla tek başına olarak biniyorsanız, kendinizi diğer insanlardan ayrıcalıklı görüp, bir mevki belirtir oluyorsunuz. Ancak durakta aynı anda birkaç tanıtım kartlı otobüs yolcusuyla birlikteyseniz, şoför dâhil tüm yolcuların itici bakışlarına hedef kalıyorsunuz. Böyle bir ortamdayken basın kartım olmasına rağmen otobüse binmemeyi, yaya yürümeyi tercih ediyorum.
 
Aşırı sıcaklardan dolayı, ayaklarımın yürümekteki inatlaşmasına aldırmadan varacağım yere kadar ısrarla yolları arşınlıyorum. 
 
Küçük aralıklı adımlarımla ana cadde üzerinden geçiyorken, trafiğe takılmamak için sağ kaldırıma çıktım. İki adım atmamla yolumu genç bir kız kesiyor. Elime bir broşür tutuşturuyor. Broşürle ilgilenmediğimi, ancak yırtıp atma kabalığını da göstermediğimi anlayıp, memnuniyetini belirtircesine gülümsüyor. 
 
Gözlerinin içiyle gülen insanları samimi bulduğumdan yakınlık duyarım. Kayıtsız kalmıyorum, ben de güzelliği dikkat çekici kıza aynı içtenlikle gülümsüyorum. 
 
Kız, bana yaklaşım tarzının semeresini almış olarak samimiyetini daha bir artırıyor ve bu defa pazarlamacı diliyle yoğun isteme ve üstelemeyle hemen yandaki, marifetlerini sergiledikleri iş yerlerine çekmeye çalışıyor. 
 
Tatlı dilli, güler yüzlü ve bu özelliklerinden öte kusursuz makyajıyla ve üzerine yapışan, kendine yakışan mini elbisesiyle çok güzel sayılabilecek bu kızcağız, sizi iş yerine sokmakta o kadar kararlı ki, bir kolunuza girip  sürüklemediği kalıyor.
 
Girmemi istediği kapalı pazar görünümündeki yerin kocaman kapısının camında yang yung türü bir şeyler yazıyor. Meraklanıyorum “Acaba ne ki,” diye. Yabancı bir ülkede miyim ki, yabancı bir isimli firma karşımda bulunuyor. İlk tepkim buna yönelik oluyor. Kıza soruyorum: 
-“Burası neresidir?" Kız: 
-"İsmine takılmayın, Çin’ce bir yazı” diyor. Bir yandan da kız geri geri giden adımlarımı fark edip, yeniden taarruza geçiyor. Hiç pes etmeden beni illa içeri iterek çekerek girmeye iknaya çabalıyor. 
 
Bir anda öfkeye bürünüp "Durun ne yapıyorsunuz, zorla beni yolumdan alıkoyuyorsunuz," diyecek oluyorum. Ama niye ki, güler yüzüne kanıp kendiliğimden durdum işte. Hem o nihayetinde işini yapıyor. Belki evde hasta anası var, babasının kazancı yeterli olmuyor. Kızcağız diliyle para kazanıyor. Bu olabilirlikleri göz önüne alarak, kıza sert davranmıyorum. Nazikçe yanından uzaklaşmak istiyorum. Atik davranıp soru yağmuruna tutuyor, gitmeme müsaade etmiyor.
Kız bana soruyor:
-“İsminiz nedir?” 
O an elin kızına niye gerçek ismimi söyleyeyim telaşı yaşayıp, ismimin Aysun olduğunu söyleyiverdim. Aman dili daha bir tatlanıyor, bakışı gözlerime kilitleniyor, edalı tavır takınıyor kızcağız “Aysun teyzecim lütfen kırmayın beni, n'olur, illa gel şu yatağımıza bir yat” diyor.
 
Anlıyorum ki Çince isimli iş yerinin içersinde yataklar var. Çin’e bakar mısınız, adamlar nerelerden kalkıp gelmişler, ufak tefek halleriyle, soluk benizleriyle Türkiye’de yatağımıza kadar girmişler.
-“Kızım sizin yatağınıza ben niye yatayım, ben evimdeki kendi yatağımdan başka yatakta yatamam,” dememle işin aslını öğreniyorum. Kız diyor ki: 
-“Bu da sizin yatağınız olacak, önce bir yatın, memnuniyetiniz üzerine yatağı almak zorunda hissedeceksiniz kendinizi ve bundan sonrası evdeki yatağınızı çöpe atacaksınız, bizim sunduğumuz yatak sizin vazgeçilmez yatağınız olacak."
 
TİCARETTE PAZARLAMACININ ÖNEMİ
“Aa, niye atayım yatağımı? Ortopedik olanından aldım. Onca para verdim. Daha on yılını doldurmadı” diyorum. Kız tutturdu: 
-"Bu yatak başka, bir yatın üzerine bir daha kalkmak istemeyeceksiniz" deyip duruyor. "Neden, nasıl?" sorusu o sıra aklıma gelmiyor. Kızın dilinden efsunlaşmışcasına etkileniyorum çünkü. 
 
Şöyle bir göz atıyorum gösterdiği yere, bana övdüğü yatağın üzerinde bir çam yarması adam, ayakkabılarıyla üstünün başının tozuyla mayışmış yatıyor. O adam birazdan kalkacakmış, ardından aynı yatağa ben yatacakmışım. Lafa bakar mısınız, ama herkes öyle yapıyormuş. Biri kalkınca öteki hemen onun üstünden kir döktüğü yere yatıyormuş. Olacak şey mi? Bana ters bir durum söz konusu...
 
Geniş salonu bulunan iş yerinde birbirine bitişik gibi duran, yan yana sıralı daha pek çok yatak var. Ve her birinin üzerinde kadın erkek sırt üstü yatıyor. Sanki yoldan geçen herkes bir şekil ikna edilip yatağa uzandırılmış. Kız, benim çekimserliğim üzerine: 
-“Yatmaktan para almıyoruz, tamamen ücretsiz ve bu insanlar ücretsiz olduğu için sabahın erken saatlerinde, daha biz iş yerimizi açmadan iş yerimizin önünü dolduruyor” diye başladığı konuşmasını virgülsüz sürdürüyor. Yetmiyor:
-“Bu yatağın özelliği sağlıksız omurgaları sağlığa kavuşturuyor” diyor. 
 
Ve başlıyor benimle doktorculuk oynamaya:
-“İnsan omurgası 7 tane boyun omuru, 12 göğüs omuru, 5 tane bel omuru, leğen kemiği ve kuyruk sokumundan oluşur. Bu omurlara sinirlerden uygulanan baskı, boyunda gerginlik, omuzlarda ağrı, kronik öksürük, soğuk algınlığı gibi hastalıklara neden olur. Vücudun sırt kısmına bağlı olan 1. göğüs omurları sinirleri” derken, araya girdim. 
-“Anlaşıldı kızım siz burada pazar kurmuşsunuz yatak satıyorsunuz ve bu yatağı mutlaka aldırmak içinde insanların sağlığını konu ediyorsunuz. Peki, bu sağlık konusunda sen ne kadar bilgilisin, ezberlediklerini bana sıralıyorsun da, acaba tıbbi ehliyetin var mı?” diyerek kızı bu defa ben bunaltırcasına soru yağmuruna tutuyorum. 
O bu sorularımı duymazlıktan gelip hâlâ bana “Aysun teyzecim hele bir gir içeriye de şu yatağa yat bir dene, ben size bu konuda ısrar ediyorum. Yatağı almanıza ısrara gerek yok, zira siz zaten yatar yatmaz bir tane değil, iki tane birden sipariş vereceksiniz” diyor. 
 
Bakar mısınız polime? “Bizim sattığımız yataktan alın” demiyor açıkça, “Parasız sunduğumuz yatma hizmetimizden yararlanın. Yatağa bir yatın, sağlıklı omurganız davasına almak zorunda bırakılacaksınız” demeye getiriyor. Hatta bunu “Zaten kendiniz almayı isteyeceksiniz” psikolojisine sokuyor insanı, beleş yatış tekniyiyle bir şekil beyninizi yıkıyor, şartlandırıyor yani...
 
Bazı insanlar bedava diye yumulmuşlar yataklara, gayet keyifliler, kalkmak istemiyor gibiler. Kocaları kızarmış, karıları kıskanırmış, akıllarına getirdikleri yok. Bu insanların başlarında bir başka güzel suratlı genç kız durmadan zihin altına hitap edici sözcüklerle insanları yatağa bağımlı kılıyorlar. Hasta olmayana hastalık isnadı yüklüyorlar. Birde kıyıya köşeye eğri bir omurga çizimi kondurmuşlar. Bu görüntü bile ürkütüyor insanları, omurgalarının eğrilmemesi için yatağı almak gereğinde hissediyorlar kendilerini. 
 
Bu tanıtım şekli şehrimde son birkaç aydır var ve ben otobüsle gelip giderken göz ucuyla gördüğümden, “ilgilisi dururken bana ne de, ilgileneyim” deyip, para tuzağı hakkında araştırma gereği duymamıştım. 
Şehrin göbeğinde böyle bir faaliyet yapılıyor ve insanlar akın akın gelip, bu yerdeki sergilenen yataklara yatmak için sıraya giriyorlarmış. 
Bir kişi yatanların başında leğen kemiğinden, sağlıksız omurgadan söz ediyor, sözüm ona güya insanları bu konuda bilinçlendiriyor. Oysa kazın ayağı başka, insanların zaafından yararlanıp, yurt dışından getirilmiş olan yatak satışını hızlandırmak. Bir şekil yeni rant kapısından cebe para geçirtmek. 
 
Vatandaşta sanıyor ki, bu insanlar insanlığa hizmet ediyor. Yataklarında beleşe yatırıyorlar ve omurgamızın rahatlığının nasıllığını bize anlatıyorlar. Geçin bunları bir kalem, sizin omurganız eğrilmişse zaten doktor eli değmeden bu eğrilik düzelmez. Kaldı ki bazı omurgalar doktor müdahalesiyle bile düzelmiyorlar.
 
Rahmetli Suna Pekuysal’ı bilenler çoktur. Kendisi Türk sinemasının ve Türk tiyatrosunun unutulmaz değerli oyuncularındandı. Onca imkânına rağmen omurgasının eğriliğini ne doktorlara, ne de yataklara düzelttiremedi. Kadıncağız eğrilmiş ve tüm çare arayışlarına rağmen doğrulmamış omurgasıyla dünyadan göçtü gitti. O halde burada yabancı isim markasıyla neyin mücadelesi veriliyor dersiniz, yatak satmanın, dolayısıyla para kazanmanın. 
 
Bana göre bunda iki istismar var. Birincisi: Tanıtımda ön planda çekicilik sağlamak amacıyla kızlar kullanıyor. İkincisi: İnsanların saflık derecesinin ayarı bozum ediliyor.
 
“Boyun, sırt, adale ve bel ağrılarına ücretsiz seans, Uzakdoğu mucizesi masaj yataklarında, hiçbir ücret ödemeden 40 dakikalık yatma imkânı” diye, kocaman harflerle yazılmış bir yerlere asılan ilanlar, merkezi ilgiyi çekici kılıyor. 
 
Yer kapmak, otuz dakikalığına da olsa vücudunuzda hissettiğiniz ağrıları dindirmek adına herkesten önce koşuyorsunuz bu mekâna. Otuz dakikalık bedava hizmeti kâr sayıyorsunuz. Ve sonrasında yatağın faydalı olduğu kanısı uyanıyor içinizde ve sipariş veriyorsunuz. Kredi kartına taksit kolaylığını da duyunca, kendinizi yatağı almak, hatta kaçırmamak zorunda hissediyorsunuz.
 
Bir kere uzak doğu mucizesi diye bir şey yoktur. Mucizeyi yalnızca Allah gerçekleştirir. Hâşâ insanoğlu Allah’tan ayrı ne gibi bir mucize sunabilir?  
 
İnsanlar gösterilen ilgiden, okşanan ruhlarından hoşnut kalıyor. Sonrasında bazıları bedava yatmakla duyduğu mutluluktan dolayı, bu yatağı almak durumunda kalıyor. Seans verenler sağlıkçı mıdır, bunları bir ilgili denetliyor mudur, sorma gereği bile duymuyor.
 
Ben şahsıma güzel kızın tüm ısrarlarına karşın gösterdiği kapalı pazar görünümlü yere girmedim ve kızıl ötesi ışınlar yayıldığını söylediği yatağına da yatmadım. Önce merak ettiklerimi kapı önünde bir güzel, güzel kıza sordum. Sonra başımı camdan içeriye uzatıp, şöyle bir ortama baktım. Sağlıksız bulduğum yeri sorgulamaya başladım. Sonrasında kıza dönüp, bu defa güzel olmayan bir soru sordum. “Güzel kızım, tatlı diline teşekkür ederim. Ama ben evde yatağım varken sizin ışın yayan yatağınızı almayacağım. Fakat yine de bir söyle bakalım yatağınızın fiyatı nedir?”
 
Güzel kız bu sorumu çirkin bulup, yüzünü ekşitti, güler yüzü gidince güzelliği de sihir bitimi kayboluşa döndü. Soruma cevap vermedi. Aksine kaşlarını çatarak:
-“Siz çok olumsuz bir insansınız, o yüzden de omurlarınız çabuk eğrilir ve bizi kendiniz arar olursunuz” diyerek neredeyse beni tersledi. 
 
Hani az önce “Aysun teyzecim, lütfen yatağımıza bir yat dene, yatıştan para istemiyoruz” diyordu. 
 
Çünkü o zaman onun kafasında benim aklımı yatağı almaya çekme durumu vardı. Bana kapana kıstıracağı yağlı bir müşteri gözüyle bakıyordu. Sonrasında gördü ki, sağlam dişliyim.  Uzak doğu hikâyeleri bana cazip gelmiyor. Ters konuşmaya başladım. O da yaşlı bulduğu için “Aysun teyzecim” diye hitap ettiği bana, bir anda saygısızlık etmeye başladı. Benden getiri alamayacaklarını anlamıştı. Arı bile bal alacağı çiçeğe konarmış. Bu kızcağız da, benim diken olduğumu anlar anlamaz, başka çiçekleri emmek adına, yüzüne güler yüz maskesi takınıp, cilalı diliyle, başka insanların yolunu kesmeye başladı. Kaçında başarılı oldu bilmiyorum, ama yatakların tümünün dolu olduğunu, sırada bekleyen insanların çokluğunu, gözümle gördüğümden biliyorum. 
 
Günümüzde bedava bir şey yoktur bilesiniz, kimse artık babasının hayrına iş yapmıyor. Önce cebine gireceği düşünüyor. Her ineğin altında bir buzağı vardır, sözünü geçin. Bugün artık öküz altında da buzağı aranır hale geldi. Yine de ben tatlı dile ve bedava sunulana kanmaya hazır insanlarımızı uyarmış olayım, ama keyiflerini etkilemiş olmayayım. Ben çıkar kokusu aldım bu işten, siz ücretsiz yatak keyfi diyorsanız, keyfiniz bilir. Karar tabi ki insanın kendisinindir.
 
Ayfer AYTAÇ
ayferaytaç.com
 
Toplam blog
: 622
: 205
Kayıt tarihi
: 08.12.14
 
 

Gazeteci-yazar ..